Picasso, Mona Lisa’yı çalmakla suçlanmış

Güncelleme Tarihi:

Picasso, Mona Lisa’yı çalmakla suçlanmış
Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2009 00:00

İngiltere’de 23 Nisan’da yayınlanacak bir kitapta ayrıntılarıyla anlatılıyor bu hikaye: 1911’de ressam Picasso, Louvre Müzesi’nden Mona Lisa tablosunu çalmakla suçlanmış...

Dünyanın en ünlü ressamı dünyanın en ünlü resmini çaldığı gerekçesiyle nasıl tutuklandı? R.A. Scotti’nin 23 Nisan’da yayınlanacak kitabı “Kayıp Mona Lisa: Tarihin En Büyük Sanat Hırsızlığının Sıradışı Gerçek Öyküsü” işte bu sorunun peşine düşmüş. Hikayenin bir bölümü zaten biliniyor. Ama kitapta çok ilginç detaylar var. Olaylar şöyle gelişmiş:
Leonardo da Vinci’nin ünlü eseri Mona Lisa, Louvre Müzesi’nden çalındığında takvimler 20 Ağustos 1911’i gösteriyordu. Mona Lisa’nın ortadan kaybolmasından 10 gün sonra, olayı soruşturan polis müfettişi Louis Lepine’in eline büyük bir fırsat geçti. Louvre’un heykellerini çalan Baron Ignace d’Ormegan yakayı ele vermişti. Polis müfettişi heykelleri çalanlarla Mona Lisa’yı çalanların aynı kişiler olduğunu düşünüyordu: Picasso Çetesi!
Çünkü Picasso ve sanatçı arkadaşları, o dönem Marquis de Sade’ın “sanatçı her şeyden önce babasını öldürmek zorundadır” düsturunu şiar edinmişti ve bütün müzeleri yıkıp, modern sanatı doğurtmaktan filan dem vuruyorlardı. Tabii ki topun ağzında da Louvre vardı.
Heykel hırsızı Baron d’Ormegan’ın yakalandığını öğrenen Picasso apar topar Paris’e geri döndü. Çünkü evinde, üstünde “Louvre’un malıdır” yazan iki heykel bulunuyordu. Bronz çağından kalma kadın ve erkek heykelleriydi bunlar. Picasso ve çete arkadaşı Guillaume Appollinaire paniğe kapıldılar, suçtan sıyırmak için çeşitli planlar yaptılar ama bir işe yaramadı. İlk tutuklanan Apollinaire oldu, ardından Picasso da sorguya alındı. Yüzleştirildiklerinde birbirlerini tanımadıklarını söylediler. Picasso hemen bırakıldı, Appollinaire beş gün gözaltında tutuldu, sonra o da bırakıldı.
Peki sonra ne oldu, merak ediyor musunuz? İki yıl sonra 1913’te, İtalyan antikacı Alfredo Geri, “Leonardo” imzalı bir mektup aldı. “Leonardo”, Mona Lisa’nın kendi elinde olduğunu, 500 bin lirete satabileceğini söylüyordu. Geri, bunu ciddiye aldı, “Leonardo” ile buluştu. Adam, bavulunun içinden gerçekten de Mona Lisa’yı çıkardı. Geri, hemen İtalyan polisiyle irtibat kurdu ve ertesi gün gerçek adı Vincenzo Peruggia olan hırsız yakalandı. Hırsızın, daha önce Louvre’da çalıştığı anlaşıldı.
Mona Lisa da 30 Aralık 1913’te yeniden Louvre’a döndü.

Bu şarkılar kimi söyler

Dün Hürriyet Cumartesi ekinde Manga’nın yeni çıkan albümüyle ilgili bir haberi vardı Hakan Gence’nin. Albümde yer alan Sessizlik Sona Erdi şarkısında Manga, müzik dünyasında yaşadığı kırgınlıkları anlatmış.
Konuşmayı sevmediklerini o yüzden kendilerini eleştirenlerle ilgili düşüncelerini şarkılarıyla anlattıklarını söylemişler. Şarkıda yer alan “Bahçesinde kahpelik yaptılar sızladı Sinan’ın tüm kemikleri/ Nerede okutursan okut sen değiştiremezsin eşeği” sözlerinin 2005’te Mimar Sinan Üniversitesi’nde verdikleri konser sırasında, birkaç kişinin gruba yumurta atmasını protesto için yazdıkları iddia ediliyor.
Biliyorsunuz, edebiyat dünyasında intikam romanları vardır. Şiirde ise başlı başına bir türdür yergi. Sanıyorum müzik dünyası da bunu seviyor. Şöyle bir düşündüm de ne çok şarkı aklıma geldi. Doğrulatmak mümkün değildir böyle iddiaları ama şehir efsanesi gibi kulaktan kulağa dolaşırlar.

SEN NEYMİŞSİN BE ABİ?

Bu türde duyduğum en ünlü parça Mazhar-Fuat-Özkan’ınkidir. Sen Neymişsin Be Abi her şeyi bilen, her şeyden anlayan birini anlatır. O kişi bir dönem yakın dost oldukları Ayhan Sicimoğlu’ymuş.
Yaşadıklarından etkilenerek şarkı yazanların başında Sezen Aksu gelir. Bırakın ayrıldığı sevgililere yazılan şarkıları, menajeri Yaşar Gaga’yla yollarını ayırınca bile “Menajer Lazım” diye şarkı yazmıştı...
En son yazılmış intikam şarkılarından biri de genç kızların gözdesi Keremcem’den gelmişti. Yasemin Ergene’nin kendisinden sonra İzzet Özilhan ile birlikte olmasına bozulup Ferrari adlı bir parça yapmıştı.
İlhan Şeşen’in Bize Neler Oluyor parçasını da Sumru Yavrucak’a yazdığını biliyor muydunuz?
Dediğim gibi bu alanda müzik dünyası edebiyat dünyasına göre ileride.
Sahi, İsmil YK’yı kim kızdırmıştı acaba, en büyük bedduayı o etti şarkısında Allah Belanı Versin diyerek.

Türkiye’de yaklaşık 3000 yazar var

İki aylık edebiyat dergisi Notos’un Nisan-Mayıs aylarını kapsayan 15’inci sayısını okuyorum. Derginin kapağı Dostoyevski’ye ayrılmış. “Daha 1000 yıl okunacak” mottosuyla hazırlanan dosyada çok kapsamlı yazılar yer alıyor.
Ben derginin başındaki üç beş sayfalık haber bülümünü de çok seviyorum. Onlardan birinde Türkiye’de kayıtlı yazar sayıları veriliyor. Yani yazar örgütlerinin kaç üyesi olduğu bilgisi.
Türkiye’deki yazar örgütlerinin ilk akla gelenlerinin üye sayıları şöyleymiş: Yazarlar Sendikası’nın 683, Pen Yazarlar Derneği’nin 539, Edebiyatçılar Derneği’nin ise 1.150.
Bir de daha çok sağ eğilimli yazarların üye olduğu Türkiye Yazarlar Birliği var. Onu da ben merak edip aradım ve üye sayısının 1.200 olduğunu öğrendim.
Bir yazar birden fazla derneğe üye olabilir, yani rakamları alt alta yazıp toplayarak Türkiye’de kaç yazar olduğunu bulamayız ama az çok bir fikir edinebiliriz. Hiçbir derneğe üye olmayanları, kendini yazar görmeyenleri de ekleyebiliriz bu rakamlara.
Kabaca Türkiye’de üç bin kadar yazar olduğunu söyleyebiliriz.
Kitap basımlarının binlere kadar düştüğü düşünülünce, yazarların dışında kimsenin kitap okumadığını ya da yazarların kitap okumadığı sonucunu çıkartabilir miyiz buradan dersiniz?

Yazgülü Aldoğan romanının adını niye değiştirdi

Edebiyat dünyasına adım atan gazeteciler arasına Yazgülü Aldoğan da katılıyor. Bir süredir yazdığı romandan bahsediyordu ama yayınlamak konusunda kararsızdı. Hem farklı bir alanda bir eserle ortaya çıkmanın çekimserliği hem de kitabın içerdiği cinselliğin dozuydu onu böylesine kararsız kılan.
Cinsellikle ilgili çekincesini oğlu gidermiş duyduğuma göre, “Aman anne ne var bunda” diyerek. Edebiyat alanındakini de yazar dostları.
Kitap önümüzdeki hafta piyasada olacak.
Fakat bu süreçte en çok romanın isminde zorlanmış.
Kiralık Erkekler olarak basıma girmiş roman ancak, Aldoğan bir dostuyla sohbet ederken çok ucuz bulmuş bu ismi ve uykusuz geçen bir gecenin ardından apar topar Everest Yayınları’nı arayarak baskıyı durdurmalarını rica etmiş.
Bir yandan da daha ilk romanda yazar kaprisi mi yapıyorum acaba, diye içi içini yiyormuş. Neyse editörü Rana Gürtuna rahatlatmış kendisini, “Zaten matbaacılar da beğenmemişti Kiralık Erkekler ismini” diye.
Sonunda kitabın ismi ne mi olmuş?
Kiralık Adam!
Issız Adam’dan sonra şimdi de Kiralık Adam’la tanışacağız demek ki.

Cenevre Kitap Fuarı’nda Türkiye var, yayıncısı yok

Geçen yıl Frankfurt Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu olan Türkiye ufak tefek tartışmalara rağmen yüzünün akıyla bu işin altından kalkmıştı. Sivil toplum kuruluşları, yayınevleri ve devletin işbirliği vardı bu başarının altında.
Ancak devlet sonraki fuarlarda yayıncılarla işbirliği yapmaktan vazgeçti. Paris Kitap Fuarı’nda izlediği bu tutumu şimdi de Cenevre Kitap Fuarı’nda sürdürüyor.
Üstelik Cenevre Kitap Fuarı’nın bu yılki Onur Konuğu da Türkiye.
Kültür Bakanlığı yayıncı ve yazar örgütlerine danışmadan kendisi hazırlamış fuar programını. 600 metrekarelik bir alan kiralamış kitap sergilemek için.
TEDA Projesi kapsamında Kültür Bakanlığı’nın katkısıyla yabancı dillere çevrilen Türk yazarların kitapları sergilenecek ve Frankfurt için hazırlanan broşürler dağıtılacak herhalde, diyor yayıncılar.
Gerçi yazarlar çağrılmış fuara: Aralarında Ataol Behramoğlu, Perihan Mağden, Timour Muhiddin, Hasan Kaçan, Mehmet Murat Somer, Behiç Ak, Nedim Gürsel, Sema Kaygusuz gibi isimler yer alıyor.
Bu durumda Cenevre Kitap Fuarı’na katılanlar Türkiye’de sadece devlet yayıncılığı yapıldığını düşünmezler mi?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!