GeriSeyahat Bizim olmayanı almayız, olanı da vermeyiz
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bizim olmayanı almayız, olanı da vermeyiz

Bizim olmayanı almayız, olanı da vermeyiz

‘Monte’ dağ demek, ‘negro’ da kara. Montenegro’nun (Karadağ) adını nerden aldığını deniz kıyısına yaklaşırken kapkara yükselen dağları görünce anlıyorsunuz. Bu küçük, güzel ülkenin sokaklarında dolaştım; Osmanlı bakiyesi Türklerle konuştum, bir kapının üzerinde Yugoslavya lideri Tito’nun başlıktaki etkileyici lafını okudum

‘SAHAT KULA’ DİMDİK AYAKTA

Uçağımız bir saat 20 dakikada Böğürtlen’e kondu. Osmanlı, isimleri dejenere etme ustası; ‘Podgorica’ (Pogoritza okunuyor) ‘Böğürtlen’ olmuş misal. Podgorica, 1474-1878 arası 400 sene Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. İkinci Dünya Savaşı’nda 70 kez bombalanmış ve taş üstünde taş kalmamış. Bir tek Osmanlı yadigârı ‘Sahat Kula’ hâlâ ayakta. Bir de yakınında ufak bir cami ve türbesi... Saat kulesi, 16 metre yüksekliğiyle şehrin en eski yapısı. 1667’de Osmanağiç Hacı Paşa tarafından yaptırılmış. Osmanağa Camii’ni minaresini takip ederek bulduk. Etrafında koşturan azgın bebelere bağırarak çamaşırlarını asmaya çalışan Roman kökenli bayan, “Hoca 12’de gelir, camiyi açar” dedi ama o gecikince biz de fazla beklemedik; yolumuz uzun değil ama işimiz uzun. Bar’a gideceğiz.

Bizim olmayanı almayız, olanı da vermeyiz


KARADAĞLI NİNEYLE NASIL BARIŞTIK?

Karadağ’da en beğendiğim mekân Bar Kalesi’nin etrafındaki Türk mahallesi. İki camisi var. Müezzinleri İsmail ve Esat bizi hemen buldu. Onları sorularımla bunalttım; çat pat Türkçe karşılık verdiler. Rehberimiz Nadja’nın (Naciye) annesi Osmanlı Türk’ü; Naciye de Türkçeyi ninesinden öğrenmiş. Kale surlarına ‘Bedemler’ diyor mesela. “Babam annemi kaçırmış yoksa Müslüman kızla evlenmek mevzubahis değilmiş” derken kıkırdıyor.
Yokuş aşağı yürürken tülbentiyle bir Anadolu ninesi, ellerinde alışveriş fileleri yavaş yavaş yukarı tırmanıyor. Esat Hoca “Rahmetli hocamızın dul eşi” diye sufle veriyor. Kameramanım Tufan delikanlı çocuk, bakışlarımı daha havada yakalamadan koşarak ninenin ellerinden fileleri kapmaya çalışıyor ama nine feryat figan! Cümlelerinde tek kelime Türkçe yok. Esat tercüme ediyor: “Ben hâlâ yaşıyorum; kendi filemi taşırım, kimsenin yardımına ihtiyacım yok” dermiş meğer. Elini öpmek istiyorum; onları da vermiyor. Hiç anlamadığım bir lisanda bağırma tonunda yüksek sesle konuşuyor ama tercüme de edilemiyor, hâlâ merak ederim ne dediğini.
Sonunda elini öpüp alnıma götürüyorum, barışıyoruz.

TÜRKLERİN ZENGİN ETTİĞİ ADA

Küçük adacık Sveti Stefan, efsaneye göre 12 evlik bir balıkçı kasabası iken birdenbire zengin olmuş, nedeni de Türk altınlarıymış. Vurgundan dönen Türk kalyonları kuzeydeki ‘Yaz’ koyuna demirlemiş. Askerler de sahile çıkmış. Adadaki balıkçılar bakmış kimsecikler yok: Gemiye çıkıp tüm ganimeti çalmış ve adaya getirip saklamışlar. Bu adayı şimdi bir oteller zinciri kiralamış. Sezon açılmamış ama bize özel izin ile açtılar; gecesi 1250 Euro imiş.
Kedili şehir Kotor ise surlarıyla çok etkileyici. Kapısında en tepede komünist bir amblem, altında Mareşal Tito’dan bir cümle: “Bizim olmayanı almayız, bizim olanı da vermeyiz.” UNESCO koruması altındaki bu güzel şehre giriyoruz. Sokaklar tenha ama turist gemileri yanaştığında kalabalıktan yürünmüyormuş.
Kahve molası istiyorum. Perast Koyu’na gidiyoruz. Perast’ın denizcileri ve bahriye mektebi meşhur. Kilisenin önünde üç önemli denizcinin heykeli... Koya giren her gemi, düdükleriyle bu gemicileri ve Perast’ı selamlarmış. Biz de babaları bu güzel beldeyi terk ederken selamladık.

Bizim olmayanı almayız, olanı da vermeyiz

Devşirme listeleri nasıl hazırlanırdı?

Karadağ ufacık ama çok şirin bir ülke. İnsanlarıysa biraz büyük. 1.87’lik boyuma rağmen Gülliver diyarında gibi dolaştım. İki metreyi aşan iyi kalpli devler yollarda biraz sakarca yürüyor. Bir metreye yaklaşan kalpaklarıyla yeniçeri kılığında hayal ediyorum devleri.
“Türkler Adriyatik’ten zorla genç çocukları devşirmiş, evlerinden koparmış, hatta kundakta kaçırmış” palavraları vardır ama artık yeniden yazılan tarih gerçeği açıklıyor. Osmanlı kesinlikle tek erkek çocuklu aileden devşirmiyor. Şehir ve kasabalardan değil ücra dağ köylerinden, fakir ailelerden devşirme yapılıyor. Gene bilinenin aksine, her sene değil, iki veya üç senede bir devşiriliyor. Şöyle ki: Muhtarlık bir liste hazırlıyor, aileler erkek çocuklarının devşirilmesi ümidiyle isimlerini öne yazdırmaya çalışıyor. İstanbul’a götürülecek 8-10 yaşlarındaki bu seçmece çocuklar, önce sünnet edilecek, sonra sıkı bir eğitime tabi tutulacaklar. İlerde kimbilir bir yeniçeri ağası, paşa, hatta vezir bile olabilecekler.

False