Eğitim üzerine derin felsefe-1

Güncelleme Tarihi:

Eğitim üzerine derin felsefe-1
Oluşturulma Tarihi: Eylül 16, 2003 18:15

Bizdeki eğitim sistemine eskiler, “Napolyon Lisesi” dermiş. Belki de onun için okullar bana kışlayı hatırlatır hep, hele hele yatılı okullar. Ben, Türk okullarının, çocukların kabiliyetini öne çıkarmak, yönelecekleri branşı seçmelerini kolaylamak, kişiliklerini geliştirmek için değil, aksine, bireyi ezmek, kişiliğini yok etmek, herkesi birbirine benzetmek ve tekdüze hale getirmek için var olduğuna inanırım. Önce, niye okul bana kışlayı hatırlatır?

Haberin Devamı


Meramımı anlatmaya çalışayım...

Askerî öğrenci (yahut acemî asker) daha okulun (kışlanın) kapısından girerken değirmen çalışmaya başlar, bireyin bireyliği süratle öğütülür, öyle yavaş yavaş değil, şoklama metoduyla.

Tuzla Piyade Okulu’nda, takım halindeki ilk yürüyüşümüzü hatırlıyorum, aralık ayında, yağmurlu pis bir havanın sabahında... “Yürüyüş” dediğime bakmayın siz... Daha teslim olalı birkaç saat olmuş, üniformalar üstümüzden dökülüyor, yol yordam bilmeden takım halinde, adımlarımızı uydurmaya çalışarak yürüyoruz. Derken arkamızdan bir aslan kükremesi duyuldu:

- BEN SİZE BÖYLE Mİ ÖĞRETTİM YÜRÜMEYİ?

(Yahu daha öğretmedin!)

- YAT ! SÜRÜN !

Sonradan bizi kıracak, üzecek tek kelime etmeyen, sesini bile yükseltmeyen, haysiyetimizle asla oynamayan Bölük Komutanı tepemizde, “alçak sürürme” yapıyoruz, bir su birikintisinin içinde. Anlatırken bile, yakamdan içeri süzülen çamurlu suyun ürpertisini hisseder gibiyim... Biraz süründükten sonra KALK! DİRSEK TEMAS ARALIĞI HİZAYA GEEEL!iyoruz. Bölük komutanının bizi bitiren fırçası geliyor peşinden:

- BU NE HAL? ÜSTÜNÜZ BAŞINIZ PİSLİK İÇİNDE... ASKER BÖYLE Mİ OLUR?

Önce bölük komutanının bir nazi olduğunu düşünüyoruz, ama tanıdıkça çok seveceğiz ve anlayacağız ki, işin raconu böyledir. Farklı illerden, farklı çevrelerden, farklı ailelerden gelmiş, çoğu anası babası tarafından şımartılmış, kimisi üniversiteyi bitirdim diye kendini bir halt zannetmiş, kimi sağcı, kimi solcu, çoğu futbolcu... birbirinden bu kadar farklı “bireyleri” aynı kazanda eritip, bir kalıba dökmek, “tek tek bireyleri” bin yılık bir düzenin, tıkır tıkır işleyen bir çarkın püsürsüz dişlileri hale getirmek... bunun başka yolu yoktur. Bireyi en kısa sürede ve en etkili biçimde “eritip” (yok edip), bir bütünün parçası haline getireceksiniz. Ki hamurun, harcın içinde pürüz kalmasın. Burada kişiye saygı, kişiliğe önem filan martavalları sökmez... Hatta bireyin hakkına, sağlığına, canına mugayırdır. Eğer taşlardan bir tanesinde pürüz kalırsa, eğer siz o pürüzü zamanında gideremezseniz, binanın çökmesine sebep olursunuz. Yani sorun çıkaracak (karakteriyel) bir subay, bir asker... bütün bir alayın yok olmasına sebep olabilir.

Çünkü, en açık şekilde söylememe izin verirseniz, askeriyenin hedefi nedir? “İLERİ, MARŞ!” dediniz mi, düşman ateşe altında, gözünü kırpmadan siperden fırlayıp, ölüme koşacak “insanlar” yetiştirmek. Onun için, asla böyle açıkça söylemezlerdi bize ama, “subay çıkmamıza” ve kıtaya gitmemize yakın, bize sık sık tembih ederlerdi, “askerle yüz göz olmayın” diye. Onlar (erotik bir şekilde tarif ederek) “okşanan” asker şımarır, tepenize çıkar, lafınızı dinletemezsiniz, diye açıklıyorlardı, ama söylemediklerini de biz çok iyi anlıyorduk: “Yarın siz bu çocukları ölüme götüreceksiniz. Anasını, babasını, kardeşini, karısını, çocuklarını tanır, dertlerini bilir, onlara sevgi duyarsanız, etkilenirsiniz, ölüme gönderemezsiniz. Bu da hem göreve, hem de bütün birliğin canına mal olur...” (Tabii, emirlerde “astlarınızı tanıyınız, onların meseleleriyle ilgileniniz” de denir, ama o askerin psikolojisini bilmek, moralini yüksek tutmak içindir. Askerin aklı “başka yerde” olmamalıdır.)

Ve bu “öğütme” metodunu, kıtada, (doğrusu epey bir sulandırarak – asteğmenler boşuna sevilmez) biz de uyguladık.

Bütün bunları askeri tenkit diye söylüyorum zannetmeyin. Tabii ki savaşa karşıyım, tabii ki ölmeye öldürmeye karşıyım... ama ordu da lazım, asker de lazım, (şimdilik) silah da lazım.

Ordunun geleneği, refleksleri, kuralları bin senelik bir tecrübenin, birikimin sonucudur...

*

Yahu ben size demiyor muyum, yüz verdiniz mi konuşurum diye... Gene meydanı boş buldum, eğitimden bahsedecekken Cengiz Han’a  kadar getirdim konuyu.

En iyisi mi, ben lafı burada keseyim, “Bizim okullarımızla” ilgili şikayetimi ayrı bir yazıda, baştan alayım...

(Kulaklıkla The Commodors’un Three Times a Lady’sini dinlerken de siperden, savaştan, ölümden bahsetmek hiç gitmiyor. Bir daha sefere ya Apocalypse Now’ın korkunç helikopter saldırısı sahnesindeki gibi Wagnerden Walkyrie’nin Dönüşü dinleyeceğim, ya da Mehter Takımı’ndan “Allah yoluna cenk edelim, şan alalım şan, Kur'an'da zafer vâd ediyor Hazreti Yezdân” ...)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!