Önce teşekkür sonra Sizden Gelenler

Güncelleme Tarihi:

Önce teşekkür sonra Sizden Gelenler
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 30, 2004 19:29

Arkadaşım DENİZ’in sünnet fotoğrafı - Ve babasından bir güzel anekdot - Şehnaz Hanım bir habere kızmış - Ufuk Cebeci de bir diğerini tiye alıyor - Ertuğrul Özbay hepimiz gibi trafikten şikayetçi - Yelda Gündüzalp, kadınların ‘manidar’ bakışını överken biz erkekleri fena harcamış (Benim bakışımı bir görse halbuki...) - Battal Karabaş da bize bir IMF fıkrası attırmış...


ÖNCE BİR TOPLU TEŞEKKÜR

Haberin Devamı

Önce bir teşekkür: Hani sizden gelen e-postaları Türkçe karaktere çevirmek zor oluyor dedim ya, birçok mesaj aldım, çeşitli formüller öneriyorsunuz bana. Hepinizin adını tek tek veremiyorum, onun için topluca teşekkür ederim.

Bir çoğunuz gibi, Sabancı Üniversitesi’nden Özlem Çetinoğlu’nun da önerdiği adresindeki program gerçekten pratik, kesine yakın sonuç veriyor. Hepinize gerçekten teşekkür ediyorum.

Bu arada, Caner Can da sağ olsun bana bu adresi önermiş ve önermekle kalmamış, bir de ‘düzeltme örneği’ gönderivermiş. Şöyle :

Ýlk Hali

"Bu kosullarda Turkiye'nin benimseyecegi akilci hareket tarzi
elindeki kozlari heba etmeden AB'ye tam uyelik icin yesil isik
yakilan ikinci grup ulkelerin en basinda yer almayi
hedeflemektir."

Düzeltilmiþ Hali

"Bu koþullarda Türkiye'nin benimseyeceði akýlcý hareket tarzý
elindeki kozlarý heba etmeden AB'ye tam üyelik için yeþil ýþýk
yakýlan ikinci grup ülkelerin en baþýnda yer almayý
hedeflemektir."

Bir arkadaşım var, Ömer, çocukluğunda (Ayper Hanım okuma!) ‘k’ harfini söyleyemezdi, ‘t’ derdi. Mesela ‘kalem’ yerine ‘talem’ derdi. Bir gün, eve dönen babasınan boynuna atlamış:

- Babacığım, müjde, ben artık ‘tapıyı tapa’ demiyorum, demiş.
- Aferin benim güzel oğluma, nasıl söylüyorsun bakalım?
- ‘Tapıyı tapa’ diyorum...

Yukarıdaki düzeltilmiş metin de buna benzemiş...

(ÖNEMLİ NOT : Sevgili Caner bizim köşenin kıdemli kademeli e-dostlarındandır, böyle takıldım diye bana kızmaz, biliyorum. Hayır Caner kızmaz da, şimdi siz ‘Adam sana yardım ediyor, sen makaraya alıyorsun!’ diye fesatlık yaparsınız... Bu gırgır durum Caner’in kabahati değil zaten, yine bizim sistem şaşırmış belli ki...)


*

HİÇ BİR ARKADAŞINIZ SÜNNET OLDU MU SİZİN?

Evet, bir arkadaşınızın SÜNNET’ine davet edildiniz mi siz? (Çocukken değil tabii, bu yaşta...)

Ben davet edildim, ama gidemedim. Bari DENİZ’in bir sünnet fotoğrafını yayımlayayım da, uzaktan da olsa yanaklarından öpeyim dedim...

Deniz’in babası, e-dostum Rasim Bey bana birkaç hatıra fotoğrafı göndermiş, bir tane yayımlayabildiğim için yandakini seçtim: Deniz, yapılan işi kontrol ediyor! (Bu arada, boynundaki ‘Sanal Cumhuriyet altını’ da Serdar Abisi’nin hediyesidir. Sağolsun annesi ve babası, altını boynuna asmış düğünden sonra...)

Küçük arkadaşıma sağlık, mutluluk ve başarı diliyorum!..

Bahtı açık olsun inşallah!


(Not: Oğlum doğduğunda askerdim, Kars’ın Allahüekber dağlarında... Doğar doğmaz sünnet ettirelim, sonradan dert olmasın, dedik. İyi de ettik. Ama, askerliğim bitip aylarca sonra eve döndüğümde beni bir sürpriz bekliyordu. Kadim kardeşlerim, Kemal ve Melih bu işe çok içerlemişler meğer, ‘Bizim grubun ilk erkek çocuğudur, kirvesi biz oluruz’ demişlermiş, ben hastanede ameliyat ettirince intikam yemini etmişler. Atilla ve Osman da katılmış, bana bir ‘temsili sünnet töreni’ düzenlemişler. Oğluma değil, dikkatinizi çekerim, bana! Eniştem imam rolünde, biri elinde koca bir bıçakla sünnetçi, diğeri darbukasıyla çengi... Bana bir entari diktirmişler, başımda yaldızlı sünnet takkesi, boynumda kırmızı harflerle Maşallah, bir sünnet bebesi yatağı... İlk defa tanıştığımız Fransızlar da vardı o gün tesadüf, yüzlerindeki şaşkınlık ve dehşeti unutamam... Demek istediğim, Deniz’in neler hissettiğini bilirim!)


*

BÖYLE BİR BELÇİKA FIKRASI VARDI...

Bu arada, arkadaşım Deniz’in babası e-dostum Rasim Duran’dan şöyle bir mesaj daha var:

Merhaba Serdar Bey,

dün televizyondaydı. Trafik polisi anlatıyor başından geçen bir olayı.

100 km/saatlik yolda 180 km ile giden aracı durduruyorlar.

Polis soruyor: Niçin bu kadar hızlı gidiyorsun?

Şoför gayet rahat cevap veriyor: Benzinim bitmek üzere de, benzinciye yetişmeye çalışıyorumdum...

Selamlar, saygılar

Rasim

NOT: Kaleiçi ne güzeldir şimdi... Dışarıda da hava yağıyor... Off ki of...

(Adil anlatmıştı, ben de yazmıştım, hatta ‘Böyle bir Belçika fıkrası vardı, demek ki gerçek bir hikayeymiş, diye. Hani trafikte mikrofon uzatıp şoföre sormuşlar ‘Benzin zamları hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye. ‘Beni ırgalamaz, ben her zaman 10 milyonluk benzin alıyorum’ demiş adam... Bu da ona benzedi.)


*

BİRİ ÜFÜRMÜŞ AMA...

Günaydın Serdar Bey,

sabah sabah tilt oldum nereye yazsam bilemedim; kura çektim size çıktı durumu yani :-)

Hürriyet'te bir haber çıktı; ünlü Alman tolkşovcu Stefan Raab, Mustafa Sandal için Türkiye'ye geliyormuş da, 27 kişilik miymiş neymiş ekibi de, ilk kez yurtdışında çekim yapacakmış da!!!

Stefan Raab, Almanya adına Eurovision'a katılan parçanın bestecisi, yarışmacı Max da kendi programında seçilerek Almanya elemelerine katıldığından, ekip olarak aylardır Alman televizyonlarından izlenen bir süreç söz konuşu... Bundan Türk gazetecilerinin haberi yok galiba. Yahut Mustafa Sandal kafalandı. Ya da Mustafa Sandal şişirdi.

Sonuçta masa başı haber!

Kınıyorum saygılarımla efendim.

İyi çalışmalar sevgiler

Şehnaz Azcan


*

VALLAHİ DOĞRU YAHU!

Serdar bey,

bugünkü Hürriyet’te Trabzon'da Türk-İspanyol dostluk anıtının açıldığına dair bir haber vardı. Anıtta yaralı bir İspanyol askerin Türk askeri tarafından taşınması temsil edilmiş.

İyi güzel de... Kazada kurtulan ya da daha sonra hayatını kaybeden olmadı ki, İspanyol asker yaralı yaralı Türk askeri tarafından taşınsın.

Tam bir ‘Temel haberi’ değil mı sizce?

Keşke yapılan törenlerde Trabzon havaalanına sisli günlerde iniş kalkışı kolaylaştıracak cihazların alınması ile ilgili açıklama da yapılsa idi.

Ufuk Cebeci / Toronto


*

TRAFİĞE İSYAN EDEN BİR DOSTUMUZ...

Sayın Serdar Devrim,

İstanbul içi uzak-yakın mesafelere gerek kendi aracımızla, gerek diğer insanların (ticari araçları kullanan şoförler, yakın arkadaşlarımız, aile bireyleri) kullandığı araçlarla trafiğe çıkmak sanırım hepimizin ortak stres kaynağı.

Aslında, yolda yürümesini dahi beceremeyen, yaya dahi olamayan toplumun bireylerine, bizlere, ehliyet verilmesinin 'CİNAYETE TEŞVİK' olarak suç kapsamına dahil edilmesini hangi kuruma hangi bakanlığa iletmem gerekiyor?

Acil yardımlarınızı rica ediyorum.

Yer: Beşiktaş ya da İstanbul' da herhangi bir yol...
Işık: Araçlara yanan ‘yeşil’
Trafik: Barbaros’tan Yaratan’a sığınarak kaptırıp inen, üç şeritlik yolda hız düşürmeden 5 şerit halinde inen çeşitli araçlar...

1.Durum: Kendini, Formula-1 yarışçısı zanneden araç sürücüleri milimetrik hareketlerle birbirlerini sollamaya ve sağlamaya çalışırken, bu milimetrik hesaplara desimetrik ataklarda bulunan kuryeler saatte en az 80 km hızla ilerlemekte ve yanan ‘yeşil’ ışığı bir çeşit başlama çizgisi şeklinde algılayarak hız kesmeden ilerlemekteler...

2.Durum: Araçlara yanan yeşil ışığı, kendisine yanan kırmızı ışığı bir çeşit 'Hücum!' emri gibi algılayan kahraman Türk yayaları kimi zaman kıvrak bel hareketleri ile kimi zaman da 'sonsuz kırsal alanda' dolaşıyormuş duygusuna kapılarak elleri ceplerinde, üstüne gelen araçlara sert ifadelerle bakarak ağır ve emin adımlarla karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorlar.

3.Durum: ‘Yeşil’ ışığın ‘Kırmızı’ya geçme durumuna saniyeler kala hızla inen araçlar, yayalarla burun buruna geldiklerinde, hızlarını kesmeksizin kıvrak manevralarla yollarına devam ederken, ya da aniden frene basma neticesi meydana gelen ya da meydana gelmesine saliseler kalan kazalara, o anda karşıdan karşıya geçmekte olan yayanın duruşu: kafa 90 derecelik acıyla çevrilmiş soran suçlayan hatta küfreden gözlerle araca sürücüsüne bakmaktadır. Durumun meydana geldiği yerde hep bir veya birçok polis vardır ama onlar ya sürekli düdük çalarak trafiği düzenlemeye çalışırlar, ya da Emniyet’in kendilerine tahsis etmiş olduğu trafik polisi aracında derin sohbete dalmışlardır. Olayı yaşayan ya da yaşamasına an meselesi kalan araç sürücüsü, bir yandan kornaya basmakta, bir yandan el kol hareketleri yapmakta ve bir yandan da bağırarak küfretmektedir. Bu durum sonunda kaza meydana geldiğinde yaya kadar sürücü de suçlanacaktır ama rüşveti veren durumu kurtaracaktır aynı zamanda...

4.Durum: Biraz önceki durumdan dolayı kaza meydana gelmemişse, yaya yoluna devam etmiş, sürücü gideceği noktaya devam etmiştir. Sürücü, aracını bir banka para ödeme makinasının olduğu yerde, park etmesi yasak olduğu halde, kaldırıma tam yanaşma lüzumu dahi görmeksizin bırakarak aracından inmiş olabilir, kendisine korna çalan araçların arasından bağıra çağıra geçerek para ödeme makinasına ya da gideceği yere doğru ilerlemeye başlar. Sonuc: İstanbul caddeleri, hemen trafiğe kapatılmalıdır. Caddeler, sokaklar yayalara tahsis edilmelidir. Araç sürme yetki belgeleri geri alınmalıdır. Yayalar rahat bırakılmalıdır. Bu vesile ile, hergün işine giderken ruhsal çöküntü yaşayan değerli vatandaşlarımızın daha sağlıklı bir ruh haliyle işlerine yürüyerek gitmeleri sağlanmalıdır.. Trafik polisleri, böylelikle araçlarında daha sağlıklı sohbetler yapabileceklerdir. Sohbetleri, meydana gelen kazlardan dolayı yarım kalmayacaktir. Onlarında ruh sağlıkları düzelecektir. Saygılarımla..

A.Ertuğrul ÖZBAY

PS: Aracımı park etmiş olduğum yerden 24 saattır çıkaramıyorum, çünkü aracını diğer araçların çıkışını engelleyecek şekilde sokak ortasına park etmiş olan değerli vatandaşımızın kim olduğunu bilmiyoruz ve çağırmış olduğumuz araç çekici sokağın dar olması nedeniyle sokağa girememiş olup geldiği gibi boş gitmiştir...

PS2: Size içimi dökeyim dedim...


*

GÖZLERİME İYİ BAK YELDA!

“Kadınları türban değil, gözündeki ifade korur"demiş Suriye'nin kadın Devlet Bakanı Bouthaina.

Alt tarafı bir çift organla bu kadar çok iş başarıldığı görülmemiştir.

Yeryüzündeki bütün canlıların gözleri sadece bakıp görmeye yaradığı halde kadın kısmı neredeyse bir tek ortalığı süpüremez gözleriyle.

Sever, sevişir, beğenir...

Döver, küser, barışır...

Nefret eder, hesap sorar, azarlar...

Kovar, çağırır, alay eder...

”Erkek de bir insanoğlu, o da yapar"demeyin!

Erkekler her durumda öyle bön bön bakarlar. Asla ne demek istediklerini
anlamazsınız.

Gözlerini konuşturan sadece kadınlardır.

Çocukluğunuzu düşünün... Annenizin bin türlü bakışı gelecektir aklınıza.

”Misafirler gitsin ben sana gösteririm” bakışı..

”Hadi artık odana git, yat” bakışı...

“Ağzını şapırdatma!” bakışı...

”Kıçım tutulsaydı da seni doğurmasaydım” bakışı...

“Aynı babası!” bakışı...

Babanızdan bir bakış var mı aklınızda?

Hiç zannetmiyorum olduğunu. Babayla göz göze bile gelinmez öyle zırt
pırt.

Şimdi büyüklüğünüzü düşünün...

Kaç kadın bir bakışın peşinden gitmiştir?

Hiç...

Peki kaç erkek bir bakış uğruna odu ocağı terk etmistir?

Çok....

Yelda Gündüzalp


*

KÖPÜRTMEYELİM BATTAL BEY!

Bir gün bir dostuma sordum.

- Dostum , IMF hakkında ne düsünüyorsun?
- Bir fıkra ile anlatsam?
- Olur!
- Birgün iki tane kurbağa ayran bakracına düşmüş. Çırpınmaya başlamışlar. Bir tanesi bir süre çırpındıktan sonra kurtuluş olmayacağını anlayıp,kendini salıvermis. Boğulup gitmiş. Diğeri işe çırpınmaya devam etmiş. Çırpındıkça, ayranın yağı üstte birikmeye başlamış. Kurbağa, üzerine oturabileceği kadar yağ birikince, çıkıp yağın üzerine oturmuş.
- Kurtulmuş mu?
- Hayır! Aksine asıl o zaman yanmış... Ayran sahibi kurbağayı diğer bakraca atmış. Kurbağa çırpındıkça ayranın üzerinde yağ tabakası oluşuyormuş. Kurbağa tam kurtulduğunu zannederken, ayran sahibi, biriken yağları toplayıp kurbağayı diğer bakraca atıyormuş. Bu böylece sürüp gitmiş.
- Eeee?
- Ee’si Şu: Biz çırpındıkça, IMF, 'sizi kurtarıyorum' diye bizi alıyor diğer bakraca atıyor. Ve biriken yağları o topluyor. Hepsi bu kadar.

Battal Karabaş

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!