Aşkları Bulgaristan’da kutsallaştı film haklarını Hollywood satın aldı

Güncelleme Tarihi:

Aşkları Bulgaristan’da kutsallaştı film haklarını Hollywood satın aldı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 23, 2007 00:00

Bulgarların, her an kırılması muhtemel kristal biblo gibi gördüğü ve ihtimamla, uzaktan uzağa, hayranlıkla izlediği bir aşk bu. Belki hikayenin kahramanlarından biri dibe vurmuş ağır yaralı bir erkek olduğu için... Böyle ani ve rastlantısal bir aşk, ona üstündeki kiri pası silkeleyip yeniden doğrulma gücü vereceği için.

Filistinli Eşref El Hacuç (38), beş Bulgar hemşireyle Bingazi Hastanesi’ndeki 400 çocuğa HIV bulaştırmakla suçlandı, 8 yıl Libya’da hapis yattı, çok ağır işkencelerden geçti, AB’nin uzun pazarlıkları sonucu kurtuldu. Salıverildikten üç gün sonra, Sofya’da inşaat mühendisi Olya Megova’yla (31) karşılaştı, aşık oldu. 1 Aralık’taki nikahın onur konuğu, hemşireleri Bulgaristan’a getiren Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşi Cecilia Sarkozy ve Bulgaristan Devlet Başkanı Georgi Parvanov. Eski Bulgaristan Dışişleri Bakanı Salomon Passi de şahitlik yapacak. Sofya sokaklarında onları el ele gören herkes mutlaka durdurup "Yıllardır senin için dua ediyorduk, kabul oldu, geldin, şimdi kızımız Olya yaralarını saracak, sadece sevin birbirinizi, geçecek" diyor. Aşk ne kadar güçlüdür, yeni bir hayatın anahtarı olabilir mi, kabuslardan kurtulamayan bir kişiyi huzura kavuşturabilir mi? Bu soruların cevabını öğrenmek için Sofya’da, Eşref ve Olya’yla buluştuk.

Filistinli bir ailenin tek erkek evladı, biricik oğlu Eşref El Hacuç, Ocak 1999’da Batı Trablus’ta kaldığı hostelin kapısına gelen bir polis tarafından nezarete götürüldü. Suçu büyüktü: Alkollü içki içmek, yabancı kadınlarla cinsel ilişkiye girmek ve beş ay önce rotasyonunu tamamladığı Bingazi Hastanesi’nde 400 çocuğa AIDS virüsü (HIV) bulaştırmak. Doktor olmasına iki ay, evlenmesine bir ay kala hapse atıldı. Sekiz yıl boyunca Libya’nın bütün cezaevlerini dolaştı.

Kaldığı hücrelerin duvarlarına Arapça ve Bulgarca cümleler yazıyordu. Bulgarca’yı 2002-2005 arasında aynı koğuşta kaldığı ve aynı suçla yargılanan beş Bulgar hemşire arkadaşından öğrenmişti. Arapça cümleler nefret doluydu. Libyalı polislere hatıra kalsın diye kazıdı o cümleleri duvara. Bulgarca olanlar ise kendisi için, ayakta kalmak, okudukça direnç kazanmak için. 28 Temmuz 2007’de salıverilip Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin karısı Cecilia Sarkozy’nin yanında Bulgaristan’a uçarken hayatında ilk kez ağzına alkol koydu. Patlatılan şampanyayı yudumlarken duvara kazıdığı şu söz aklından çıkmıyordu: "En son umut ölür."

BASIN ONA GELİN ARADI
/images/100/0x0/55eb319df018fbb8f8b16d46

Bulgar geleneklerine göre, mart başında kırmızı ve beyaz iplikten püsküller (Martenetsa) evlere asılır. Yeni uyanan baharı ve hayatı simgeler, sağlık ve bereket getirdiğine inanılır. Bulgar halkı sekiz yıl boyunca bu püsküllerden Eşref’e göndermişti. Her bahar, aksatmadan. Onu, en az vatandaşları beş hemşire kadar sahiplenmişlerdi. Zaten son anda Bulgaristan vatandaşlığına alınmasa belki de Libya’dan çıkamayacaktı. O yüzden uçaktan iner inmez, çok yürekten şöyle dedi: "Teşekkürler Büyük Bulgaristan. İyi ki varsınız." Havaalanındaki basın toplantısında yeni vatanında yeni bir hayata başlamayı, hatta en kısa zamanda evlenmeyi düşündüğünü anlatıyordu ki, hemşire arkadaşlarından biri lafa karıştı: "Bize anlattı, Eşref uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü bir Bulgar kızı istiyor, duyurulur." Aslında bu aralarında bir espriydi, Eşref’in sarışın kadın takıntısı filan yoktu ama basın bu espriyi ciddiye aldı. Takip eden günlerde ona uygun sarışın, mavi gözlü kadınlar arandı, ölçüldü biçildi: Acaba BBG evindeki sarışın üçüzlerden biri uygun olur mu? Belki de Survivor’daki iri memeli sarışını beğenir? Ama hayır o biraz aptal. En iyisi Sıcak adlı magazin programını sunan Veneta Raykuva...

RESTORANIN ÖNÜNDEN GEÇİYORDU
/images/100/0x0/55eb319df018fbb8f8b16d48

Bunların hiçbiri Eşref’in umurunda değildi aslında. Tek istediği biraz uyuyabilmekti. Üç günde, iki saatten fazla dalamamıştı. Suriye kökenli gazeteci arkadaşı Gaffan Naser yemeğe davet ettiğinde, çok yorgunum, gelmeyeyim, demişti. Israra dayanamadı, göz altındaki morlukları saklamak için bir gözlük takıp, kasket giyerek Sofya’nın merkezindeki Buda adlı restoranda arkadaşıyla buluştu.

Olya Megova, Plevneli bir aileden geliyor. Babası ve annesi ayrılınca, annesi ve kız kardeşiyle Sofya’ya yerleşmişti. Şimdilik evliliği düşünmüyordu. Hatta bir sevgiliye ayıracak vakti bile yoktu. Dubai’de çalışan bilgisayar mühendisi erkek kardeşi iki yıl önce kredi kartı borçları nedeniyle hapse düşünce Olya’nın dünyası kararmıştı. Unutmak için kendini işe adamış, kurduğu inşaat şirketiyle birçok proje üstlenmişti.

1 Ağustos gecesi yine aklında projelerle, yorgun evine dönerken, restoranın önünde "Olya" diye seslenildiğini duydu. Eski arkadaşı Gaffan, karısı ve yüzü şapkayla gizlenmiş erkeğin oturduğu masaya yaklaştı. Şapkalıyı, TV’de görmüş, fiziğinden etkilenmemişti. Yanındaki boş iskemleye oturdu. Kalbi hızla çarpıyor, sebebini bilmese de avuçları terliyordu.

MASADAN KAÇIP SOKAKLARI ARŞINLADILAR

Suskunlaşan Olya, yemek boyunca önüne baktı, peçetesiyle oynadı. Göz ucuyla onu izleyen Eşref, Gaffan ve eşi başka bir konuya dalmışken, kulağına eğildi. "Benimle kaçar mısın" deyiverdi. Nasıl yani? Şimdi mi? Nereye? Neden? Aslında Eşref, şefkat hissi uyandıran bu kadınla yalnız kalmak, Sofya’yı arşınlamak, acılarını unutmak istiyordu. Kulaklarına kadar kızaran Olya, içindeki sesi dinledi. Gece 02.00’ye kadar yürüdüler. Ailelerini, hayallerini anlattılar birbirlerine. Bazen elleri ellerine değdi. Eşref, yıllar sonra ilk kez kalbinde, hayat enerjisi yükleyen bir elektriklenme hissetti. Olya’yı evine bıraktı, telefon numarasını aldı. Sonraki her gün telefonda konuştular, öğlen ve akşam yemeklerinde buluştular.

HAVAALANINDA BİR GÜL VE BİR YÜZÜK

Eşref kız kardeşlerini görmek için Hollanda’ya gittiğinde, dört gün hep aklındaydı Olya. Ruh eşini bulduğuna, yaşadığı felaketi bu aşkla unutabileceğine o zaman emin oldu. Kardeşlerine aşkını anlattı, evlenmek istediğini söyledi. Bir kuyumcuya gidildi, yüzük alındı. Havaalanında onu bekliyordu Olya. Bembeyazdı giysileri. "Ya Rabbim, o bir melek" diye düşündü, sıkıca sarıldı Olya’ya. Önce bir gül verdi, sonra yüzüğü çıkarıp sordu: "Karım olur musun, hayatımızın geri kalanını birlikte geçirmeyi deneyelim mi?" Olya ağlıyordu, sadece kafasını sallayabildi. Üç kez. Evet, evet, evet!

"Oysa, evlenmeyi hiç düşünmüyordum" diyor Olya, "Aklımdaki tek şey inşaat projeleriydi. Kafamda ideal bir koca resmi bile yoktu. Ama kader! Hiç beklemediğin anda hayatın değişiveriyor. Ben değil, o beni seçti, karşı koyamadım."

RAMAZANDAN ÖNCE İMAM NİKAHI KIYDILAR

Eşref tutucu değil ama dindar bir Müslüman. Ramazanda günah işlemek istemediği için 10 Eylül’de Olya’ya imam nikahı yapmak istedi. Nikahı Bulgaristan müftüsü kıydı. 1 Aralık’taki düğünlerinde Bulgaristan eski dışişleri bakanı Salomon Passi ve AB’den sorumlu bakan Gergana Grınçarova şahit olacak. Olya, masallardaki gibi kuyruğu, duvağı çok uzun bir gelinlik giyecek. Düğünün bütün masraflarını Bulgaristan’ın en çok satan gazetelerinden Standard karşılayacak. Buna karşılık düğünün fotoğraflarını ve ilk röportajı yayınlayacak.

İLK KEZ OLYA’NIN YANINDA AĞLADI

Beni neden seviyorsun, neyime aşıksın sorusunun cevabı ya yoktur ya da çoktur. Eşref Olya’yı sevdiğini nasıl anladı, neyine aşıktı? Bunun şimdilik tek cevabı var: Ona sığınabiliyordu. Hapishanede kaldığı sekiz yıl boyunca çok istemesine rağmen bir kez bile ağlayamamıştı. İçi zehirli gaz dolu bir şişe gibi olmuş, taş kesilmişti. İlk kez Olya’nın yanında tıpa açıldı, taş hamura döndü ve ağlayabildi. Olya bunları çok iyi biliyor. Geceleri iki saatte bir ter içinde uyanan Eşref’i sakinleştirirken şefkatle "Güneşim" diye hitap ediyor. Bir süre hem sevgili hem de anne olması gerektiğinin farkında. "Sabırlı olmak zorundayım. Eşref, her şeyi içinde yaşıyor, dile getirmiyor. Artık sıkıntısını, beyninden geçeni mimiklerinde okuyabiliyorum. Arap hapishanesinde iki yıl yatmış bir erkeğin ablasıyım aynı zamanda ben. Neler çektiklerini biliyorum. Ama geçecek. Aşkla dünyaya gelecek bir bebek bütün yaraları kapatır" diyor.

OLYA’YLA İŞE GİDİYOR ANNESİNİN ÇORBASINI İÇİYOR

Eşref, mecburi hizmetini tamamlayamadan hapse düştüğü için henüz doktor değil. Hem meslekle ilgili bildiklerinin yüzde 80’ini geçen 8 yılda unuttu, hem de hapishanede gördüğü işkenceler sırasında sol omzu üç kez yerinden çıktı. Artık kolu bir süre havada kaldıktan sonra titremeye başlıyor. Solak bir cerrahın başına gelebilecek en kötü şey! Yani ne yazık ki hayal ettiği mesleği yapamayacak. O yüzden bir ofis işi arıyor.

Günleri Olya’nın ofisinde iş arayarak geçiyor, bazen onunla şantiyelere bile gidiyor çünkü yalnız kalmak istemiyor. Bu arada birbirlerinin hayat hikayesini, kardeşlerinin doğum saatlerine kadar ezberliyor, huylarını öğreniyorlar. İki aile de ilişkilerini sonuna kadar destekliyor. Olya, Eşref’in Hollanda’da yaşayan kız kardeşleri ve annesiyle neredeyse her gün telefonda konuşuyor. Eşref, Olya’nın annesini ziyarete gidiyor, işkembe çorbasından içiyor.

Yabancı basında yazıldığı gibi ne Eşref ne de Olya din değiştirecek. Çocukları olursa hangi dini seçeceğine kendisi karar verecek. Şimdilik Sofya’nın 20 km uzaklığındaki Bankya’da bir otelde misafir ediliyorlar. Arzuları güzel bir ev bulmak, mümkün olduğunca normal bir hayat sürmek.

MISIR’DA MAYMUNLARI KULLANIYORLAR BİZ KÖPEKLERE TECAVÜZ ETTİRİYORUZ

"Duyan, film gibi hikayen var, diyor. 2000’lerin bütün siyasi, diplomatik ve sosyal hesaplaşmaları, komplo, AIDS,
/images/100/0x0/55eb319df018fbb8f8b16d4a
Arapların AB ve ABD’yle hesaplaşmaları... Ne ararsan var içinde! Yaşadıklarım bu dönemi çok iyi anlatıyor" diyor Eşref Hacuç.

Eşref, matematik öğretmeni baba ve fen öğretmeni annenin ilk ve tek erkek çocuğuydu. Çift, 1948’deki İsrail işgalinden sonra Gazze ve Batı Şeria’ya dağılan bir aileden geliyordu, amca çocuklarıydı. Evlenip Mısır’a yerleşmişlerdi. Eşref’in doğumundan sonra daha yüksek gelir umuduyla Libya’ya göç ettiler. Diğer dört kız kardeş burada doğdu ve büyüdü. Biri doktor, biri avukat oldu, en küçük ikisi ise mühendislik bölümünü yeni bitirdi.

Eşref’in hayatı da mükemmel gidiyordu. Rotasyonunu bitirip cerrah olmasına iki ay kalmıştı. Dahiliye uzmanı Libyalı sevgilisiyle evlenmek üzereydi ki, 13 Aralık 1998’de polis kapısını çaldı ve onu nezarete götürdü. Orada ona HIV testi yaptılar, negatif çıktı. Bir hastanın serumunu değiştirirken garip davranışlar sergilediğini, çocuk hastalarla gereksiz yakınlık kurduğunu yazmıştı Libyalı bir hemşire raporunda. Polis memuru onu uğurlarken "Çocuklara HIV bulaştırdığın ve MOSSAD ajanı olduğun dedikodusu dolaşıyor çevrede" dedi. Eşref buna güldü. Yaklaşık bir ay sonra, nişan töreninin ertesi günü tekrar nezarete çağrıldı. Ailesini aramaya gerek duymadan gitti. Küçük bir hücreye atıldı. Ertesi gün başına torba, ellerine kelepçe takılıp bir otomobilin bagajına tıkıldı. Trablus Cezaevi’nde 10 ay küçücük bir hücrede kaldı. İçki kullanmak, yabancılarla cinsel ilişkiye girmek, beş Bulgar hemşireyle Bingazi Hastanesi’ndeki çocuklara HIV bulaştırmakla suçlanıyordu. Hemşirelerin adını ilk kez duyuyordu, ama buna kimse inanmadı. Sorguda çarmıha gerildi, vücuduna elektrik verildi, dişleri kırıldı. "Mısır’da sorguda mahkuma maymun tecavüz eder, biz köpek kullanıyoruz" dediler. Söylediklerini uyguladılar. Kız kardeşini getirip tecavüz edeceklerini söyleyince çözüldü. "Ne istiyorsanız oyum" dedi, "MOSSAD ajanıyım, sürekli içerim, kadınlarla yatarım, çocuklara AIDS bulaştıran da benim. Lockerbie ve PanAM davasını da ben batırdım. Oldu mu?" Aklını kaybetmişti.

10 ayın sonunda ailesine telefon etmesine izin verdiler. Bir avukat tutuldu. Bu arada nişanlısı telefon etti. Seni bekleyemem, ailem baskı yapıyor, diyordu. Ayrıldılar. Ailesi polisin tacizine uğrayıp işlerinden kovulunca Libya’dan ayrıldı, Hollanda’ya sığındı. 2002-2005 arasında hemşirelerle aynı koğuşta kaldı. 2005’te ayrı hücreye koydular. Avukatı sayesinde uydu TV’si vardı artık. Sekiz yılda üç kez idam, bir kez müebbet cezasına çarptırıldı. 2007 Temmuzu’nda AB temsilcileri Libya hükümetiyle anlaşma yaptı. AIDS’li çocukların ailelerine 1’er milyon Euro tazminat, çölde uranyum aramaya destek gibi ödünler karşılığında Eşref ve hemşireler kurtarıldı.

GSM OPERATÖRÜNDEN EV, HOLLYWOOD’DAN 50 BİN DOLAR

Hayatının haksız yere darmadağın olduğunu düşündükleri için Bulgar halkı Eşref’e maddi olarak da destek çıkıyor. Ülkenin en büyük GSM şirketi Mtel, 130 bin Euro değerinde dört odalı bir ev vermeye söz verdi. Devlet 5 bin Euro verdi, gazetelerin başlattığı Yalnız Değilsiniz kampanyasından da 5 bin Euro geldi. Bulgar hemşirelerin ve Eşref’in hikayesinin film haklarını satın alan Hollywood şirketi Sixth Sense 50 bin dolar ödedi. Ayrıca Eşref’in avukatı Libya hükümetine 1 milyon Euro’luk tazminat davası açtı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!