Bir demet doğallık: DEMET AKBAĞ

Güncelleme Tarihi:

Bir demet doğallık: DEMET AKBAĞ
OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 12, 2004 00:00

Bir Demet Tiyatro’nun Demet’i ya da bilmiÅŸ Lütfiye’si, azgın FeriÅŸtah yengesi... Otogargara’nın, Vizontele’nin, kısaca BeÅŸiktaÅŸ Kültür Merkezi’nin önemli bir temel taşı... Yıllardır milleti gülmekten kırıp geçiren oyunculuÄŸu, sansasyondan uzak özel hayatı, sosyal projelerde tercih edilen güvenilir ismiyle, sessiz ve derinden kalp ve hayran kazananlardan.Komik evet. Ãœstelik, bunca yıllık tanışıklık, insanların kendinde ‘şimdi konuÅŸsun ve beni güldürsün’ hakkını görmesine neden oluyor. Ancak sadece seyircinin gülmeye alıştığı haliyle sınırlanmayı hak etmiyor. Bir kere içli, kırılgan bir OÄŸlak kadını. Ä°ÅŸini doÄŸru düzgün yapmaya çalışırken kafa yoran sanatçı, kendini hırpalayan insan. Her türlü star kompleksinden uzak olduÄŸunu bilmem söylemeye gerek var mı? KarşılaÅŸtığımızda bir çiftliÄŸe kapanıp sadece tavuÄŸa yem vermek istediÄŸini söylüyordu. Samimiydi. Sonra sahneyi anlatırken ve yüzü ifadeden ifadeye geçerken, her bir ifadede öyleydi. Bana, doÄŸallığı nasıl olup da bu kadar doÄŸal yansıtabildiÄŸini düşündürdü...1960 yılının sonunda, Denizli’de doÄŸar; Sen Hiç AteÅŸböceÄŸi Gördün Mü oyununda oynadığı Gülseren’in doÄŸduÄŸu eve benzeyen bir evde... Ä°stanbullu bir ailenin kızı olmasına raÄŸmen Denizli’de doÄŸmasının nedeni, dedesinin görevidir. Tüm çocukları ve torunlarıyla hayatının son yıllarını Denizli’de geçiren ağır ceza reisi Kemal Bey’in námı halen sürmektedir kentte. Námı halen süren bir baÅŸka ÅŸey ise babasının daha Demet AkbaÄŸ doÄŸmadan açtığı Foto Oktay’dır. BaÅŸlangıçta baba mesleÄŸini seçip Ä°stanbul Hukuk’a giren Oktay Ä°lbar, üçüncü sınıfta fotoÄŸrafa gönül verip okulu bırakmış, bunu babasının yüzüne söyleyebilmeye cesaret etmiÅŸtir. Hayatını daha sonra Ä°stanbul’da Tercüman gazetesinde fotoÄŸraf ÅŸefliÄŸi, spor muhabirliÄŸi, yöneticilik yaparak geçirecektir ama Foto Oktay, aynı adla kalır Denizli’de.O üç yaşındayken Ä°stanbul’a taşındıklarından ilk çocukluk anıları Fatih’te baÅŸlar. Åžimdiden bakınca pek inanılır gibi görünmez ama yaramaz deÄŸildir, tersine babasının otoritesi nedeniyle pek sokaÄŸa çıkarılmayan, her ÅŸeyin idareli kullanıldığı, babanın ilgi ve sevgisinden çok kurallarının hakim olduÄŸu evin büyük ve ezik kızıdır. Derslerle, özellikle matematik ve kimyayla deÄŸil, spor faaliyetleriyle gündemdedir. Ha, bir de çok küçük yaşında baÅŸladığı taklit ve dans yeteneÄŸiyle... Burası, yani hayatını belirleyecek olan kısım, önemlidir iÅŸte; çünkü evde en ufak bir ÅŸey olduÄŸunda önce onun adının zikredilmesinden, ‘şimdi çarpacaksın’, ‘olmaz yapamazsın’ sözlerinden o kadar pasifize edilmiÅŸ, büyüklerine ve hayata karşı o kadar ürkekleÅŸmiÅŸtir ki tiyatro hayatta seçebileceÄŸi en son ÅŸey gibi görünür o yıllarda. Ãœstelik, hep uzun, ‘iri yarı’ olarak tarif edilmiÅŸ, kendisi de çirkin olduÄŸuna o kadar inanmıştır ki aynaya bakıp ‘hiç de fena deÄŸilmiÅŸim’ diyebilmesi için 28 yaşını beklemesi gerekmiÅŸtir.EZÄ°K VE ÃœRKEK KIZNASIL TÄ°YATROCU OLURYine de sekiz yaşında koyar tiyatroyu kafasına... Çünkü bütün o ürkek yıllarında, bir tek aile içinde o taklitleri yaparken, babasının yasaklı plaklarını pikaba koyup kendi kendine bale koreografileri yaratırken kendi olmaktan çıkar (ya da kendini bulur), farklılaşır, ‘ona bir ÅŸeyler olur’, sanki ruhuna baÅŸkası girer... Bir tek orada beÄŸenilir. En önemlisi babasından aferin alır; o 14 yaşındayken annesinden ayrılıp eksikliÄŸini iyice hissettiren babası onu bir tek orada onaylar. Öyle ki aile içi eÄŸlencelerde ÅŸov yapan o, sunucu babasıdır. Denizlili Özay Gönlüm’den baÅŸlayarak, Emel Sayın, Ajda Pekkan, Nilüfer taklitleri ve danslar, onu o çirkin, iri ve sakar halinden kurtarır, kabul gören hale getirir.Aileden ‘Bu kızı yönlendirmeli’ sesleri yükseldiÄŸinde, ortaokuldadır, konsevatuvarın tiyatro bölümüne o yıllarda lise bitince girilir. Baleye de meraklı ve uygun olduÄŸu için bale bölümüne girip yatay geçiÅŸ yapmayı düşünür. Ama gelin görün ki, onu Fatih’ten Çemberlitaş’a götürecek biri yoktur evde. Babası da otobüse binmesine izin vermez. Böyle saçma bir nedenle zamanında baÅŸlayamayacaktır sevdiÄŸi dalın eÄŸitimine. Dolayısıyla Ä°stanbul Kız Lisesi’nde ve annesiyle babasının boÅŸanmasından ardından Bostancı’ya taşınınca Erenköy Kız Lisesi’nde okur. Ancak liseden sonra Ä°stanbul Ãœniversitesi Belediye Konservatuvarı’na girer. Ama ondan bir yıl önce adım atacaktır tiyatro sahnesine... Bir tanıdık sayesinde karşısına çıktığı Gazanfer Özcan, onu kuliste dener. ‘Ortalığı iyice temizledin mi kızım?’ sorusuna cevap olacak repliÄŸi, Özay Gönlüm ÅŸivesiyle ‘Guller gibin yaptım hanımım’ diye doÄŸaçlama cevaplayınca bayılır. Ama oyunda ona göre rol yoktur. ‘Dur bakalım, sana bir ek rol yazarız belki’ deyince hemen atlar; ‘Hani ikinci perdede otel var ya, orada hizmetçi olabilirim!’ Gazanfer Özcan, kendine rol de bulabilen bu yetenekli kızı kırmak istemez, hemen bir hizmetçi rolü yazar. Toplam 70 saniyelik bir roldür ama dünyalar onun olur. Yalnız bu kez de Bostancı’dan ÅžiÅŸli’ye hafta içi gidemediÄŸi için sadece haftasonları oynayabilir. Yani oyunda hafta içinde olmayan hizmetçi, haftasonu belirmektedir. Bazen konu komÅŸuya pazartesi, salı günleri için biletler götürür, gece eve onlarla dönebilsin ve bir oyun fazla oynayabilsin diye...Sonraki rolünü okuldayken Yıldız Kenter teklif eder... Bahçede yanına yaklaşırken ‘biraz kilo ver’ filan diyeceÄŸini bekler ama hayır. Arzu Tramvayı’nda küçük bir roldür söyleyeceÄŸi. O gün orada nasıl düşüp bayılmadığına hayret eder hálá ama bu onun profesyonel oyunculuÄŸa ilk adımıdır. Kent Oyuncuları’ndan sonra Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları, DevekuÅŸu Kabare, Dormen Tiyatrosu ve Ortaoyuncular gibi en iyilerle çalışır. 1987’de televizyona adım atar. Ä°lk televizyon dizisi Baldız ve Bacanak, rolü Düriye’dir. Yani klasik bir drama oyunculuÄŸundan ziyade, ÅŸiveli konuÅŸan, komik, uç tiplemelere yakıştırılır daha çok. Olaylar da baÅŸta öyle geliÅŸir; mesela Düriye’den önce yine bir hemÅŸire rolüne seçilmiÅŸtir ama dizinin senaristi Necef UÄŸurlu bir gün çekim arasında arkadaÅŸlarına fıkra anlatışına tanık olunca, derhal ‘bu Düriye’ der. Sonrasında da izleyici onun bu ‘konuÅŸur konuÅŸmaz güldürmeye mecbur’ haline alışır ve baÅŸkasını pek istemez. Konservatuvar yılları boyunca drama oynamış, hatta kendisine uygun boyda bir sevgili bulamadığı için hep ‘Sırça Kümeste Amanda’ misali rollere uygun bulunmuÅŸ, anne, abla olmuÅŸtur ama sonradan böyle tanınınca rol teklifleri de öyle gelir.TRAJÄ°KOMÄ°K SEVÄ°YORÇÜNKÃœ HAYAT ÖYLEO da çok ÅŸikayetçi deÄŸlidir bu durumdan, çünkü anında reaksiyon alır; izleyicinin aÄŸladığını oyuncu anlayamaz ama güler gülmez duyar. ‘Açgözlülükten!’ der, ‘Ben ÅŸimdi bir ÅŸey yapacağım, beni alkışla, bununla da yetinme, gül’ açgözlülüğü. ‘PeÅŸin alayım ben’ der yani... Ayrıca güldürmek zor olandır; bunu baÅŸarabilenin tragedya oynayabileceÄŸine inanır. Sonradan ikisini birden yapabilmenin keyfini yaÅŸar. Rol aldığı her komediden onun dramatik oyunculuklarını cımbızlayabilir dikkatli bir izleyici. Sonuçta trajikomik oyunu sever, çünkü hayat da budur. Siyahla beyaz, gözyaşıyla kahkaha, düğünle cenaze... ‘Acaba burada aÄŸlamalı mıydık, gülersek oyuncu üzülür mü?’ oyunculuÄŸuna daha yakın hisseder kendini.Ä°ÅŸte bunu metinlerinde en iyi yapabilenlerden biridir Yılmaz ErdoÄŸan. Bu yüzden buluÅŸmaları kaçınılmazdır. 1990’da onun ‘Biz BeÅŸiktaş’ta eski bir sinema (Mıstık) aldık, tiyatro salonu yapıyoruz, yeni oyunumuzda baÅŸrol oynar mısın?’ teklifini kabul ettiÄŸinde, aynı zamanda Star televizyonundan da bir teklif almıştır. Böylece Star’a, altıncı bölümde yayından kaldırılmak istenmesine raÄŸmen 138 bölüm çekilerek bir klasik haline gelen Bir Demet Tiyatro’yu çekerken, BeÅŸiktaş’taki eski sinema salonunda da uzun bir aradan sonra ilk kez dört yıl oynanan Otogargara’yı sahnelerler. Ve bu iki proje BeÅŸiktaÅŸ Kültür Merkezi’nin (BKM) doÄŸmasını saÄŸlar (1995). BKM’nin tiyatro oyunlarının yanısıra Vizontele filmlerinde de vazgeçilmezlerden biridir. Televizyon serüveni de aynı hızla devam eder. Ama o biraz sezgileriyle oynayan bir oyuncudur; seyirciden hemen reaksiyon almayı da sevdiÄŸi için, ilk sırada sahne gelir elbette. Sinema ve televizyonda da her ÅŸeyi bittikten sonra seyretmek güzeldir ama bu onun deÄŸil, yönetmenin elinde olan bir ÅŸeydir. Sinemada yakın plan çekilirken, aÄŸaca bakarak ‘seni seviyorum’ demekle, sahnede her gece baÅŸka bir ÅŸekilde ‘seni seviyorum’ demek arasında dünya kadar fark vardır. Ä°kincisi, özgürlüktür.Seyircinin henüz görmediÄŸi baÅŸka renkleri vardır elbette. Tabii ki onu sadece FeriÅŸtah’la, Lütfiye’yle, Düriye’yle, seyircinin gülmeye alıştığı Demet Akbağ’la sınırlamak haksızlıktır. O yüzden artık sadece oyunculuÄŸa dayalı, ‘düz’ rollere kayar gönlü; ÅŸivesiz, oyunsuz, sivri, oralı-buralı kadın olmayan, gerçek karakter rollerine. Galiba, seyircinin hálá kolay ÅŸeylere, mesela düşene gülmesinden sıkılmıştır biraz. Yılmaz ErdoÄŸan’ın metinlerinden çıkardığı ÅŸeylerden biri ÅŸudur: EÄŸer laf komikse, komik tavırla söyleme! Kıskandığını belirten bir laf ediyorsan, kıskanç bakma! Yani Haluk Bilginer-Zuhal Olcay’ın tiyatrolarına yazdığı ‘bu sahnede oynamak yasaktır’ cümlesindeki gibi oynamak ister. Oynama, o ol! O yüzden ÅŸu aralar ‘oynamamaya’ çalışmakla meÅŸguldür. Yeni baÅŸlayan dizisi Sevinçli Haller’deki Evinç Hanım tiplemesini biraz da böyle izlemek gerekir...Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!