Boğaz’ı görüp etkilenmeyene bu ülkeye girişi yasaklamalı

Güncelleme Tarihi:

Boğaz’ı görüp etkilenmeyene bu ülkeye girişi yasaklamalı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 22, 2007 00:00

Kübalı fotoğrafçı Luis Castaneda (64) ile röportaja başlarken fotoğraf üzerine konuşacağımızı sanıyordum ama karşıma öyle bir hayat hikayesi çıktı ki... Küba devrimi onun hayatını pek olumlu etkilememişti, hatta 37 yaşında Küba’dan ayrılırken bir daha ülkesine dönmeyi istemeyecek kadar yorulmuştu. Fotoğraf alanında azimli çalışmalarının yanı sıra şansının büyük etkileri olmuştu.

"Ne zaman bir dağa tırmanıp ne güzel desen hemen daha yüksek dağlar olduğunu görürsün" diyor. 50 yaşında ünlü fotoğraf makinesi markası Leica’nın verdiği unvanla ’Leica Ustası’ seçilen Castaneda İstanbul’a Leica objektiflerini kullanan Panasonic Lumix fotoğraf makineleriyle yaptığı dünya turu kapsamında geldi. Bu makinelerle İstanbul’u çekti ve bu fotoğraflardan bazılarını da Hürriyet’e verdi.

KÜBA DEVRİMİ BİR DİKTATÖRÜN DARBESİYDİ

Ailem mühendis ya da doktor olmamı bekliyordu ama benim tüm hayatım müzik, yazma, okuma ve resimle geçiyordu. Bir fotoğrafçı olmanın yanı sıra her zaman boşuna didinen bir ressamdım. Karikatür yaptım, kendi stilimi bile oluşturdum. Biraz obsesif kompülsifim, resim bir hafta sürebiliyorken fotoğraf ise 1 saniyede bile çekilebiliyordu.

Küba’dan 37 yaşında ayrıldım. Ben Küba’yı yapmak istediklerim için verdiğim mücadeleyle hatırlıyorum. Önce aileme karşı sonra da sosyal değişime karşı. Her ne kadar devrim dense de bana göre o yıllar (60’lı yıllar) her şeyin kontrolünü eline alan bir diktatörün darbe yıllarıydı. Çocukken öğrendiğim her şeyi unutmak zorunda kalmıştım, yoksa hayatta kalamazdım. Üniversitede okumaya başladım ama iki hafta sonra politik gerginlik yüzünden bırakmak zorunda kaldım. Zaten kimya mühendisi olacaktım. Babama devam edemeyeceğimi söyledim. Babamın yanında muhasebecilik yapmaya başladım.

NASIL FOTOĞRAFÇI OLDU?

Tamamen kazayla... Evimizin arkasında yapılan motosiklet yarışlarını çekiyordum. Komşumuzun oğlu gazetecilik okuyordu ve benim fotoğraf çektiğimi gördü. Bir dergiye yazacağı haber için benden fotoğraf istedi. Sadece başımdan gitsin diye ona fotoğraflarımdan verdim. 3 gün sonra Küba’nın o dönemki en iyi dergisinden bir telefon geldi. Fotoğraflarımı beğendiklerini söyleyerek bana iş teklif ettiler. Birdenbire "Kuba" dergisinde işe başladım. Böylece foto-muhabirliğini öğrendim. Bu dergi Küba’da o dönemin Paris Match dergisi gibiydi. Bu tür bir fırsat hayatımda ancak 2-3 kez karşıma çıktı, bir gelişme diğerini getirdi. Bu derginin yöneticisi daha sonra Kültür Bakanı oldu. Ben de onun fotoğrafçısıydım.
/images/100/0x0/55eaad05f018fbb8f88f9676


HER İŞE AYNI ÜCRET DÖNEMİ

Bir dönem Devlet Balesi’nin fotoğrafçısıydım. Bir devrim destekçisi olmadığım için baledeki işimden ayrılmamı istediler. Ama Kültür Bakanının fotoğrafçısı olduğum için beni yeniden işe almak zorunda kaldılar. Daha sonra fotoğrafçıların sadece tek bir işte çalışabileceklerine dair bir emir yayınladılar. Oysa ben o zaman 7 dergi, 4 küçük yayın, 3 bakanlık ve sinema enstitüsüne fotoğraf hizmeti veriyordum, ayrıca tiyatro ve televizyona da çalışıyordum. Artık tek bir yerde çalışarak asgari ücret alacaktım. Ben de ne de olsa aynı parayı alacağım için küçük bir dergiyi seçtim. 3 fotoğrafçıydık ve resmen hiçbir iş yapmadan para alıyorduk. İşte bu sistem bu yüzden absürd. Ama biz de tadını çıkardık.

DÖRT YIL HAPSE MAHKUM OLDU

27 yaşına geldiğimde "sözde" Küba kanunlarına göre askerliğimi yapıp ülkeyi terk etme hakkına sahiptim. Yurtdışı için başvurduğum sırada hükümet ülkeden dışarı çıkışları yasakladı. Babam zaten çoktan Küba’yı terk etmişti, ben de resimlerimi babama göndermeyi denedim. Bundan haberleri oldu, beni ajanlıkla suçladılar. Oysa çektiğim resimler sıradan resimlerdi, bugün bile internet sitemde Küba bölümünde görebilirsiniz. Yargılandım. Önce zorunlu çalışmaya sonra 4 yıl hapse mahkum edildim. Babamdan öğrendiğim muhabesebecilik hayatta kalmamı sağladı. Hapiste işletilen bir çiftliğin tüm muhasebesini ben tutuyordum.

Hapisten çıkınca baleden bir arkadaşımla karşılaştım. İki gün sonra aynı yerde işe başlamıştım, sanki hiçbir şey olmamış gibi... Ama başka engellerle karşılaştım. Fotoğrafların yüzde 90’ını ben çeksem de, festivaller için benim fotoğraflarımı seçmiyorlardı. Bir komünist rejimde bir kere mimlendiyseniz hep öyle kalırsınız. O yüzden yurtdışına gitmek için bir fırsat kolladım. Sonunda bir gün ailemin geri kalanıyla ülkeyi terk ettik.

ABD’DE REKABET ÇOK ACIMASIZDI İSPANYA’YA GİTTİM

İspanya’da akrabalarımız vardı ve bu bizim için iyi bir başlangıç oldu. Elime fotoğraf makinesini alıp yeniden işe koyuldum. Serbest olarak Image Bank stok fotoğraf ajansına çalıştım. En az 5 bin fotoğraf istiyorlardı ama ben 240 fotoğrafla kabul edildim. Bana çektikleri telgrafı hálá saklarım: "Eğer bu 240 fotoğrafın kalitesinde yeni fotoğraflar çekmeyi kabul ediyorsunuz sizi Image Bank’ta görmekten memnuniyet duyacağız."

LEICA USTASI UNVANI NASIL GELDİ?

1985’te İsviçre’deyken Leica fotoğraf dergisini keşfettim. Bu dergi bana çok şey öğretti. Bir gün belki benim fotoğraflarım da burada yayınlanır diyerek araştırmaya başladım. Infrared (kızılötesi ışınları algılayan) filmle çekilen fotoğrafları 15 yıldır yayınlamadıklarını öğrendim. Şanslı bir tesadüf sonucu Meksika’da Maya kalıntılarının olduğu bölgeyi Infrared filmle fotoğrafladım. 3 ay sonra dergide fotoğraflarım çıktı, bu bir rüyanın gerçekleşmesi gibiydi ama ne zaman bir dağa tırmansanız yanındaki daha yüksek dağların farkına varırsınız. Sonunda bir gün telefon ettiler. "Bu ay 50 yaşına girdiğinizi gördük size bir hediyemiz var" diyerek beni Leica Ustası ilan ettiler.

Leica yöneticileri ürünlerinin güzelliğini göstermek istiyorlardı. Ben 40 yıldır Leica objektifleri kullanıyordum. Bu hayatımın en şanslı evliliğiydi. Leica objektifli Panasonic Lumix projesine bu nedenle seçildi. 2001’den beri Lumix’in tüm modelleriyle çekimler yaptım. Dünyadaki en tecrübeli Lumix fotoğrafçısı da benim.

İSTANBUL ÇOK ETKİLEYİCİ

Daha önce Türkiye benim için sadece bir isimdi. Şehri ilk kez keşfediyorum. İlk objelerim mimari eserler oldu. Topkapı Sarayı’nda gördüğüm el yazmalarını harika buldum. İspanya ile benzer bir kimlik hissetmeye başladım. Biri İstanbul Boğazı’nın çevresinde benim üç gündür yaptığım gibi gezip etkilenmezse bu ülkeye bir daha girmesini yasaklardım. Boğaz muhteşem, Akdeniz’den çok daha güzel. Burada deniz bütün şehri sarmalıyor.

EN ÇOK HANGİ FOTOĞRAFLARI BEĞENİYOR

Gelecekte çekeceklerimi... Çok sevdiğim bir söz var: "Fotoğrafçı geleceğin tarihe döndüğü ana tanıklık eden büyücüdür." Bir kişiyi gözlemlemek bir meydan okumadır, çünkü onun kişiliğini gösteren anı yakalamak istersiniz. Hayvanları fotoğraflarken de bazen onların yüzünde insan ifadelerine benzer ifadeler görüyorum. Bu yüzden benim hayvan fotoğraflarım çok daha canlı görünür.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!