Sarı-kırmızıdan başka renk giymedi

Güncelleme Tarihi:

Sarı-kırmızıdan başka renk giymedi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 04, 2002 21:59

Sarı kırmızılı formayı, yaklaşık 500 kez, yani en çok giyen futbolcu, diyeceğim ama Bülent Korkmaz zaten milli takım forması hariç, sarı-kırmızıdan başka bir renk giymedi ki.

Galatasaray'dan başka bir kuş tanımadı, tanımak istemedi ki. Ne başka İstanbul takımları, ne Avrupalılar kapısına geldi, ne büyük paralar teklif edildi ama hiç gözü olmadı ki... Romantik bir sadakatle sonuna kadar bağlı olduğu takımıyla arasının açık olduğu dönemde bile, boş mukavele imzalama pahasına inat etti, bırakmadı. Sonuçta onun inadı galip geldi; ‘‘yaşlandı, bıraksın’’ sesleri iyice yükselirken, o azmini konuşturdu; profesyonelliğini, çalışkanlığını, iyi oyunculuğunu kanıtladı. Dolayısıyla, Galatasaray sonuna kadar hakettiği üçüncü yıldızını iftiharla göğsüne takarken, o da bir rekora imza atıyor, 28. kupasını kaldırıyordu. 15 yıllık futbol hayatında sekiz lig şampiyonluğu yaşamış, beş Türkiye, beş Cumhurbaşkanlığı, iki Başbakanlık, altı TSYD, bir UEFA kupası, bir de Süper Kupa kaldırmıştı. Hayatındaki sayılar, hep bir rekoru adres gösteriyordu: 64 kez A Milli Takım'da görev yapmış, 86 Avrupa kupası maçı oynamıştı. Maalesef Türkiye standartlarına göre ‘‘yaşlı’’ bir futbolcu, benim gibi Galatasaray'ı yakından, futbolu uzaktan sevenler için söylemesi zor ve de komik ama 33 yaşında! Ama o Avrupalılar gibi düşünüyor, ‘‘daha birkaç yıl oynayacağım’’ diyor. Oynasın, bu çocuk GS'de oynamayı çok seviyor. Ve hakikaten, yaşına değil, yaptıklarına bakmak gerekiyor.

Hayatıyla hiç ilgisi yok ama bir Öğretmenler Günü çocuğu. 24 Kasım 1968 İstanbul doğumlu bir yay erkeği. Sultanhamam konfeksiyoncusu Osman Bey ile ev hanımı Nevin Hanım'ın üç oğlundan ortancası . Çocukluğu Edirnekapı'da geçer ve tarihi, sur diplerinde peşinden koşturduğu topla başlar, aynı şekilde devam eder. Çocukluğuna dair tarifler bile bir top adamının tarifleri: Okuduğu ilkokul Hattat Ragıp, Karagümrük Vefa Stadı'nın arkasında!

O Galatasaray'ın içine doğmuştur aslında; doğduğunda ailesi GS'lidir. İlkokulu bitirdiğinde Edirnekapı'dan Florya'ya taşınırlar. Aynı yıl Galatasaray Kulübü gelip, tam da babasının satın aldığı evin karşısındaki araziye yerleşir. Artık çocuk ne yapsın; top koşturmak için sur diplerinin yerini, Galatasaray'ın henüz üzerinde hiçbir tesis kurmadığı saha alır. Şanslıdır doğrusu; hangi taraftar, tuttuğu takımın bütün futbolcularının gelip gittiği bir tesise komşu olmak istemez ki. O da bu şansın keyfini iyice çıkarır, GS tesislerinde yapılan seçmeleri, antrenmanları izler, saha boşalır boşalmaz arkadaşlarıyla içine atlayıp hayran olduğu futbolcular gibi top koşturmaya çalışır.

Ve bir gün orada keşfedilir! Ahmet Keskin hocanın, ‘‘Kulübe girer misin?’’ sorusuna evet derken hiç düşünmüş müdür acaba? Tabii ki hayır. Koyu bir Cimbom'lu olan, hatta söylediğine göre kaleci Kayganiç trafik kazasında öldüğünde hüngür hüngür ağlayan babası da hiç itiraz etmez bu duruma. Bülent Korkmaz da başka bir şey olmayı düşünecek zamanı bile bulamadan futbolcu oluverir. Eh okuyamaz da tabii. Şenlikköy Ortaokulu'nu zar zor bitirdikten sonra girdiği Pertevniyal Gece Lisesi'ni ikinci sınıfa geçtiğinde bırakır. İki sene önce dışardan girdiği sınavlarla mezun olana kadar da liseyi bitiremez.

İLK ŞAMPİYONLUK 12 YAŞINDA

Şampiyonluk duygusunu ilk tattığında, GS'nin 12-14'ündedir, İstanbul şampiyonu olurlar. 14-16'ya girdiğinde, aynı zamanda genç takıma çağrılır, çalışkandır ya, GS'nin amatör takımında da oynar. O dönemde de genç takımla Türkiye Şampiyonluğu'nu tadına bakar. Avrupa'da (Almanya) turnuva oynamaya ilk gittiğinde ise yaşı 16'dır. Birçok Avrupa genç takımıyla mücadele eder ve çoğunu yenerken, ilk kez farkeder ‘‘onlarla’’ kendi aralarında bir fark olmadığını. Yine o yıl yaşar, Galatasaray'ın başına sonradan sık sık gelecek bir şeyi: Avrupa'da sıkı takımları yenip, Türkiye dönüşünde oynadıkları gençler şampiyonasının ilk turunda elenirler! Bugün ‘‘gençliğin verdiği büyüklenme duygusu’’na bağladığı bu durumu, ertesi yıl düzeltirler neyse ki, Avrupa turnuvasında üçüncülüğü, Türkiye Gençler Şampiyonası'nda kupayı alırlar. İki yıl önce UEFA Kupası'nı aldıkları maçta çıkan kolunu kendi kendine takıp o kolla bir de 19 kiloluk kupayı kaldırmasına benzer bir şey yaşar bu şampiyonluk mücadelesinde. Balıkesir'deki maç için kente vardıklarında ateşi 39.5'a çıkmıştır. Hastaneye yatırılır ve maça gelmemesi söylenir. Ama o üzerine eşofmanları çekip bir de battaniye alarak yedek kulübesinden kımıldamayacağına söz verir. Maç devam ederken ve takımı 2-0 mağlupken antrenör Adalı lakaplı diğer Bülent'i maça sokmaya karar verir ama seslenirken Adalı demeyi unutur. ‘‘Bülent maça gir’’ cümlesini duyar duymaz, battaniyeyi ve eşofmanları üzerinden atar ki forması, çorapları ve ayakkabılarıyla tam takım hazır! Kendini sahaya atar. Skor 3-2'den 3-3'e döner, maç penaltılarla kazanılır. Bu Bülent'in bir hafta yataktan çıkamamasına neden olacaktır ama olsun.

15 yıl önce Tugay, Hüseyin ve İhsan'la birlikte A takımına seçilir. Yıllardır kurduğu hayalin gerçekleşmesidir bu. Ve böylece zaten futbol olan hayatı, hep futbolla devam eder. Çalışkanlığıyla, herkesten önce antrenmana gelmesiyle, maçlardan bir saat önce ısınmaya başlamasıyla, biraz da maçlardaki hırsı ve hırçınlığı ile tanınır. Hakemlere en çok itiraz edenlerden biridir. Gerçi hırçınlığı son zamanlarda epey azalmış, kendisine daha bir çeki düzen vermiş, sekiz yıl önce aldığı kaptanlık pazubandına uygun özelliklere kavuşmuştur. Ama kimi spor yazarlarının ‘‘ortalık karıştıran elebaşı’’ olduğunu öne sürdükleri, daha hazır değilken ‘‘koşamıyor’’ diye haksızlık ettikleri dönem spor haberi okumayı, spor programı seyretmeyi bırakır. Medyaya olan kırgınlığı bugünlere kadar gelir. O yakından tanıyanlara göre aslında iyi bir insandır.

UEFA KUPASI FALINDA ÇIKTI

Galatasaray'da oynuyor olmanın mutluluğunu bir an bile hissetmeden edemez; bu nedenle içi hep minnet doludur, her bedeli de seve seve öder. Bir gün gelir, gözden düşer (Eh yaşlanmıştır!), tam ‘‘kariyeri bitti’’ düşüncesi yaygınlaşırken, o yeniden parlamayı başarır. Diğer teklifleri bir kenara iterek takımında kalmak için çaba gösterir, parayı değil GS'yi tercih ettiğini boş mukavele imzalayarak kanıtlar. İşte o kötü günlerde, yani ne olacağı belirsiz, sezon başı kampına da başlamamışken, yazlıkta temizlikçi teyze falına bakar. ‘‘Aaa Bülent, sana şöyle üzerinde haç olan bir kupa görünüyor, kocaman’’ der. O aslında fala hiç inanmaz, ama o yıl UEFA kupasını kaldıracaktır. Yani yaşlı olmadığını gösterecek, GS gibi rekabetin ve forma giymenin, hele ‘‘yedek kulübesine düşen bir adam’’ın iflah olmasının çok zor olduğu bir takımda, formasını kaybetmeyecektir. Böylece çok insan sözünü geri alacak, tribünler de daha önce fazla hastası olmadığı Bülent'i bağrına basacaktır. Onun şimdiki derdi, tıpkı Avrupa takımlarında olduğu gibi ‘‘yaşlı da olsa oynayabileceğini’’ ispat etmektir. Bir insanın hayatı bu kadar futbolla doluysa geriye ne kalır? Sözkonusu olan içki, sigara ve gece hayatından hiç hoşlanmayan Bülent'se, cevap ailedir. Nitekim o da elini bu konuda çabuk tutmuş; bir arkadaş toplantısında tanıştığı Banu ile evlenmeye o gün karar vermiştir. Bir yıl içinde, 22 yaşındayken evlenmiş, iki de kız çocuğu sahibi olmuştur. Dokuz yaşındaki Selen ve dört yaşındaki Ezgi, bir kendilerine, bir de Formula 1 ve Ferrari'ye düşkün olan babalarını çok sever elbette.

Dönüp hayatına baktığında memnundur; Türk futbol tarihinde Galatasaray ilklerin takımı değil midir? Ee bu ilkler gerçekleşirken o nerededir? 30-40 yıl sonra sorduklarında anlatacağı, geçmişe dönüp gururla bakacağı öyle çok şey vardır ki. Ha bu arada, ailesi Florya'daki evi kiraya verip Üsküdar'a taşınmıştır ama Bülent, yine GS tesislerine komşu kendi evinden çıkıp, çocuklarına ağaçlar altında kahvaltı yaptırdıktan sonra işine yürümeyi sürdürür.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!