Laboratuvarlar çağdaş KİMERA’larla dolu!

Güncelleme Tarihi:

Laboratuvarlar çağdaş KİMERA’larla dolu
Oluşturulma Tarihi: Aralık 05, 2005 00:00

Kimera aslan başlı, keçi gövdeli, kuyruğu yılanınkini andıran bir canavardır efsanede. Gerçek yaşam laboratuvarlarında ise ‘kimeramsı’ yaratıklar çoktandır üretiliyor. Hastalıkların daha iyi kavranması amacıyla, fare ve benzeri hayvanlara insanlardan alınan bağışıklık sistemi, böbrek, deri ve kas hücreleri aktarılıyor.

Kök hücre araştırmalarının yapıldığı laboratuvarlarda, deneysel amaçlı, insandan hücrelerle diğer canlıların hücreleri,
/images/100/0x0/55eadd0bf018fbb8f89b85cd
türler arası karışımlar yapılıyor. Bir zamanların efsanevi yarı insan yarı hayvan bilim kurgu modelleri, bir şekilde gerçekleştiriliyor..

ABD Ulusal Bilim Akademisi’nin yayımladığı embriyonik kök hücre araştırmaları kılavuzunun, ‘Türlerarası Karışım’ başlığıyla yayımlanan ve bilimden çok bilim kurguymuş izlenimini veren bölümünde, hem insan hem hayvan hücrelerinden oluşan yaratıklar, ya da ‘kimera’lar yaratmanın ‘geçerli bilimsel gerekçeleri’ kabul ediliyordu.

Çoğumuzun Yunan söylencesinden bildiği Kimera sözcüğü, kök hücre teknolojisinin giderek geliştiği şu günlerde çok daha sık karşımıza çıkacak gibi.

Yunan söylencesinde kimera aslan başlı, keçi gövdeli, kuyruğu yılanınkini andıran bir canavar olarak betimlenir. Gerçek yaşam laboratuvarlarında ise ‘kimeramsı’ yaratıklar çoktandır üretiliyor.

Hastalıkların daha iyi kavranması amacıyla, fare ve benzeri hayvanlara insanlardan alınan bağışıklık sistemi, böbrek, deri ve kas hücreleri aktarılıyor.

Bilim insanları, genellikle kusurlu özgün bir organın onarılması amacıyla, on yıllardır insanlara da hayvanlardan alınan kimi organları aktarıyorlar.

1920’lerde Rus kökenli Fransız bilim adamı Serge Voronoff varlıklı erkeklerin spermlerini güçlendirmek amacıyla torba derilerine fare erbezlerinden aldığı parçacıkları eklemek suretiyle servetine servet kattı.

Bu erkekler, en azından bağışıklık sistemleri eklemeleri geri tepinceye dek, kısa süreliğine de olsa kimeralığı yaşadılar.

Yüzde 40’ı insan

Günümüzde artık domuz kapakçıkları düzenli olarak kalp hastalarına takılıyor ve bu yöntem Voronoff’unkine kıyasla çok daha başarılı bir biçimde uygulanıyor.

Bir olasılıkla harmanlama düzeyi çok düşük olduğundan ya da aktarılan parça gözle görülmeyecek denli küçük olduğundan, bu araştırmaların hiç biri bugüne dek çok büyük bir yankı uyandırmadı.

Ne var ki, kök hücre teknolojisinde gelişmeler artık çok daha güçlü karışımların kolaylıkla ve hızla uygulanmasına olanak tanıyor. Daha yolun çok başlarında olan araştırmacılar şimdiden kısmen insan beynine sahip olan fareler ve %40’ı insan organlarından oluşan koyunlar üretmeyi başardılar.

Uzmanlar bu deneylerin ardında hiç bir kötü niyet olmadığına, kimeraların biyomedikal araştırmalara büyük bir katkıda bulunacağına inanıyorlar.

Kötü niyet yok

Ancak, insanlarla hayvanların karışımından elde edilen organizmaların birçok açıdan sıkıntılar yaratacağı da bir gerçek. %1’i insan olan bir fareye belki göz yumulabilir, ama bu oranın %20 ya da %50’ye çıkmasına ne demeli? Böylesi bir yaratığın insana özgü özellikler taşıması durumunda ne olur?

Ne idüğü belirsiz bu yaratık törelere önem veren ve insanlarla öteki hayvanlar arasına kesin bir sınır koyan toplumumuzda ne gibi yeni sorumluluklara yol açabilir?

Kimeranın değeri

Ansızın bu garip yaratıklara duyulan yoğun ilginin nedeni kök hücrelerin tıptaki akılalmaz gücünden kaynaklanıyor.

Blastokist adı verilen ve insan embriyonunun ilk aşamasında oluşan kök hücre yığınından alınan bu kök hücreler bedendeki herhangi bir hücreye dönüşebiliyor.

Kök hücre araştırmaları hızla gelişmekle birlikte, insan bedenine aktarılan hücrelerin zamanla nasıl bir etki yaratacağı, bunların nasıl bir değişime uğrayacakları, ya da başka yerlere göç edip yeni dokular oluşturacakları henüz bilinmiyor.

Yöntemin insanlar üzerinde denenmesi törel açıdan uygun düşmeyeceğinden, bunun önce hayvanlara uygulanması gerekiyor. Hayvanlara insan kök hücreleri yerleştirilmesinin sonucunda kaçınılmaz olarak kimeralar ortaya çıkıyor. Bu da, doğal olarak, bilim çevrelerinde yoğun bir kaygı uyandırıyor.

Bilim adamları, insan hücrelerinin gelişmekte olan bir hayvanın bedenine, ya da, beyin dahil, organlarının işlevine ne denli katkıda bulunacağını henüz tam olarak bilmiyor.

Koyunda insan hücreleri
/images/100/0x0/55eadd0bf018fbb8f89b85cf


Birkaç yıl önce Nevada Üniversitesi’nden Esmail Zanjani, gebeliğin yaklaşık yarısında koyun embriyonlarına insan kök hücreleri aktardı. Sonuçta ortaya çıkan koyunların hemen hemen tüm dokuları insan hücreleri içermekteydi ve kimi organların %40’ı insan hücrelerinden oluşmaktaydı.

Bu durum başlı başına bir sorunsal değilmiş gibi gözükse de, iki önemli soruyu gündeme getiriyor.

Sorulardan ilki gonadlarla ilgili ve özellikle tedirginlik yaratan bir senaryoyu beraberinde getiriyor.

Embriyonik insan kök hücreleri, özellikle gebeliğin çok erken bir döneminde bir hayvan dölütüne aktarılacak olsa, bunların gelişmekte olan organizmanın genlerine karışarak insan spermi ya da yumurtaları üretmeleri ve hayvanın bedeninde bir insan embriyonunun oluşmasına yol açması da oldukça yüksek bir olasılık.

Hayvan dölünde insan

Bu türde iki kimeranın çiftleşmesi durumunda, bir insan sperminin bir insan yumurtasını döllemesi ve sonuçta bir hayvanın döl yatağında insan embriyosunun gelişmesi olası.

Böylesine uygunsuz bir dölütün doğayla uzlaşması düşünelemez. Bu olasılığı ortadan kaldırmak amacıyla Ulusal Bilim Akademisi elini çabuk tutarak iki kimeranın çiftleşmesine kesinlikle göz yumulmayacağı yönünde bir yönerge yayınladı.

İkinci sorun beyinle ilgili ve buna kurallara uygun bir çözüm bulunması çok daha güç.

Çekişmelere yol açabilecek deneylerin önüne geçilmesine çalışmak yeterli olmayacak, çünkü bu tür uygulamalara zaten başlandı.

Parkinson hastalığına bir çözüm bulma amacıyla Yale Üniversitesi’nden Eugene Redmond ve arkadaşları tarafından insanın sinir hücrelerinden alınıp maymunlara aktarılan progenitor adlı kök hücreler beyin hücresine dönüşme yolundaki ilk adımı çoktan attılar.

Harvard Üniversitesi’nden bir ekip, maymun dölütlerine kök hücre aktararak, bunların gelişme, göç etme ve değişim sürecini izliyor. Başkaları da fare beyinlerine benzer işlemler uyguladı.

Yaratık doğar mı?

Bu deneyler sonucunda beyni ve bilişsel yetenekleri insanı andıran bir yaratıkla karşı karşıya kalmak gibi bir durum
/images/100/0x0/55eadd0bf018fbb8f89b85d1
söz konusu olabilir mi? Bu sorunun yanıtı, görünüşe bakılırsa, üç etmene dayanıyor: hücre aktarımı sırasında gelişmenin evresi, eklenen hücrelerin miktarı ve hayvanın bizlere yakınlık düzeyi.

Erişkin bir hayvana aktarılan insan kök hücrelerinin onun bilişsel yetenekleri ya da bedensel oluşumu üzerinde herhangi bir etki yaratması çok düşük bir olasılık olsa da, uygulama sonucunda dölütün ‘insanlaşma’ şansı yükselir.

Hücreler gebeliğin ne denli erken bir aşamasında aktarılırsa, insanlaşma olasılığı da o denli yüksek olur.

Britanya’da bu konuda henüz bir yasa bulunmamakla birlikte, kök hücre araştırmacıları böyle bir uygulamaya gidilmemesi yönünde kendi aralarında bir anlaşmaya varmış durumdalar.

ABD’de devlet destekli araştırmalarda memeli blastokistlere insan kök hücrelerinin aktarılması yasak. Ne var ki, Ulusal Bilim Akademisi kılavuzunda özel ya da resmi destekli araştırmalarda ‘gerekli bilginin başka bir deneyle elde edilememesi’ gerekçesiyle, yetkililerin onayını almaları durumunda bu tür girişimlere göz yumuluyor.

Kanser modeli

Bu süreçte kök hücrelerinin hayvanın neresine aktarıldığı, ne zaman aktarıldığından çok daha önemli bir sorun. Bu konuda dikkatleri üzerine en çok çeken deney, Stanford Üniversitesi’nden Irving Weissman ve arkadaşlarının, StemCells Inc. Adlı şirketle birlikte uyguladığı deney oldu.

Weissman iki yıl önce insanda beyin kanserleri ve ilaç terapilerini araştırmak üzere deneysel bir örnek oluşturma fikrini ortaya attı.

Araştırmacı doğumdan hemen önce sinir hücrelerini yitiren bir dizi fareye, insan sinirsel kök hücreleri aktarmayı ve sonuçta beyni tümden insan sinir hücrelerinden oluşan fareler elde etmeyi düşünüyordu.

Ne var ki, Weissman bugüne dek deneyi başlatamadığı gibi daha uzun süre bekleyeceğe de benzer. Söylenenlere bakılırsa, sinir hücreleri bozuk fareler üretme konusunda sıkıntıları var.

Şempinsan: Şempanze+insan

Bilinç beynimizin her neresinden kaynaklanırsa kaynaklansın, bunun kesinlikle hücresel düzeyde olmadığı ve insan beyninin eşsiz bir yerinde meydana gelen karmaşık etkileşimlerin bir sonucu olduğu biliniyor.

Fare beyni boyut olarak insan beyninin binde birinden küçük olduğu gibi, düzenek olarak da çok daha basit bir yapıya sahip. İnsana özgü özelliklere sahip bir beynin yaratılması için muhtemelen, şempanze gibi, evrimsel açıdan bizlere çok daha yakın bir hayvandan yararlanılması ve deneyin gelişiminin çok erken bir evresinde uygulanması gerekir.

Şimdilik çok düşük bir olasılık olmakla birlikte, böyle bir deney sonucunda bir ‘şempinsan’ ile karşılaşma olasılığı etikçilerin ve politikacıların gözünden kaçmış değil. Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Phoebe R. Berman Biyoetik Enstitüsü’nden bir grup, insan-primat kimeralar sorununa şimdiden el atmış durumda.

Ulusal Bilim Akademisi raporunda da maymun ve öteki primat embriyonlarına insan kök hücreleri aktarılmasına ‘bu aşamada izin verilemeyeceğine’ dikkat çekiliyor.

İnsan otizmi hayvanda

‘Bu aşamada’, sözcükleri kimilerince bu tür uygulamalara duyulan nefretin bir dışavurumu olarak algılanıyor. Ancak, bu uygulamalara ket vurulmamasını gerektirecek çok somut nedenler olabilir.

Mesela, dil, toplumsal ve törel yargılama, ve başkalarının kafalarından geçenleri okuyabilmek gibi yalnızca insana özgü bilişsel yetenekleri sekteye uğratan, hatta yok eden otizm gibi bir hastalığı ele alalım.

Kaliforniya Üniversitesi biyolojik antropoloji uzmanı ve Johns Hopkins grubu üyelerinden Terrence Deacon, otistik birinden alınan hücre örneklerinin klonlanabilmesi ve gelişiminin ilk evrelerindeki bir maymuna aktarılması durumunda hastalığın ardında yatan düzeneklere de ışık tutulabileceğine, otistik maymunlarla normal insan kök hücreleri aktarılan denetim grubu arasındaki beyin yapısı farklılıklarının ve davranış biçimlerinin gözlenebileceğine inanıyor.

Tiksinti unsuru

Çoğu kişi için, azıcık bile olsa, duygu ve düşünceler açısından ‘insanlaştırılmış’ bir hayvanın yaratılması ahlaki açıdan tümden yanlış bir girişim.

Peki neden? En çok öne sürülen gerekçenin ‘tiksinti unsuru’ olduğu görülüyor. İnsan bir şeyin yanlış olduğuna yürekten inanıyorsa, bunun gerekçelerini tam olarak kestiremese de, o şey muhtemelen yanlıştır.

Kök hücre araştırmalarının çoğu insanların tüylerini diken diken etmesi de ‘kimera’ kavramının bizlerde doğuştan uyandırdığı tiksinti duygusandan kaynaklanıyor olabilir; hayvanlarla insanları harmanlamakla birtakım törel tabuları yerle bir ediyor olabiliriz.

Öte yandan, türümüz yüzyıllardır doğaya aykırı uygulamalarla uğraşıyor. Gelgelelim yamyamlık ve ensest gibi kimi kavramlar tüm dünyada tabu olarak algılanırken, eşcinsellik ve ırklararası evlilik gibi kimi ahlaki değerler artık önemini yitirmiş durumda.

İnsan soyuna leke mi?

Kennedy Törebilim Enstitüsü’nden Cynthia Cohen,’1800’lerde birinin bir başkasına kan vermesi tabuydu. Demek ki, tabular gerektiğinde değişebilmeli,’ diyor ve asıl sorunun kimeraların insan kavramına leke sürmesinden kaynaklandığına dikkat çekiyor. Toronto Üniversitesi’nden meslektaşı Phillip Karpowicz de bu tür araştırmaların insanın saygınlığını tehlikeye düşürebileceği görüşüne katılıyor.

İyi de, bir hayli ‘insanlaştırılmış’ bir kimeraya ucube gözüyle bakmak yerine, bunu hayvanın yüceltilmesi yönünde bir girişim olarak ele alsak ne olur?

New Scientist’te yer alan araştırmaşa göer, Wisconsin-Madison Üniversitesi biyoetik uzmanı Robert Streiffer, düşük konumdaki bir hayvanın daha yüksek bir konuma çıkartıldığı bu tür bir girişimin hayvan açısından herhangi bir sakınca yaratmayacağına, hatta insanlarla doğadaki öteki canlılar arasında gerçekte sanıldığı denli büyük bir fark olmadığını anımsatması durumunda, yararlı bile olabileceğine inanıyor.

Ancak Streiffer insan-hayvan karışımına karşı geliştirilen tartışmanın en can alıcı noktasında bu dünyada kendisini alabildiğine yalnız hissedecek o farklı canlının yaşayacağı acıların yattığına parmak basıyor ve,’Tüm bunlar gerçeğe dönüşünceye dek bilim kurgudan ibaret,’ diyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!