Kalmak daha zormuş

Güncelleme Tarihi:

Kalmak daha zormuş
Oluşturulma Tarihi: Haziran 08, 2002 20:54

23 Mart'tı. Bütün bir sayfaya yayılan o ölüm ilanı alıştıklarımızdan çok farklıydı. En önemli özelliği çok samimi yazılmış olmasıydı. O hafta bu konuyu çok konuştuk. Herkes Fümet kim diye sordu. Onu merak etti.

‘‘Fümet'im. Ne güzel bir aile. İyi geceler bebek’’ diye arkasından ilan veren eşi Ali'yi de. Tabii ki o zamanlar röportaj yapmak için Ali Abhary'nin peşine düşmüştüm. Ama acısı çok tazeydi, mümkün olmadı. Aradan üç ay geçti. Acısı hala tazeydi, ama bu defa konuşmayı kabul etti. Röportajı kabul etmesinin iki pratik nedeni vardı, biri insanların anevrizma hakkında bilgilenmesiydi, ikincisi organ bağışı konusunda teşvik edilmesi. Bu görüşmeden sonra bir tek sonuca vardım, haksızlık, büyük bir haksızlık! Bir adam sevdiği kadından bu kadar mı güzel söz eder? Bir insan bir başka insanın bu kadar mı herşeyi olabilir? Onu dinlerken ağladım. Allah kimsenin başına vermesin...

Bir sabah uyandık ve gazetede Fümet için verilmiş çok farklı ölüm ilanlarıyla karşılaştık. İnsanın boğazının düğümlenmemesi mümkün değildi. O kadar harfin içinde yükselen sevgiyi hissettik hepimiz. Ve merak ettik tabii: Kimsiniz siz? Nasıl bir aşktı sizinki? Nerede, nasıl başladı?

- Ben Ali Abhary. İranlıyım. Ama bütün hayatım Amerika'da geçti. Brown Üniversitesi'ni bitirdim. Ve 97'de bir proje için Türkiye'ye geldim. İki ay kalıp dönecektim. Amerika'da üst eğitimimi tamamlayacaktım. Başvurularımı filan yapmıştım. Fümet'le tanıştım...

Eeee?

- Çok, çoook farklı bir zekası vardı. Ben iş kafalı, matematik kafalı bir adamım. O inanılmaz yaratıcıydı. Edebiyata, tiyatroya, müziğe müthiş bir merakı vardı. Ben İstanbul'da Akmerkez dışında hiçbir yeri bilmezdim, herşeyi Fümet'ten öğrendim. Müthiş bir yol göstericiydi, müthiş bir destek...

Derken ilişkiniz başladı...

- Evet ama önce sadece arkadaştık. Ben bir yabancıydım. Sudan çıkmış balık! Ama Fümet'in de zor bir dönemiydi. Boşanmıştı, iki yaşında bir kızı vardı...

Ve?

- Ve iki ay sonra Amerika'da başvurduğum okuldan kabul mektubu geldi. Kara kara düşündüm: Türkiye'de kalıp yeni tanıştığım, bu çocuklu kadınla ilişkimi sonuna kadar yaşamalı mıyım, yoksa Amerika'ya dönüp planladığım yolda kendi geleceğim için mi yürümeli miyim?

Ne yaptınız?

- Hayatımın ilk çılgın kararı! Kaldım. ‘‘25 yaşındayım, bunu yaşamak istiyorum’’ dedim. Yaşadım. Sonuna kadar, dibine kadar. Birlikte çalıştığımız o küçücük şirket günün birinde kapandı. Türkçe bilmiyordum. Fümet'in kızı Deniz'den öğrendim. O küçükken ‘‘r’’leri söyleyemezdi, ‘‘Para’’ diyemezdi, ‘‘Paya’’ derdi, ‘‘Nereye gidiyorsunuz?’’ yerine de, ‘‘Neyeye gidiyoysunuz’’. O nasıl konuşuyorsa, ben de öyle konuşuyordum. Yanlış olduğunu bilmiyordum. Anne-kız çok değişik bir dünyayı gösterdiler bana...

O ne demek?

- Fümet'i sevdiğim kadar Deniz'i de sevdim demek. Belki de ikisinin ilişkisiydi beni büyüleyen. Henüz anne olmamış bir kadına aşık olduğunuzda, onun nasıl bir anne olacağını bilemezsiniz. İyi bir anne de olabilir, kötü bir anne de. Fümet sadece iyi bir anne değildi, şahaneydi. Başka türlü bir şeydi...

Nasıl yani?

- Deniz, ikibuçuk yaşındayken mama sandalyesinde otururken, oraya buraya ketçap döküyordu. Normal bir anne sadece siler değil mi? Ama o ne yapıyordu? Onunla ketçap savaşına girişiyordu. Herşeyi ama herşeyi oyuna çevirirdi Fümet. Kılıktan kılığa girerdi. Biraz uçuktu ama eşsiz bir anneydi...

İyi bir anne olması bir kadına aşık olmak için yeterli bir sebep değildir herhalde...

- O sadece Deniz'in değil benim de annemdi! İnanılmaz bir şefkat, inanılmaz bir sevgi. Çok güzel kadın olmasından, aşkımızdan, seksten, tutkudan söz etmiyorum ben. Bunlar hayatta bulunabilir şeyler. Ama o aynı zamanda bana ‘‘baktı’’ diyorum, herşeyimle ilgilendi, kızının üzerine titrediği gibi titredi. Söz konusu olan aşktan çok çok daha fazlasıydı. Kaybolup gidebilirdim ben bu ülkede, o beni korudu. Ben tekrar annemi buldum Fümet'te.

Yani bir hayat kurdunuz öyle mi?

- Herşeyi birlikte kurduk, herşeyi. Çok mücadale ettik. Korkularımızı, güvensizliklerimizi birlikte aştık. Sadece özel hayatımızla ilgili değil. Biletkix'i kurma fikrini de beraber geliştirdik. Şirketin ismi de onun önerisidir. Dört yıllık beraberlikten sonra evlenmeye karar verdik. Sadece 7 aydır evliydik...

Ne ifade ediyordu sizin için Fümet?

- Çocuktum, onun sayesinde erkek oldum ben. Bir aşk hikayesinden fazlaydı bizimki. Sevgilim olmadan önce en yakın arkadaşımdı. Sonra sevgilim. Sonra karım, kızkardeşim ve annem. Biriyle bu kadar sıkı bir bağı kurmak çok zor. Parçamdı o benim, kolumdu mesela. Bir tek günüm geçmedi onunla konuşmadan ya da birbirimize e-mail göndermeden...

Herşey bu kadar mı mükemmeldi?

- Evet, öyleydi. Ama bir konuda beni hep uyarırdı. Herşeyim ama herşeyim Fümet üzerine kuruluydu. ‘‘Dikkat et!’’ derdi bana, ‘‘Dikkat et’’. Fümet'in babası o çok küçükken ölmüş, kaybetme duygusunun ne olduğunu bilirdi. ‘‘Ben olmazsam bütün hayatın çöker, kendine çeki düzen ver’’ derdi. Gel de inan! Ama onun olmaması mümkün değildi ki. Herşey olabilirdi, şirketim batabilirdi, iflas edebilirdim, parasız kalabilirdim, hatta annem babam ölebilirdi. Yine de atlatırdım, çünkü Fümet yanımda olurdu. Ama başıma en kötüsü geldi. Şimdi ben, onun ölümü üzerine yine onunla konuşmak istiyorum, onu kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu, ne kadar acı çektiğimi ona anlatmak istiyorum. En yakınım oydu benim, beni en iyi o anlardı. Ama artık yok.

Gitmek mi zormuş kalmak mı?

- Kalmak daha zormuş...

Şimdi nasıl simgeleştiriyorsunuz Fümet'i? Neler direkt olarak sizde Fümet çağrışımı yapıyor?

- Fotoğraflar değil. Bana yazdığı mektuplar ve e-mail'ler. Beni mahvedenler onlar. Satırlarında sesini duyuyorum. Benim şimdi tek istediğim şey, bana oradan e-mail atsın, öteki taraftan. Her gün bir tane yeter. Görmesem, dokunmasam da olur, sadece iletişim kurmak istiyorum...


CENAZEDEKİ DONDURMACI

Fümet, ölüm ilanlarını okumayı severdi. O küçük ilanlardan insanların hayatlarına dair ipuçları yakalamaya çalışırdı. O öldükten sonra, hepimiz evdeydik, içimizden geldi, farklı farklı şeyler yazmaya başladık. Cenazesinde 600 kişi filan vardı. Yağmurlu bir gündü. Çok soğuk. Hiç güneş yoktu. Ne zaman onu defnettiler, tabutu artık toprağın içinde üzerine su dökülüyor, birden güneş açtı, beş dakika boyunca tabutun üzerinde güneş vardı, sonra gitti. Beni en etkileyen şeylerden bir tanesi de Bayramoğlu'ndan tanıdığı yaşlı bir dondurmacının cenazesine gelmesiydi. İki yaşından beri Fümet ondan dondurma alırmış!


KARIM SAPASAĞLAMDI KÜT DİYE GİTTİ


Herhangi bir rahatsızlığı var mıydı?

- Hiç. Üstelik ben pimpirikliyimdir, hapşırsa doktora giderdik. Sapasağlamdı. Sadece bir sürü insan gibi zaman zaman başı ağrırdı. Ama migren tanısı bile konmamıştı. Yani bir gün olsun baş ağrıları yüzünden doktora gitmek aklımıza dahi gelmedi...

Olay nasıl oldu?

- Köşebaşı'na yemeğe gitmiştik. ‘‘Biraz başım ağrıyor’’ dedi ‘‘trafiktendir’’. O gün Deniz'le beraber karşıya geçmişti. Yemeğimizi yedik. Eve geldik. Biraz televizyon. ‘‘Ben duş alacağım’’ dedi. Uzandı...

ÊSonra?

- Önce herşey normaldi. Bir saniye sonra başka bir şey oldu...

Ne?

- Anlamadım ki, şaka yapıyor sandım. Derin derin nefes almaya başladı. Ve horluyormuş gibi sesler çıkartıyordu. Bayılır, öyle muziplikler yapmaya! Önce güldüm, sonra sarstım hafiften, ‘‘Uzatma hadi’’ dedim. Gözleri açık ama bana bakmıyor. Farkettim ki şuuru yok. ‘‘Neyin var?’’ diye bağırmaya başladım. Ambülans. Buket'e haber verdim, ‘‘Yetiş ablan ölüyor’’. Florence Nightingale. Beyin kanaması olduğunu düşünüyoruz dediler. Tomografi çektiler. Ağır bir komadaymış, anevrizmadan şüphelendiklerini söylediler. Sabah anjiyo yapılacakmış, cerrahi müdahaleye ihtiyaç var mı yok mu bakacaklarmış...

Peki sonra?

- Pazar sabahı girdi ameliyata. Hastanede 70 kişi sonucu bekliyoruz. Tam 16 saat sürdü. Doktor ameliyathaneden yere bakarak çıktı. Anevrizmaları (beyin damarlarındaki balonlar) kliplemeye çalışırken, birinciyi tutmuşlar, ikinci patlamış. Beyne giden anadamarı kapatmak zorunda kalmışlar. 30 dakika beyne kan gitmemiş. 72 saat bekleyeceğiz dediler, pazartesi sabahı yine umutlandık, çünkü iyiye gidiyor dediler, ama sonra ödem yapmış. Tekrar anjiyo çekeceğiz dediler. Eğer beyinde biraz kan kalmışsa, belki bir ihtimal... Mumlar, Kuranlar, İnciller, hep birlikte Fümet'in en sevdiği şarkıyı ‘‘Arkadaş’’ı söylüyoruz. Ama, olmadı. Beyin ölümü. Fümet'i kaybettik. Organ nakli gündeme geldi. ‘‘Kalbiyle, böbreğiyle, karaciğeriyle başka hayatlar kurtarabiliriz’’ dediler, ‘‘ne diyorsunuz...’’

Ne dediniz?

- 30 yaşında bir adamım, bu kararı benim vermemi bekliyorlar. Umarım kimse böyle bir kararı vermek zorunda kalmaz. O mektubu imzalamak bana düştü. Karımın eli sıcak, uyuyor gibi duruyor, beyin ölümünde böyle olurmuş. Kalbini, böbreğini, karaciğerini almak istiyorlar. Aldılar. Fümet ölürken bile üç kişinin hayatını kurtardı.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!