Bu ülkeden bir Onat Kutlar geçti...

Güncelleme Tarihi:

Bu ülkeden bir Onat Kutlar geçti...
Oluşturulma Tarihi: Ekim 15, 2016 15:51

Hülya Uçansu, Doğan Kitap’tan çıkan yeni kitabında; 1995’te bir terör saldırısıyla hayata veda eden, Türkiye’nin önde gelen aydınlarından Onat Kutlar’ın yaşam öyküsünü, onun ‘yol arkadaşları’ndan topladığı mektuplarla anlatıyor.

Haberin Devamı

Artık hayatta olmayan biri için mektup yazmanız istenseydi, ne yapardınız? Hele de hayatınızı değiştirmiş biriyse bu kişi... Ve hiç beklemediğiniz bir anda, korkunç bir şekilde veda ettiyse hayata...
Hülya Uçansu; uzun yıllar birlikte çalıştığı, Türkiye’nin önde gelen aydınlarından Onat Kutlar’ın yaşam öyküsünü, ‘yol arkadaşları’ndan topladığı mektuplarla anlatıyor. “Bizim kuşakta okuryazar, sinemasever olup da onu tanımayan yoktur. Genç kuşakta da neredeyse tanıyan yok” diyerek yola çıkmış.
Uçansu; “1975’te, öğrenciydim. Dönemin programını almak için Sinematek Derneği’ne uğradım. Onat Bey’le tanışmıyorduk, pat diye “Bu sene 10’uncu yılı kutluyoruz, bizimle çalışır mısın?’ dedi. Uzun süre bunun özel bir tanışma anısı olduğunu sandım. Mektuplarda gördüm ki; herkesin onunla böyle bir anısı varmış.”

Bu ülkeden bir Onat Kutlar geçti...


Fonda Türkiye’den manzaralar
Kitapta Kutlar’ın çocukluk yıllarını Ülkü Tamer’in “Sevgili Onat / Nicedir yazışamadık...” diye başlayan mektubundan öğreniyoruz. Tamer; bir gün teneke oyuncağının elinden fırlayıp az ötedeki çocuğun kafasına çarptığını anlatıyor: “Eyvah!’ dedim. ‘Çocuk şimdi saldıracak’. Allah’tan bir şey demedi. Şükrü Ağabey’le kahveye, Hacivat seyretmeye gittik. Bir baktım, yanımdaki kürsüde o çocuk oturuyor. Çaresiz, gülümsedim. “Benim adım Ülkü” dedim. Çocuk da gülümsedi. Elini uzattı. ‘Benim adım Onat’”.
Antep’teki lise yıllarında da, İstanbul’daki üniversite yıllarında da çevresindekiler, zamanla Türkiye’nin entelektüelleri olarak tanındı. Kutlar ve arkadaşlarının kahvelerde buluşup edebiyattan, sanattan söz ettikleri, Rus klasiklerini hatmettikleri, Camus’den, Sartre’dan etkilendikleri yıllar bunlar... Kutlar’ın dokuz öyküsünden oluşan, Yusuf Atılgan’ın hakkında “Edebiyatımız için lütuftur” dediği ‘İshak’ın yayımlanması da o döneme rastlıyor.
Sonra Türk Sinematek Derneği’ni kurduğu dönem ve İstanbul Film Festivali zamanları geliyor...Kitapta mercek altında olan Kutlar’ın yaşamı, ama fonda geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından, Türkiye’nin politik ve kültürel tarihinden manzaralar akıyor: 28 Nisan öğrenci olayları, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi... Her biri birbirinden etkileyici ama Ara Güler’in mektubunu ayrı bir yere koymalı. Şöyle başlıyor mektup: “Merhaba Onat. Şimdi sana bir şey söyleyeceğim. Biliyorsun her gün, gün batar ve sonra da gece olur. Ama güzel olan, sabahın ilk ışıklarında uyanıp dünyanın nasıl aydınlandığını seyretmektir. İşte sen bana varlığınla bunu verdin. Senin bana verdiğin dostluk böyle bir şeydir, bitmez, tükenmez ve yenilenir. Onat, seninle ilk tanışmamı hatırlamıyorum, ama benim hayatımda sen Taş Devri’nden beri varmışsın gibi gelir. İlk kitabımın önsözünü sen yazmıştın: ‘İstanbul Anıları’ (1994). On baskı yaptı, biliyor musun? Sonra işte pastanede o bomba patladı, sen de gittin, şimdi yukarılardan bana bakıp duruyorsun. (...)”
30 Aralık 1994’te The Marmara Cafe’de patlayan o bomba, Onat Kutlar’ı ve arkeolog Yasemin Cebenoyan’ı hayattan kopardı. Sanatçı ve yazarların buluşma noktası olan mekanın en kalabalık saatinde yapılan bu terör saldırısı ülkeyi derinden etkiledi. Türkiye, uzun süre bu travmayı atlatamadı. Uçansu, “12-13 gün dolup taştı hastane. Ocak’ın 10’unu 11’ine bağlayan gece yarısı hastanede Mehmet Güreli’yi gördüm, ‘Bu saatte ne arıyorsun burada’ diye sordum, ‘İçimde bir şey tık etti, Onat’a gelmek istedim’ dedi. Sabah 9.00’da Onat Bey’i kaybettik.”
Bu ülkeden bir Onat Kutlar geçti...


Terör, terördür...
Belki Kutlar’ın kendisi de kötü bir şeyler olacağını hissetmişti. Vefatından kısa süre önce Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında şöyle diyordu: “Her öldürülenle bir evren yok edilir. Hiçbir kutsal amaç, hiçbir ideoloji, hiçbir hak, hiçbir öfke, hiçbir yetki doğrulamaz öldürmeyi (...) Günlerdir çıkıp İstanbul’un sessiz sokaklarında dolaşmak istiyorum. Hava ağır ağır serinliyor. Eylül geliyor. İyi güz günleri. Barış... Ama çıkamıyorum. Nereye yürüsem ayağıma kan bulaşıyor. Terör içindeyim.”
Yaşasaydı, 80 yaşında olacaktı Kutlar. “Onu tanımıyor olsaydınız, bu mektupları tavan arasında bir kutunun içinde bulsaydınız, ne düşünürdünüz hakkında” sorusuna şöyle karşılık veriyor Uçansu: “Vay canına, bu ülkeden bir Onat Kutlar geçmiş!’ derdim.”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!