Yazdıklarımı okuyunca kliniğe yatırmak istediler

Güncelleme Tarihi:

Yazdıklarımı okuyunca kliniğe yatırmak istediler
Oluşturulma Tarihi: Ocak 27, 2012 23:15

2005 yılında yazmaya başladığı blog çok ilgi görünce, yayıncılardan teklif aldı. Henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiyken ‘Türkiye’nin en genç yazarı’ sıfatıyla çıkardığı ilk kitabı ‘Ben Hep 17 Yaşındayım’da aşk, felsefe ve sosyal yaşam üzerine denemeler yazdı.

Haberin Devamı

Ve kitabını 12 Eylül döneminde yaşı büyütülerek asılmış Erdal Eren’e ithaf etti. Bugün, 19 yaşında bir üniversite öğrencisi. Geçen hafta İkinci Adam Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı ‘Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm’ ise arka kapakta belirtilenin aksine, bir tür roman olmanın dışında, bir anı-deneme kitabı olarak değerlendirilebilir. Akdoğan, bu kez “beş para etmez bir serseri” olarak tanımladığı kendi yaşamını yazmış. Kitabı; uyuşturucu, kadınlar, sevgi ve hayata dair söyleyecek bu kadar çok sözü olan 19 yaşındaki bu genci yargılamadan, anlamaya çalışarak okumalı belki de...

Kol kırılır yen içinde kalır, bizim ataerkil ailelerimizde. Bütün kavgalar, kırgınlıklar, mutsuzluklar dört duvar arasında yaşanır da, kapı aralığından taşacak diye aklı gider insanların; daha çok da kadınların. Onun için on yıllar sonra biten evliliklere pek şaşırır aile dostları, hatta akrabalar bile. Halbuki o güne kadar gördükleri, mutlu bir aile tablosundan ibarettir.
Aytuğ Akdoğan, ilk kitabı ‘Ben Hep 17 Yaşındayım’da ebeveynlerini kendi ifadesiyle “yerin dibine soktuğu için” bazen onu görmezlikten geldiklerini, misafirliğe ona haber vermeksizin gidip de kendisini koca evde tek başına bıraktıklarını yazıyor. Ama gelin görün ki, yeni kitapta daha çok sırrı ifşa etmiş. Yakalanmak umuduyla ebeveynlerinin yatak odasında kız arkadaşlarıyla birlikte geçirdiği anları veya Barselona’da tanıştığı siyahi hayat kadınını, mesela. X kırıklığına, Y hayırsızına ve Z ayrılığına; hatta hayatını birlikte geçirecek olmasına rağmen bir türlü tanışamadığı sevgili kadınına mektuplar yazmış.
Kabul edelim, kimse ailenin ve kendisinin özel hayatını intikam alırcasına ifşa eden bir evladı olsun istemez. Öyleyse Aytuğ bunu neden yapıyor? Kendisine sorduğumuzda, bu kitabın bir “intikam kitabı” olduğunu söylüyor. Yazdığı herkesten intikam almış. Bize göre; yazdıklarıyla insanoğlunu da cezalandırıyor bir nevî, yani işin ucu size de dokunuyor aslında. Çünkü, belki de gençliğin verdiği gözü karalıkla, hakim anlayışları kendi isteğiyle reddeden bir yeraltı gencinin hikâyesini, kendi öyküsünü yazıyor, Akdoğan.

Haberin Devamı

/images/100/0x0/563cc9b1f018fb32c8ecde33

Haberin Devamı

MUTLU KİTAP YOKTUR

Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm’ün kapağında yazarının eli sigaralı bir fotoğrafı var. Kapak, kitabı ilk gördüğünüz andaki yargınızı önemli şekilde etkiler. Bu kitaba gözünüz takıldığında, ticari kaygı güden ve aykırı bir sokak adamı imajı çizmeye çalışan ergen bir gencin yazdıklarını okumaya hiç de niyetiniz olmadığını düşünebilirsiniz. Sayfaları çevirmeye başladığınızda ise, tuhaf şekilde yanıldığınızı anlayacaksınız. Zira Akdoğan’ın, psikiyatrının okuyup da onu kliniğe yatırmak istediğini söylediği yazıları, okura hem üslup hem de içerik açısından beklediğinin fazlasını sunuyor. Üstelik bu yaş mevzuuna son noktayı yine kendisi koyuyor:
“Mutlu bir kitap yoktur. Bu yüzden beni sadece obsesif, karamsar ve ahlaksız yazılar yazmakla suçlamayın ve artık yaşım hakkında düşünmeyin, herkes aynı hayatı yaşamıyor. Üstelik yazan insan diğerlerine göre biraz daha kirlidir her zaman. Gene de size bahsettiğim her şeyi düşünmek yerine alaya almak istiyorsanız, bunu bir an önce yapın gitsin. Siz kaç yaşındasınız? Kaç yaşında hissediyorsunuz?”

Haberin Devamı

ARKA KAPAK YAZISI KÜÇÜK İSKENDER’DEN

İlk kitapta 17 yaşında bir lise öğrencisi olan Akdoğan, beş senede tamamladığı lise öğrenimi boyunca üç kere okuldan atıldı. Şimdi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü birinci sınıf öğrencisi. Birinci kitaptan sonra biriktirdiği az bir parayla yola koyulup, yaklaşık 10’a yakın ülkeyi gezdi. Yeni kitabın büyük çoğunluğunu da Paris’teki bir otel odasında tamamladı. Onu bu yolculuğa zorlayan şahidi olduğu ‘bir erken ölüm’ hikâyesini, kitabın üçüncü, yani son bölümünde okuyoruz. İlk bölümde büyüdüğü evi ve ailesini anlattıktan sonra ikinci bölüme geçtiğinde gezdiği şehirlerde karşılaştığı insanları, topladığı hikâyeleri kaleme alıyor. Gün aydınlığında yaşanan öykülerden ziyade, gece karanlığında şehrin arka sokaklarında tanık olunan insan hikâyelerinin peşine düşüyor. Genel itibarıyla sokak diline yakın bir anlatımı varken, kimi zaman edebi, hatta deneysel diyebileceğimiz bir üslup takınıyor. Onun “Hayatta her şeyin zıtlıklarıyla olması, güzel Tanrı ile şeytanın çocukları Âdem ve Havva ile başlamış olmalı” diyerek, ‘harikulade’ ve ‘berbat’ gibi tezat sıfatların birliktelikleri üzerine kurduğu metinlerini okurken Charles Bukowski, küçük İskender ve beat kuşağı yazarlarından etkilenmelere rastlayacaksınız.
Son olarak; kitabın arka kapağında küçük İskender’in genç yazara dair kaleme aldığı birkaç satır söze yer verelim: “Hayat genç bir yazarı yolculuklara zorluyorsa, Aytuğ Akdoğan valizini çoktan hazırlamış. Onun ufkunu maceralar, rotasını ise merak belirleyecek. Gittiği yerden döner mi: Aklı bedenini bağışlarsa oralarda kalacaktır. Yazdıkları bunun ipuçlarını taşıyor çünkü.”

Haberin Devamı

BENİ KALIPLARA SOKMAYIN

Ben bir hippi, anarşist, punkçı, nihilist, sapkın, tanrıtanımaz, düşüncesiz ya da başıboş falan değilim. Ben sadece sevginin, sevdiğim ya da sevebileceğim işlerin peşinde koşan sıradan bir adamım ve yargılamalarla kalıplara sokulacak bir durumum yok.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!