Hayatı, Türkiye’nin de panoraması

Güncelleme Tarihi:

Hayatı, Türkiye’nin de panoraması
Oluşturulma Tarihi: Nisan 06, 2012 22:31

Eskilerin ‘atlet komple’ dediklerini duymuşsunuzdur. Öyle bir isim Güngör Uras. Ekonomist, gazeteci, televizyoncu, yemek yazarı, büyük şirketlerin genel sekreteri veya yönetim kurulu başkanı, danışmanlıklar da cabası...

Haberin Devamı

Daha da uzatabileceğimiz listenin özeti, on parmağında on marifet olacaktır! Yakın tarihin birçok siyaset ve iş adamının en yakınında bulunmuş, Türkiye’nin bugününü şekillendirmiş birçok hadisenin içinde yer alıp, aktörler arasında anılmıştır. Haliyle onun anlatacağı çok şey olacaktır. Kendi hayatına dair anlattıkları, aynı zamanda Türkiye’nin de panoramasını oluşturacaktır. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın ‘nehir söyleşi’ dizisinin 46’ncı kitabı Güngör Uras’a ayrılmış. ‘Saf ve Bakir Anadolu Çocuğu’ adını taşıyan kitapta söyleşiyi gazeteci Haşim Akman gerçekleştirmiş. Baştan sona keyifle okuyacağınız kitaptan ilginizi çekecek bölümleri sizin için seçtik.

BEN ONA FISTIK TANSU DERİM

Tansu Çiller’le Demir Demirgil vasıtasıyla tanıştım. O zamanlar ben TÜSİAD’dayım, Türkiye bir an önce AB’ye girsin istiyoruz. Toplantı yapıyoruz onun için, Antalya’da. Onlar da bize girin diye ısrar ediyor. AB’den Emil Noel gelmiş, Alain Ferrante diye Türkiye’den sorumlu bir uzmanı var. Onlarla bir toplantı yapıyoruz. Ufak bir toplantı, Demir Demirgil var, Erdoğan Alkin, Erol Manisalı, Emre Gönensay var. Ben de varım. Derken kapının önünden fıstık bir kız geçti. Demir Hoca gitti, o kızı pat diye öptü. Demir Demirgil çok tatlı, dinamik, neşeli biriydi. “Hocam kim bu kız?” dedik. “O benim hocam” dedi. “Ne hocası?” dedik. “Onun adı Tansu Çiller. Amerika’dan geldi. Boğaziçi’nde benim kürsüde” dedi. Ondan sonra, bizim aklımız o fıstık kızda kaldı. Toplantı bitti, bara gittik ki o da orada duruyor. “Hocam, hocanızla bizi tanıştırsanıza” dedik. Ben Tansu Çiller’e o zamandan beri Fıstık Tansu derim.

Haberin Devamı

ABDİ İPEKÇİ, UĞUR MUMCU VE NAZLI ILICAK’I BİRARAYA GETİRDİK

Bu üç ismi bir araya getirip konuşturmak benim fikrimdi. Feyyaz Berker’e “Bu yılki toplantının bir özelliği var. İkimizin de aktif görevdeki son yılımız olacak. İlgi çekici bir şeyler yapalım... İstanbul, Uğur Mumcu’yu tanımıyor. Öcü gibi görüyor” dedim. İş adamları Uğur Mumcu’yu tanımıyordu. Bir ön yargı vardı. “Uğur Mumcu’yu İstanbul’a getirelim. Abdi İpekçi’yi herkes gazeteci olarak tanıyor. Kimse yüzünü görmedi. Sesini işitmedi. Onu konuşturalım. Nazlı Ilıcak, hem Uğur Mumcu hem Abdi İpekçi ile ters düşen bir hanım yazar. O da katılırsa, üçlünün kürsüye çıkması büyük olay olur” dedim. “Abdi İpekçi’yi önce siz davet edin. Ben de ısrarcı olurum. Uğur Mumcu’yu getirmek benim sorumluluğum. Nazlı Ilıcak da beni kırmaz” dedim ve kolları sıvadım. Ocak ayının başında İstanbul’da Kalyon Otel’de Feyyaz Bey, ben, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu ve Nazlı Ilıcak, hep birlikte yemek yedik. Uğur Mumcu yemek için Ankara’dan gelmişti. Yemeğin ev sahibi Feyyaz Berker’di ve Uğur Mumcu’yla ilk defa karşılaşıyordu. Yemekte öğrenince şaşırdı ki, Abdi İpekçi ile Uğur Mumcu da ilk defa bir araya gelmişti... Aynı şekilde Nazlı Ilıcak da Uğur Mumcu’yla ilk defa karşılaştığını söylüyordu. Yemek çok neşeli geçti. Espriler, kahkahalar havada uçuştu. Abdi İpekçi, konuşup konuşmama konusundaki tereddütlerinden kurtulmuştu.

NİLGÜN’Ü VURDULAR

Haberin Devamı

Özdemir Bey’in öldürüldüğü gün Holding binasındaydım. Özdemir Bey’in öldürülmesini hâlâ da aklım almıyor. Her salı günü öğleden sonra Sakıp Bey’in odasında toplanır konuşurduk. Bu tür önceden belirlenmiş toplantıların mazereti olmaz. Sakıp Bey önceden belirlenmiş randevuları aksatmazdı. Ben de aksatamam, mutlaka her salı öğleden sonra Holding binasına giderdim. O gün giriş kartımla turnikeden geçerken, Sakıp Bey’in servis görevlisi Hıdır önümü kesti. Şaşkın bir halde “Nilgün’ü vurdular, Nilgün’ü vurdular efendim” dedi. “Hangi Nilgün’ü vurdular, ne oldu Hıdır?” dedim. “Şimdi yukardan geliyorum. Nilgün yerde yatıyor. Birileri silahla Nilgün’ü vurmuş” dedi. “Kim vurmuş?” dedim, “Bilmiyorum” dedi. “Güvenliğe haber verin öyleyse, kapılardan kimseyi bırakmasınlar” dedim. Asansöre bindim. Yukarı çıktım.
Ben Sakıp Bey’le görüşmeye geldiğimde Nilgün Hasefe’nin yanında bir süre oturur sohbet ederdim. Fehriye Erdal hemen bana çay getirir, sonra ayakta sohbetimizi izlerdi. Fehriye Erdal’ı Nilgün Hasefe himaye ederdi. Ona acır, bizden para veya eşya toplar, ona verirdi. Valiz dolusu, hiç giyilmemiş giysiler verdiğini biliyorum. Fehriye Erdal, eli yüzü düzgün, herkesin çok sevdiği biriydi.
Ben yukarıda Nilgün Hasefe’nin yerde yatan cesedini gördüğümde Özdemir Bey’in öldürüldüğünü bilmiyordum. Hacı Sabancı’nın odasında Sakıp Sabancı, Hacı Sabancı ve Genel Koordinatör Hasan Güleşçi toplanmışlar. Katil kapıdan girip önce Nilgün Hasefe’yi, sonra Özdemir Sabancı ile Haluk Görgün’ü vurmuş ve çıkıp gitmiş. Burada anlayamadığım, Ali Haydar Taşlı’nın bütün bu olanları fark edememesi. Ali Haydar Taşlı, hep Sakıp Sabancı’nın yanında olan, emekli bir astsubay başçavuştu. Turgut Sunalp’ın eski yaveriydi. Benim çözemediğim, bütün bunlar olurken Ali Haydar Taşlı’nın bunları nasıl göremediğidir. Eğer cinayeti işleyen çocuğa Fehriye Erdal yol gösterdiyse neden Sakıp Sabancı ve Hacı Sabancı ile Hasan Güleşçi’nin olduğu odayı değil de ötekini gösterdi? Neden Özdemir Sabancı’yı vurdular? Ben hâlâ hiçbir soruya cevap bulabilmiş değilim.

Haberin Devamı

SAKIP SABANCI’NIN YAZDIĞI DOĞU RAPORU

Sakıp Bey’in Kürt raporu yayınlamasının bir başka nedeni vardır. Ticaret Odası, “Doğu’da iş yapacağız, Doğu’yu kalkındıracağız” diyerek işadamlarından para topladı. O paralar yok oldu. O paraların hesabı hiç sorulmadı. Sakıp Bey bu raporla “Geliniz, Doğu Anadolu için bir para vereceksek bu parayı hangi mekanizmayla vereceğimiz belli olsun, işe yarasın” diye kendine göre bir öneri geliştirdi. Zamanın İstanbul Ticaret Odası Başkanı paraları topladı. Doğu Holding yatırımlar yapacaktı. Hiçbir şey yapılmadı. Bu konuda sadece Necati Doğru birkaç yazı yazdı ve sonra unutuldu gitti. Doğu Holding için toplanan paraların ne olduğu belli değil.

Haberin Devamı

ETİ ŞİŞE GEÇİREREK KIZARTANLAR LONCASI ÜYELİĞİ

1995 yılında “Chaine des Rotisseurs” isimli uluslararası dernek, Atok İlhan’ın çabalarıyla İstanbul’da teşkilatlandığında, ben de yazar kontenjanından üye oldum. Bu derneğin de bir hikâyesi vardır, anlatayım size. Ortaçağ’da loncalar, klasik müzik, edebiyat ve tiyatro gibi güzel sanatların gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Avrupa’da yemek-içmek de bir sanat sayılır. Avrupa’da yemek içmek konusundaki ilk loncanın Louis tarafından kurulan “Les Ayeurs” isimli “Eti Şişe Geçirerek Kızartanlar Loncası” olduğu bilinir. 1610 yılında “Maitrise des Rotisseurs” (eti şişe geçirerek kızartma ustalarının) ilk resmi arması ihsan olundu. Bu arma, yan yana duran iki çapraz şiş ve dört et kancası ile sembolize ediliyor. Lonca 1789 Fransız Devrimi ile diğer loncalar gibi dağıtıldı. 1950 yılında üç gastronom ve iki aşçı Fransa’da bu loncayı ihya etmek, için “Confrerie de la Chaine des Rotisseurs” adını verdikleri bir dernek kurdu. Fransız Hükümeti bu derneğe, tarihi loncanın armasını kullanma hakkı tanıdı. Dernek halen 126 ülkede faaliyetini sürdürüyor. 85 bin kayıtlı üyesi var.

PİJAMALI TURGUT ÖZAL

Haberin Devamı

Devlet Planlama Teşkilatı’nda benim sorumluluğum para-banka ve kredi konularıydı. Bu nedenle Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı’yla yakın ilişki içindeydim. Turgut Özal’ın geleceği bildirilen gün, kalacağı bildirilen Mayflower oteline telefon ettim. Turgut Özal “Gel seni bekliyoruz” dedi. Otelde Turgut Özal’ın odasına girdiğimde ilginç bir görüntüyle karşılaştım.  Turgut Özal pijamasını giymiş, yatağın üzerinde bağdaş kurmuş oturuyordu. Merkez Bankası Başkanı Naim Talu takım elbisesi içinde kravatlı, elinden hiçbir zaman düşürmediği Yeni Harman paketi ve yakmaya hazır ama uzun süre yakmadığı sigarasıyla ortalıkta dolaşıyordu. Maliye Bakanlığı Müsteşarı Kemal Cantürk ise köşedeki koltukta oturuyordu.
O yıllar Türkiye’de check–up konusu, yabancı bir konuydu. IMF ve Dünya Bankası mensupları ile bu kuruluşlarla temas için gelenlere özel bir sigorta sistemi olduğunu, 15 dolarlık bir kişisel katılım payı ödeyerek doktora check-up yaptıranın her türlü sağlık kontrolünden geçirildiğini anlattım. Ben, kalp, ciğer, bağırsak
kontrollerinin nasıl yapıldığını hikâye ettim. “Ama bir de prostat kontrolü var ki, o çok kötü” dedim. “Diğer muayeneler bittikten sonra doktor, ‘Arkanı dön ve öne doğru eğil’ dedi. Sonra arkamdan içeriye metal bir alet soktu. Ben bundan hiç memnun olmadım,” dedim. Prostat kontrolü konusunda anlattıklarım, ilgilerini çekti. Turgut Özal “Arkandan demir çubuk sokmalarına nasıl izin verdin?” diye takılırken, Naim Talu işi ciddiye alarak check-up konusunda sorular sordu.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!