Kapadokya’da düşle gerçek arasında

Güncelleme Tarihi:

Kapadokya’da düşle gerçek arasında
Oluşturulma Tarihi: Şubat 03, 2014 01:09

Şubatta Kapadokya’nın gökyüzü kristal kadar berraktır. Doğu ufkunda tüm heybetiyle yükselen Erciyes, elinizi uzatsanız dokunacak kadar yakınlaşır. Uçhisar ya da Avanos’tan dağları seyretmek düş gücünü kışkırtır. Hititler’e kadar uzanan, efsanelerle dolu bir serüvene sürüklenirsiniz.

Haberin Devamı

Nevşehir karayolunda, Uçhisar’ı sağ yana alarak doruğa çıktık. Niyetimiz otomobili tam gaz sürmekti. Fakat bir mucize! Sağa açılan doğal tüf katmerleri, aşağı doğru inen derin oylum gözlerimize takıldı.
İşte orada tansık, mucize! Bu durumda, bir doğa ritüeliyle karşılaştığınızı anımsayın, yeter.
Dünyanın dönüşü göz önünde apaçıktır. Doğa, kendine içrek tapınımlı mistik çemberle döner. Doğa tılsımlıdır. Romalı Mevlana bu gizemi, dönüşlü yansılar: Şems güneşine döne döne... Yunus şiiri buralarda bulmuş, Yesevi dergahından Hacı Bektaş burayı bu nedenle yurt kılmış. Bu dönüşler kimileyin gözle görülür, yürek vuruşları sezer. Katılabilirsiniz bu döngülere. Olduğunuz yerde kalıverirsiniz kimi zaman. Biz de olduğumuz yerde yontular gibi kaldık.
Birden algıladık: Kapadokya’da böyle bizim gibi tüf taşına dönüşenler, o doğayı mistik, melankolik ve biraz romantik tınılarla melodik bir ruh panayırı yapmış. Burada tüf taşına sarılan ses fark alır. Her göz, her tılsımı görmez; her yürek işitmez o melodik tınıları.

Haberin Devamı

RUHLARIN OYUNU

Orada durduk! Mucize, tansık; omuz üzerinde apak bir Himalaya burcu gibi kendisini gösterdi. Sanki Kuzey Kutbu’ndan bir buz silsilesi kopup oraya savrulmuştu, muhteşem şavkıyla ürperdik. Hindistan’da olsak, pagan ortamda diz çöküp ellerini birleştiren ve huşu içine savrulanları görürdük, arkaik Kapadokya’da yaşasak, ‘Tanrıça Ma’ sesli ilahiler işitirdik o sırada.
Bizim yapacağımız tek şey orada durmak, doğanın büyüsünü kısa da olsa izlemekti.
Erciyes Dağı hançer gibi fırlamış ve gelip Ürgüp Vadisi’ne inmişti. Konuşmayı kestik. Kendimize döndüğümüzde, Uçhisar yönüne sürdük otomobili. Bir başka mucizenin beklediğini sezmiştik. Aşağı vadi, yolumuzu dosdoğru Avanos’a indirdi. Kızılırmak bizi bekliyormuş meğer! Tekrar dönüp doğu yönüne baktık. Erciyes şakacı, bize göz kırpıyordu.
Bu doğa erinçliği bilge yapar insanı. Tarih kıyısında unutulmuş Nevşehir, Hacıbektaş, Ürgüp, Aksalur, Zelve, Gülşehir, Derinkuyu, Kozaklı, Acıgöl farklı yönde Kapadokya aynalı çarşılarıdır. Kimi yerde zaman köpüğü gibi çeşitli şekiller alarak peri bacaları diye yükselir külahlı tepeler. Kimi yerde yumuşak grafikler, zig zaglar çize çize değirmi çemberlere dönüşür. Oyun yapan ruh değil de nedir, o tüf taşına oyulan görüntü? Böyle bir merak sorusu da gelir zihninize.
Beden ağırlığını atmış, nereye varacağını unutmuş binlerce ruh, orada bir ayin yapıyor sanki. Ne ölüm ne yaşam ne de aşk, meşk...

Haberin Devamı

TAŞA KAZINAN HAYAT

Bu ayrık kulvarlarda koşacak gücümüz kalmamıştı. Dilimiz tutulmuş gibi, kimselerin keşfedemediği çok ayrı bir açıda durduk bir an. O an, ayak altını kazıp duran yılkıların uçuşan yelesine dönüştü topraklar, tepeler, ova, vadiler...
Böyle büyüleyici! Kocaman bir merkez oluşturan, geçmişteki genlerimizin cinleriyle konuşan ve koşuşan bir akvaryum var sanki önümüzde. Muhteşem seyirlik doğa ritüeliyle karşı karşıyayız.
Tüm özelliklerine tek tek bakınca, bir sarkacın sakin salınımıyla her öge Kapadokya oluyor tek tek karşımızda. Kaya evleri, güvercinlikleri, bağları, yeraltındaki şehirleri, manastırları, şarap mahzenleri, limonlukları...
Kendisini yeniden üreterek arkaik öykü çevresinde yaşar bu bölge. Çoğu köylüsünün bir karış toprağı yoktur. Taraça yapar, içine toprak koyar, sebze, mevye yetiştirir; pestil, ayva boranası, elma dolması yapar, bitirgeni tandıra koyar, yahni hazırlar, köftür yapar, şırasını çeker. Satmak için değil, kendisi için... Kendine yeten bir döngü içindedir.
Kızılırmak’tan Erciyes Dağı’na baka baka, bunları arkadaşlarıma anlatıyordum. İsveç’ten hepsi. Garip rastlantı kuzey efsanelerinden simge isimler: Votan, Frej, Freja, Tor.

Haberin Devamı

GAUDİ’YE KİM ESİN VERDİ

Merak ve şaşkınlık! Yeşili irileşmiş gözleriyle İngrid ortaya atıldı: “Hititli Adam, beni unuttun mu” dedi. Bir süredir tengrici oğuzlukla, “Hitit Tarihi Terapisi” yapıyordum gezgin dostlarımla.
Karamanoğlu Beyliği’nden Oğuz yörükan ahalisi Ağcaşar/Salur boylarının yerleştiği Aksalur sınırı, Hititli arkaik Viyanavanda şaraphane kalıntılarını gezdik. “Bizim kitaplar bunları neden anlatmadı” diyerek başlarını salladılar. Bir anlamda İsveç’in Atatürk gibi kurucusu olan Dalarnalı Kral Vasa’nın hemşerisi İngrid, tarih profesörü, gülerek: “Hititleri, ilk senden işittim” dedi.
Ben de “Kapadokya olmadan Hititler olmaz,” dedim. Erciyes, Melendiz ve Hasan Dağı’nın 15 milyon yıl süren lavlarından bir dünya harikasıyla karşı karşıya, doğal bir sahnedeydik.
Kapadokya’da Brecht usulü epik tiyatro oynama rolünü sanki bana vermiş tarih baba... Kapadokya’da tarih labirentine girmek, Hititler’i tanıyıp, Nevşehir’de gün yüzüne çıkmak için günlerdir yollardayız. Keşfi bekleyen ne çok şey varmış meğer! Anlat, anlat bitmiyor. Guatemala’da tanıştığım gezgin arkadaşlarım ağızları şaşkınlıktan bir karış açık dinliyor. Ben de esrik bir ruh haliyle, kendimden geçmiş gibi anlatıyorum.
“Bir: Antonio Gaudi, Jugend ekolü, İspanyol/Katalan, peri bacaları yaptı” dedim. İngrid “Evet, Barselona’da onları gördüm” diye cevapladı.
“İki: Mektuplarıyla İncil’de yer alan Tarsuslu Aziz Pavlus, Şam sonrası iki kez geldi ve yaşadı burada. Yerli tanrıça ‘Ma’ sonraları Efesos’ta Maria oldu ve Kapadokya kırmızısı...”

Haberin Devamı

BİLGE KIZILIRMAK

İngrid coşkun, kesti yine: “Söylemiştin Kapadokya kırmızısı İsa’nın kanı oldu! Biz Hıristiyan olduğumuz halde bunları öğrenemedik, sen bunları nereden öğrendin,” dedi.
Cebimdeki “Cappafantastika Kapadokya” adlı kitabı gösterdim. Esriktim, adrenalinim yükselmişti. Kapadokya’yı tanıtma nedeniyle Rotary Kulübü Başkanı Nebil Tahincioğlu’nun verdiği Onur Plaketi ve Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver’in Hitit Anforası Ödülü, bu esrikliği tetikledi sanırım...
“Sonuçta burası Kapadokya Platosu, oylumu Kızılırmak! O olmadan Kapadokya da, Hititler de olmaz” dedim. İsveçli dostlarım Votan, Frej, Tor, sonunda konuştu: “Yorulduk...”
Nevşehir, Aksalur, Ürgüp yola çıktık. Sonuç değişmez Avanos Köprüsü’nde durduk. Burada su genişler, engine salar dengini. Kıvrılıp döne döne Sivas Platosu, Erzincan dağları demeyip gelen Kızılırmak, Nevşehir’e yaklaşır, göğsünü Avanos’a verir, Gülşehir önünde eteklerini toplar ve batıya doğru oylum yapar, yay gibi okunu gerip gürleyerek gidip Karadeniz’i döver. Atadan bizim olan bu ırmak, pekçok beldeden tez geçer, burada ise güngörmüş bilgelik suyu gibi akar.
Bu ülkeyi seven beyniniz, gören gözünüz varsa, oralara gitmek için bunlar yeter de artar bile...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!