Her dönüÅŸü muhteÅŸem oldu Sezen Aksu

Güncelleme Tarihi:

Her dönüşü muhteşem oldu Sezen Aksu
OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 25, 2004 00:00

Onunla ilgili söylenmedik, bilinmedik ne kaldı? KiÅŸiliÄŸini, aÅŸklarını, evliliklerini, evindeki kalabalığı, yetiÅŸtirdiÄŸi sanatçıları, bestelediÄŸi, sözlerini yazdığı o yüzlerce ÅŸarkıyı nasıl söylediÄŸini, o ÅŸarkıları kaç milyonlarca insanın ezberlediÄŸini, konserlerinde ÅŸarkılarıyla hüzünlendirip eÄŸlendirdiÄŸi kadar stand-up ÅŸovuyla da milleti ne ÅŸekilde gülmekten kırıp geçirdiÄŸini...Son yıllarda Anadolu’nun tüm ÅŸarkılarıyla kendi müziÄŸini ne güzel sentezlediÄŸini ama bir yandan da ‘klasik Sezen ÅŸarkılarıyla’ hálá hepimizi baÄŸlamaya nasıl devam ettiÄŸini, kimi sözleriyle ‘erdi galiba’ dedirttiÄŸini ama sadece Türkiye’yi çok seven ve zekice gözlemleyen akıllı bir kadın olduÄŸunu, bazen hasta ve umutsuz anlarında ‘Ben bu ÅŸarkıları nereye götüreceÄŸim?’ diye aÄŸladığını, aÅŸkı ve insan sevgisini kendisinin nasıl yaÅŸayıp ÅŸarkılarına ve dinleyenine nasıl damardan enjekte ettiÄŸini bilmeyen mi var? O zaman ben ne cüretle bu Sezen Aksu Albümü’nü yaptım? Beni yakın, bunu okursanız kendinizi yakın, her ÅŸeyi yakın, aÅŸk için ölmeli, aÅŸk o zaman aÅŸk...Dünyanın ender ‘yaÅŸsız’ insanlarından ve Meral Okay’ın deyiÅŸiyle hálá ‘yüksek dozda sevme temayülü olan hoÅŸ bir kız çocuÄŸu’ olduÄŸundan, yılını bir kez daha hatırlatmaya gerek yok; bir 13 Temmuz günü Denizli’nin Sarayköy ilçesinde doÄŸar. Matematik öğretmeni ve okul müdürü Sami Bey ile fen bilgisi öğretmeni Åžehriban Hanım’ın kızları Fatma Sezen Yıldırım olarak... 20 kadar yıl sonra tüm Türkiye, onu gazeteci Yavuz Gökmen’in taktığı ‘Minik Serçe’ ismiyle tanıyacaktır ama üç yaşından 20’sine kadar yaÅŸadığı Ä°zmir’deki mahallede Cüce Bela diye anılacaktır. Bu lakap da yıllar sonra ‘Küçük Dev Kadın’a dönüşecektir. DiÅŸilik bilinci, daha Sarayköy’de, henüz sekiz aylık ve poposu baÄŸlıyken geliÅŸmeye baÅŸlar. Zavallı Åžehriban Hanım’ın yün yumaklarından meme yapan ÅŸiÅŸko bir bebektir, yürüyüp konuÅŸan, kabak kafalı bir çift dudak! Her ÅŸey, o hiç bitmeyen can sıkıntısı yüzündendir. Üç yaşında masanın üstünde kıvırtarak ÅŸarkı söyleyip alkış almaya bayılır, sekiz yaşında ‘AyÅŸecik sendromu’yla evden sık sık kaçar.Azıcık daha büyüyünce ‘uçuk kaçık’lığı iyice ortadadır. Pakize Suda’nın anlattığına göre, duvarlara ‘Kaynana Sezen’ yazılır, her taşın altından çıktığı için... Dikkat çekmek için yapmadığı kalmaz; 18’ine kadar, babasını utandırmak hilafına, apartman boÅŸluklarında, sokak aralarında, troleybüs içinde ‘Çingeneler gibi’ ÅŸarkı söyler. Annesinin ‘Sezen, dayak yemeden ayıl’ sözleriyle biten bayılma numaraları yapar, Optalidon içerek intihara kalkışır... 10 yaşında, annesinin rujunu, rimelini sürerek sokaÄŸa ‘oynamaya’ çıkar ama erkek çocuklarla bilek güreÅŸi tutar, onları döver. 13 yaşında, mahallenin tek mini giyeni, fotoÄŸrafçıya gidip bikinili pozlar verenidir. Ama 17 yaşında saçları sandre sarısı boyalı, gözlerinde takma kirpikler, kolunun altında Marx’ın Kapital’i, YeÅŸim Pastanesi’ne gittiÄŸi de vakidir. BABASI, KUVVETLEN SENÄ° ÖYLE DÖVECEĞİM, DEDÄ°Bütün bunları, oldukça muhafazakár bir babayla nasıl gerçekleÅŸtirdiÄŸi bir yana, her zaman gülümseten ÅŸeyler de yaÅŸamaz: Ciddi toplumsal reddediliÅŸler o zaman baÅŸlar. 16 yaşında erkek kardeÅŸinin odasında, ana rahmindeki pozisyonunda, babası tarafından öldürülmeyi bekleyen odur. Kürtaj öncesi ağır bir kanama geçirmiÅŸ, 29 kiloya düşmüş, bir ara ölüme epey yaklaÅŸmıştır. Ama sevgili babası, elinde kalsiyum sandoz ve D vitaminiyle girer odaya; ‘Biraz kuvvetlen, seni öyle döveceÄŸim’ der. Yine de hastanede yatağının baÅŸucundaki pikaptan Ajda Pekkan’ın ‘Bir sevgilim var 17 yaşında/Her akÅŸam bekliyorum köşe başında’ ÅŸarkısını dinleyip fırlamalıklar yapmaktan geri durmaz. O hayatı boyunca bunu yapacaktır galiba; hem hisli, hem alaycı. AÄŸlarken gülebilir çünkü, öyle yaÅŸar. Dolayısıyla aÄŸlatırken güldürebilir...Aslında sadece o dedikodularla boÄŸulan küçücük yerdeki diÄŸer çocuklara benzemediÄŸinin, coÅŸkusunun baÅŸkalarınca ‘taÅŸkınlık’ diye nitelenip aÅŸağılandığının farkında deÄŸildir. Çok kötü bir ÅŸekilde terk edilmiÅŸ, mahalledeki arkadaÅŸlarının onunla konuÅŸmaları yasaklanacak kadar kötü olaylar yaÅŸamıştır, bazılarını hálá anlatmadığı...Ä°zmir’i ‘Buraya döndüğümde benden imza isteyeceksiniz’ diye terk etmeden önce, lise öğretmeniyle baÅŸarısız bir güzellik salonu açmaktan resim, tiyatro, dans kurslarına gitmeye, nedense Ziraat Fakültesi’ne girmekten dört yıl Türk Sanat MüziÄŸi eÄŸitimi almaya kadar ÅŸansını pek çok yerde dener.Ve sonra biz onu, tepesindeki küçük topuzu, kulaklarıyla uyumlu kocaman küpeleri, Ä°spanyol paçalı pantolonu, her daim muzip hali ve aynı zamanda ünlü hüznüyle tanırız. Dönemin güçlü bir plak ÅŸirketi tarafından, ‘senden ne köy olur, ne kasaba’ yorumuyla geri çevrildiÄŸinden, 1975’te Sezen Seley adıyla yaptığı ilk 45’liÄŸi ‘Haydi Åžansım’ın ona hiç ÅŸans getirmeyip bir iddiaya göre dokuz, bir baÅŸkasına göre 143 adet satıldığından habersizizdir henüz.Ama Can KozanoÄŸlu’nun Cilalı Ä°maj Devri adlı kitabında dediÄŸi gibi, ‘evlere yaÅŸanmayan aÅŸk servisi’ yapmasına az kalmıştır. Birazdan, hepimiz için ‘aÄŸlamak güzel’ olacak, ‘insanın bir kedisinin olmaması’ üzerinden kitlesel bir ÅŸekilde derin yalnızlık hesaplaÅŸmaları yapılacaktır. Türkiye’nin önemli bir bölümü yüzünde hüzünlü bir gülümseyiÅŸ olduÄŸunu fark etmeden, kaybolan yıllarının hangileri olduÄŸunu bulmaya çalışacaktır...HÃœZÃœNLÃœ FETTAN KADIN ÃœSTELÄ°K SÄ°YASÄ°!Sonuçta, çok kısa bir süre sonra, bir dolu evliliÄŸi, sayısız aÅŸkı, karnı ÅŸiÅŸ nikáh masasına oturmaları, dul bir kadın olarak baÅŸkaldırmaları, ‘uzlaşırsam namerdim’ gibi meydan okumalarına raÄŸmen ‘büyük aileye’ kabul edilmeyi baÅŸarır. Hem de yaramazlıklarından hiç ödün vermeden; günaha kadar, günahsızlığa da çok yakındır çünkü. Ama kabulün asıl nedeni, aÅŸkı en güzel onun anlatabilmesidir. AÅŸk denilen bu deÄŸil midir zaten, günaha en yakın, günahtan en uzak! En çok o yakalayabilir, herkesin içinde sakladığı, onun ÅŸarkıları olmasa çoÄŸunun farkına bile varmayacağı bazı duyguları. Hem de ya ‘en damardan Sezen Aksu hüznü’yle ya da en ‘feleÄŸin çemberinden geçmiÅŸ, fettan kadın’ kıkırdamasıyla...Hiç bilemeyiz, hangisi odur; terk edilmiÅŸ, kırık, gözyaÅŸlarını içine akıtan ‘git-me’ diyen kadın mı, yoksa gitmeye kararlı, güç abidesi yaratık mı? Çocukları anlatırken aÄŸlamaya baÅŸlayan ÅŸefkatli bir anne mi, yoksa her ÅŸeyi soran, cevapları yetersiz bulan asi çocuk mu? Bilmek mi gerekir; hepsini birden, Sezen Aksu’nun toplamı olarak sever, başımızın üstünde, ‘ne yapsa yeridir’le ‘ermiÅŸ bilge kadın’ karışımı, dokunulmaz rafa koyarız...Çünkü o herkesin mutlaka yaÅŸadığı bir ÅŸeyi anlatır illa ki. En pop-arabesk düşmanı entelektüelin bile ebeleneceÄŸi bir duygu kırıntısı vardır herhangi bir ÅŸarkısının bir kıyısında. Kim oturup Kanlıca’nın orta yerinde bir taÅŸa/gözünün yaşını Hisar’a doÄŸru yüzdürmeyi akıl edebilir ki ondan baÅŸka? Kim Allah’tan bir lodos, bir kürek, bir de kayık diler? Kaç kiÅŸinin ÅŸarkılarında ‘akÅŸamdan kalma sabah yıldızı’ vardır ve yaÅŸamak ‘tek ÅŸahit Ay’ken yaraya tuz yerine yakamoz basmak’tır?RENDELENMÄ°Åž PATATES ACININ Ä°ZLERÄ°NÄ° ALIR MI?Hafif (?) maraz bir dipsoman olduÄŸu, dolayısıyla her duygu gibi aÅŸkları da dibine kadar yaÅŸadığı için, sık sık ‘tarihi ahmaklıklar’ yapması doÄŸaldır; kimi aÅŸkını Levent sokaklarında tabancayla kovalar, kimine haber vermeden ‘sürpriz nikah partisi’ yapar. Bir gün eser, yaÄŸar, ‘yarın boÅŸanıyorum’ diye bağırır ve yapar da. Ama sonra patatesleri rendeleyip gözlerine koymak gerekir, ÅŸiÅŸleri insin diye... Ayrılık genellikle ölümden beterdir. Hatta bir ayrılık ona çok ‘sert’ ÅŸeyler yaÅŸatıp ölüme karar vermesine neden olur. Banyoda her ÅŸeyi hazırlar, ‘kendi ölümünü yazan yazar gibi’ yanına da bir küçük teyp alır. Neyse ki o güne kadar bir kere bile kapıyı çalmadan odasına girmemiÅŸ oÄŸlu Mithat Can, aniden banyonun kapısını tıklatıp evlat sevgisinin yegane beklentisiz sevgi olduÄŸunu hatırlatmıştır.Ölümler olur gider, sıkılır gider, hastalanır gider ama döner, dönüşleri de hep muhteÅŸem olur. Bir, Van Gevaş’tan, kaç yaşına gelirse gelsin yüzündeki kız çocuÄŸu ifadesini kaybetmeden bir kez daha hüzünden bahseder ve hatırlatır: Ä°nsan kendini seçemez, bırakıp kaçamaz, sadece az biraz keÅŸfeder! Bir, baÅŸkomiserin ÅŸarkıcı sevgilisi olarak televizyon dizisinde çıkar sevenlerinin karşısına. Bir, sahnede, ÅŸoförü, hizmetçisi, dadısı ve terzileriyle fasıl yaparken...BaÅŸka bir gün, Ä°stanbul Açıkhava’da, Ä°zmir Efes’te, Antalya Aspendos’ta ve bir Kopenhag zirvesi öncesi Brüksel’de, 200 kiÅŸilik sanatçı kadrosuyla birlikte Türkiye’nin tüm ÅŸarkılarını seslendirdiÄŸi, yani Türkçe’yle birlikte Kürtçe, Ermenice, Rumca, Ä°branice, Lazca söylediÄŸi konserler verir. Gözaltında kaybolan çocukları için her cumartesi Galatasaray’da toplanan anneler için bir ÅŸarkı yapmış ama o güne kadar hiçbir siyasi çizgiyle anılmamışken, birden siyaset ateÅŸine atılır. Çünkü bu konserler, TBMM’nin o aralar çıkarmakta olduÄŸu yasaların samimiyetini sınamaktadır bir bakıma. Ãœzerine çok gelinir. Yine Ä°stanbul’da, sahnede, gerçek muhatabına, seyircilerine verir cevabını: ‘Bir gün benim samimiyetim anlaşılacak. Sizinle benim aramda garip bir iliÅŸki, bu yıldızlar altında söylenecek daha çok ÅŸarkı var. Bu dünyanın altından hiçbirimiz kalkamayız. Beraber ÅŸarkı söylediÄŸimizde biraz daha nefes alıyoruz.’ O herkesin mutlaka yaÅŸadığı bir ÅŸeyi anlatır illa ki. En pop-arabesk düşmanı entelektüelin bile ebeleneceÄŸi bir duygu kırıntısı vardır herhangi bir ÅŸarkısının bir kıyısında. Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!