Nâzım Hikmet’in mezarı başında bir imza günü

Güncelleme Tarihi:

Nâzım Hikmet’in mezarı başında bir imza günü
Oluşturulma Tarihi: Haziran 12, 2011 00:00

Nazım Hikmet’in 48’inci ölüm yılında mezarı başında düzenlenen anma günü ilginç bir olaya ev sahipliği yaptı. Anma törenine katılan sanatçılardan Musa Eroğlu’na, Yılmaz Özdil’in ‘İsim, Şehir, Hayvan’ adlı kitabı imzalattırıldı

3 Haziran’da büyük şair Nâzım Hikmet ölümünün 48’inci yılında dünyanın dört bir yanında sevenleri tarafından bir kez daha anıldı. Kuşkusuz en önemlisi Moskova’da mezarı başında yapılan anmaydı.
Rus-Türk İşadamları Birliği’nin (RTİB) organize ettiği Nâzım Hikmet anma törenleri, Moskova’daki Türk toplumunun geniş katılımıyla gerçekleştirildi.
Anma törenine Türkiye’den yeni çıkan ‘Hava Kurşun Gibi Ağır’ isimli romanında Nâzım Hikmet’in hayatını yazan Hıfzı Topuz, şair Ataol Behramoğlu, sanatçı Musa Eroğlu ve Nâzım Hikmet’in yurtdışı telif haklarını temsil eden Kalem Ajans’tan Nermin Mollaoğlu katıldı.
3 Haziran 1963’de hayatını kaybeden Nâzım Hikmet için Novodeviçi Sanatkârlar Mezarlığı’nda yapılan anma töreninden sonra Rusça olarak yayınlanan Nâzım Hikmet şiir kitabı ücretsiz olarak dağıtıldı.
Törene katılanlar bu kitabı sadece Ataol Behramoğlu, Hıfzı Topuz değil Musa Eroğlu’na da imzalattılar.
Bu mezar başı imza töreninin en ilginç karesiyse katılanların yanlarında getirdikleri Yılmaz Özdil’in çok satan kitabı ‘İsim, Şehir, Hayvan’ı da imzalatmaları oldu.
Son dönemde çok satanlar listelerinde bir numarayı kimseye bırakmayan Özdil, imza günlerinin de starı haline geldi biliyorsunuz. Nerede imza günü yapsa izdiham yaşanıyor ve önünde yüzlerce metre kuyruklar oluşuyor.
Moskova’da yaşayan hayranları da o gün kendisini bulamasalar da çareyi kitabı gıyabında Musa Eroğlu’na imzalatmakta buldular.

Yaptığı işin parasını aldı ama sergileyemedi

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı bu ay içinde hesaplarını kapatarak kepengi indiriyor. Son faaliyet olarak olarak, düzenledikleri üç basın gezisiyle tarihi eser restorasyonlarını göstermişlerdi.
Ancak proje sahiplerinin şikayetlerinin ardı arkası kesilecek gibi görünmüyor.
En son, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve seramik sanatçısı Sakine Çil parasını aldığı işinin sergilenememesinden, yani sansürlenmesinden şikayetçi.
Projenin adı ‘O Bir İstanbullu’. Görsel Sanatlar Yönetmenliği’nin kabul ettiği projeyle İstanbulluların, yaşadıkları kentle ilgili dilekleri, şikayetleri ve memnuniyetleri poster haline getirilerek kentin çeşitli noktalarındaki bilboardlara asılacakmış. Hazırlanan 150 posterin 75’i bir hafta, diğer 75’i de ikinci hafta olmak üzere toplam 15 gün bilboardlarda kalacakmış. Dağıtım şirketine 31 Ekim 2010’da teslim edilen ilk posta afişlerin birkaç tanesi bir-iki gün asıldığı yerde kalabilmiş ve sonra ebediyen proje rafa kaldırılmış.
Sakine Çil yarım kalan işinin peşine düştüğünde, parası ödenerek olay geçiştirilmeye çalışılmış. Ama onun derdi para değil, işinin projede olduğu gibi sergilenmesi. Ajans kapılarını kapatınca da başvuracak bir merci kalmayacağı için telaş içinde.
Ah Sakine Hanım ah...
Siz eleştiri kültürünün yerleştiği ileri demokrasiyle yönetilen bir ülkede olduğunuzun farkında değil misiniz?
İstanbul’un aksaklıklarını afişe edeceksiniz ve belediye de size bunun için yer tahsis edecek!!!
Çok ileri görüşlüsünüz çok.
Ajans’ın Görsel Sanatlar Yönetmenliği başta bu projeyi nasıl kabul etmiş, ben asıl onu merak ettim.

İstanbul’da son tango

Geçan haftanın gündemi Hande Ataizi ile Cihan Ünal arasında yaşanan ‘sahnede taciz’ iddiasıydı. ‘Özel Hayatlar’ adlı oyunda ‘yakın’ sahneleri bulunan Ataizi ve Ünal’ın arası bu taciz yüzünden açıldı ve olay, Ataizi’nin oyundan ayrılmasıyla ortaya çıktı.
Tiyatro dünyasından böyle başka vaka hatırlamıyorum ama sinemadan hemen iki örnek geldi aklıma.
İlki, ‘Paris’te Son Tango’nun efsane sevişme sahnesi. Boş apatman dairesinde Marlon Brando ile Maria Schneider’in sevişme sahneleri yüzünden film pek çok yerde yasaklanmıştı. Hatta Türkiye’de de uzun yıllar sonra gösterilebilmişti. Marlon Brando’nun bu sahnede tereyağı fantezisi yapıp Schneider ile gerçekten seviştiği söylenmişti. Hatta bu sahne yüzünden Maria Schneider’in yönetmen Bernardo Bertolucci ile bir daha konuşmadığı, ağır bir depresyona girerek uyuşturucu kullandığı ve bir kaç kez intihara kalkıştığı iddia edilmişti.
İkinci film ise ‘Postacı Kapıyı İki Kere Çalar’. Jack Nicholson ile Jessica Lange’ın mutfak tezgahındaki sevişme sahnesinin gerçekten yaşandığı da sinema tarihinin en çok konuşulan dedikodularından biri.

Muzır Kurulu kaç sattırır

Önce William S. Burroughs’nun ‘Yumuşak Makine’si ardından Chuck Palahniuk’un ‘Ölüm Pornosu’. Her iki kitap hakkında müstehcenlik nedeniyle soruşturma açıldı ve Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu da dava açılması yönünde bilirkişi raporu verdi.
Her iki kitap da yasaklanmış değil. Bazı haberler bu yönde çıksa da sadece haklarında dava açıldı, toplatma kararı çıkmadı.
Merak ettim bütün bu davaların kitapların satışını nasıl etkilediğini.
Sel Yayıncılık, 2 bin adet bastığı kitabın henüz bin adedini tüketememişken kitaba dava açıldı ve baskı hemen tükendi. Fırlama bir zeka örneğiyle kitabın ikinci baskısında arka kapağa Muzır Kurulu’nun yazdığı bilirkişi raporunu koydular: “Biz bundan daha iyi tanıtım yazısı yazamazdık” diyerek. Kitabın 2 bin yapılan ikinci baskısı da tükenmek üzereymiş. Yani ‘Yumuşak Makine’ye 3 bin adet gibi bir satış getirdi Muzır Kurulu.
Chuck Palapniuk’un ‘Ölüm Pornosu’ndaysa sürecin arkası kesilmek bilmiyor. Muzır Kurulu’nun dava açılması yönünde karar vermesi yetmiyor, kitabın çevirmeni Bodrum’da karakola ifade vermeye çağrılarak çeşitli hakaretlere maruz kalıyor.
Kısaca ‘Ölüm Pornosu’ gündemdeki yerini koruyor bu şekilde.
Kitaba dava ikinci baskının henüz başındayken açılmış ve bugün beşinci baskısı tükenmek üzere. Yani kabaca bir tahminle toplam 8 bin adet demek bu sürecin getirdiği satış.
O zaman sloganımız hazır: “Muzır Kurulu çok sattırır.”
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!