Uzaylılar bana ucundan dokunduruyor

Güncelleme Tarihi:

Uzaylılar bana ucundan dokunduruyor
Oluşturulma Tarihi: Ekim 10, 1997 00:00

Haberin Devamı

Bazılarını baştan, bazılarını çileden çıkarıyor

Kral TV'nin starı, gecelerinizin duygusal çocuğu vicey Bülent'i iki yıldır hemen her gece 24-02 arası sevsek de sevmesek de izliyoruz. Ama kabul etmeliyiz ki müzik kanallarındaki bir çok viceyden farkı var. Hele o baygın bakışları, kafasını yana eğip uzaklara ve tavana bakışı, tuhaf felsefi cümleleri, şiir okuyuşu, dokunsanız ağlayacakmış hissi veren duruşu yok mu, işte bunlar bazılarını baştan, bazılarını çileden çıkarıyor. Tam adı Bülent Çarıkçı. 24 yaşında. Ebeveyinleriyle Küçükçekmece'de oturuyor. Ama bugünlerde Nişantaşı'nda babasının emeklilik primiyle aldığı evde oturmak için hazırlanıyor. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden mezun. Üstelik tiyatro için yanıp tutuşuyor ama bulvar tiyatrolarında oynamak istemediği için oyunculuk yapmıyor. Görüşmemizin ilk dakikalarında bize, her şeyi malzeme yapıyorsunuz diyerek çok temkinli davrandı. Hatta ‘‘arkamdan yürümeyin, popoma bakmayın, sonra onu da yazarsınız’’ dedi ama çekingenliği fazla uzun sürmedi. Onun en çok kahkahasını sevdik. Babaanesinin deyimi ile ‘‘araba fren sıktı’’ gibi bir gülüşü var. Yani ‘‘ı-hı-hı’’ yazan yerlerde lütfen Bülent'in babaannesinin benzetmesini hatırlayın. Bülent, uzaylı olduğundan şüpheleniyor. Biz de olabilir dedik ve belki arkadaşlarına mesaj gider diye onu uzaylı kılığına soktuk. Yani fotoğraftaki gayemiz sansasyon yaratmak değil yanlış anlamayın, yukardakilerle iletişim kurmak. İyi pazarlar.

Her akşam nasıl o kadar mutlu görünebiliyorsunuz?

- Valla bazen oynuyorum, bazen de ama en gerçeği bu, beni sinirlendirecek, mutsuz edecek şeylerden kaçınıyorum. Yani gerçekten mutluyum. Mesela bazı telefonlar beni mutsuz eder. Saat altıdan sonra bütün telefonlarımı kapatırım, istediğim müzikleri çalmaya başlarım, iyi bir yemek yerim...

Telefonlar neden sinirinizi bozuyor?

- Valla her türlü şey olabilir. İşinizle de ilgili olabilir, özel hayatla ilgili olabilir. Duymak istemiyorum yani. Hep telesekreter var. Dinliyorum ama ölümcül olmadığı sürece cevap vermiyorum. Meyve yerim, dondurma yerim televizyona çıkmadan, onlar beni biraz yatıştırır.

Sinirleriniz çok mu bozuk?

- Sinirlerim bozuk değil tabii. En ufak bir şey beni mutlu edebilir ama sinirlerimi de bozabilir. Hassas bir insanım çünkü.

İmajınızı programa başlamadan önce mi belirlemiştiniz?

- Yok. Beni Kral'a alırken, ‘‘biz Mükremin abi gibi bir tip istiyoruz’’ dediler. Ama ben hiç o tarz bir insan değilim, ne yapacağım filan diye düşündüm. Yılmaz Erdoğan, mahallemizin bıçkın delikanlısı durumu. Bende de inadına o yok yani.

Siz nesiniz? Mahallemizin yumuşak çocuğu mu?

- Ben mahallede oturmayan biriyim. Ne sert ne yumuşak. O mahalleye ara sıra uğrayan, kendi dalgasını geçen birisi. Biraz asosyalim galiba bazı konularda.

Aykırıyım bir anlamda Hiç antipati toplayacağınızı düşündünüz mü tarzınızla, tipinizle?

- Ben tarzımın bile ne olduğunu bilmeden çıktığım için hiçbir şey düşünemiyordum. Meğer saçımı ortadan ikiye ayırıp mülayim mülayim şiirler okumam bile bir stilmiş. Bunu sonradan anladım. İlk başta dedim ki herkes beni sever. Çünkü ben iyiyim. Kötü de bir şey geçmiyor gönlümden insanlar adına. Çok kezban bir düşünce bu ama öyleydi yani.

Kezban düşünce ne demek?

- Kezban bir düşünce yani. O lafı çok severim. Çok şey anlatıyor bana ama size nasıl anlatayım ki? Kezban, hafif köyden indim şehire durumu, hafif uymayan. Ben öyle kezban bir durumda olacağımı hiç düşünmemiştim ama.

Oldunuz mu?

- Yani evet. İnsanlara uymuyorum, aykırıyım bir anlamda.

Nereniz aykırı?

- Kimine göre kaşlarımın çok ince oluşu, kimine göre saçımın uzun olup, bir de ortadan ikiye ayırıp, fön çektirmem, kimine göre şiirler okumam. Başta insanlarda bir antipati vardı. Sonradan antipati ile sempati birbirine karıştı.

Yani insanlar size sinir oluyor ama izlemeden de yapamıyor mu?

- Aynen öyleydi ama sonradan kabul ettiler. Bir de böyle biri var dediler. ‘‘Geceleri var ya Kral TV'de şiir okuyan Japon’’ diyorlar. Bazılarının bana gıcık olduğunu aldığım tepkilerden sonra anladım. Ama yine de ben aynaya baktığım zaman inanılmaz hoşuma gidiyorum. Böyle bakıyorum, valla çok enteresansın filan diyorum kendime.

Buna Hülya Avşar sendromu diyorlar.

- Yok onunki çok ayrı. Kendime baktığımda uff ne fucker demiyorum. Çünkü öyle değilim. Şu burna bak, şu ağıza bak demiyorum

Kesin diyorsunuzdur

- Hayır demiyorum yaa Allah Allah. Ekrandayken beni izleyenlerin bir nevi huzur bulacağını düşünüyorum.

Prozac da ne oluyor Prozac gibi program yani sizinki..

- Prozac ne?

Mutluluk hapı olarak da bilinen yeni jenerasyon anti-depresan.

- Yok öyle bir iddiam hiç olmadı. Ben kendim gibi çıkıyorum. Bir çok şeyden arınmış. O yüzümdeki tebessümün nedeni de bu. Bütün gün süzüyorum, oraya çıktığımda herşeyden arınmış oluyorum. Bir de çok fazla şansım yok gerçek Bülent'i göstermek adına. Ne yani stüdyo şefimle kavga ettim diye bir karış suratla çıkamam ki oraya...Yine de yanılıyorsunuz bence. Ben cici Bülent'i oynamıyorum.

Programda söylediğiniz şeylere inanıyor musunuz? Pozitif olmak, iyi olmak filan...

- Kesinlikle inanıyorum. Yoksa iki sene her gece nasıl oynarım? Var yani böyle benim gibi düşünen insanlar.

Gördünüz mü?

- Aaa hep onlarla beraber yaşıyorum ben ı-hı-hı . Nazan Öncel'in bir lafı var. Programı bitirirken söylüyorum. ‘‘Hayat benim hayatım, ne kadar sevinsem az’’. Ne güzel bir laf. Bu mülayim Bülent'in mantıklı düşüncesi değil. Mutsuz olduğum günlerde bazen şu camdan atlasam acaba kaç kişi üzülür ya da üzülmeleri önemli mi? Bu düşünceyi beynimden geçirebilirim.

Başka dünyalar Başka dünyalardan bahsediyorsunuz bazen, başka gezegenlerden...

- Aaa eveet çok inancım var. Nostradamus'un kehanetine çok inanıyorum ben. 1999'un yazında gelecekler diyor. İnsanlıkla ilk temas o zaman olacakmış. İlk temasın benimle olmasını isterim.

Ya beklediğiniz gibi çıkmazlarsa? Mesela çok vahşilerse?

- O zaman yuh olsun bana! O kadar insanı hazırlamışım ekranda ‘‘biliyor musunuz uzaylılar var’’ sonra da gelmişler ağzıma... Hayat benim hayatım ne kadar üzülsem az olur olur o zaman ı-hı-hı... Ama ben daha da ileri gidip aramızda olduklarına inanıyorum. Biraz deli saçması olacak ama...nasıl söyleyeyim...aramızdalar yani. Bir kitapta yazıyordu esasen dünyada görevli iki milyon uzaylı var, insan bedenine girmiş.

Sizin tanıdığınız var mı?

- İsim veremem.

Aa hadi ama...

- Yani bilmiyorum Yıldız Tilbe bana uzaylı gibi geliyor. Çoğuna göre çok ilginç tuhaf bir kız ama bana çok uygun geliyor. Aynı planetten düşmüşüz gibi geliyor.

Yani siz de mi uzaylısınız?

- Hayır da yani bazen düşünüyorum niçin bu kadar burca düşkünüz mesela. Burçlar birer şifre gibi. Aynı burçtan olan insanların fizyonomileri bile aynı çünkü bence aynı gezegenden gelmişler.

Arkadaşlarım yukarda Peki ne demek uzaylı?

- Yani bu dünyaya bir kaç numara büyük geliyor onlar. Çok net anlaşılabileceklerini düşünmüyorum. Yıldız Kenter'in de başka bir planetten geldiğine inanıyorum.

Bir gün size ‘‘sen aslında uzaylısın’’ deseler sevinir misiniz?

- Sevinirim.

Böyle olduğunuzu hissediyor musunuz?

- Hissediyorum evet. Çünkü bazen bu dünyada kendimi tek ve sonsuz yalnız hissediyorum. Hayat karşısında tek tabancayım.

Depresyon başlangıcı olmasın?

- Hayır bahsettiğim konu çok başka yerde. Gökyüzüne insanlar bakmazlar bile. Bense arkadaşlarımın hep yukarda oluğunu düşünüyorum.

Hiç sinyal gönderdiler mi?

- Bazen ucundan dokunduruyorlar. I-hı-hı-hı! Yani konuşuyoruz arada sırada. Rüyalarımda yani.

Rüyalarınızda mı görünüyorlar?

- Kesinlikle. En son dört taneydiler. Boyları kısa, kolları uzun. Büyük kafaları vardı, saçsız. Ve çekik kocaman kafaları. Ama üzerlerinde hiç bir şey yok.

Mesaj mı ilettiler?

- Mesaj mıydı bilmiyorum ama bana çok kızdılar. Bir masa etrafında oturmuş konuşuyorduk birden biri gömleğimi tuttu ve ‘‘bu kumaş!’’ dedi. ‘‘Bunu sen nasıl elde ettin?’’ diye bağırdı. Sonra hem korktular hem de kızdılar. Kapıyı üzerime kilitleyip çıktılar. Ve ben de kilitli kapının içinden geçip kaçtım. Ama kapıda az saçlı, renkli gözlü bir adam daha vardı. O adamın içinden geçtim yani. Sonra ne oldu biliyor musunuz?

Ne?

- O adamı bir iki ay sonra oyun oynadığım tiyatroda gördüm. Yani rol arkadaşım oldu! Ona anlatınca onu uzaylı olarak gördüğümü bana ‘‘ben böyle şeylere inanmam ama son gördüğüm rüyada dört tane uzaylı ile bir masa etrafında konuşuyordum’’ dedi. Düşünebiliyor musunuz? Aynı rüyayı görmüşüz!

Bunlar mı sizi uzaylı olduğunuza ikna etti?

- Evet. Bana öyle geliyor. Onlarla iletişim kuruyorum yani.

MEĞER SİTİLİM VARMIŞ!

Ben tarzımın bile ne olduğunu bilmeden çıktığım için hiçbir şey düşünemiyordum. Meğer saçımı ortadan ikiye ayırıp mülayim mülayim şiirler okumam bile bir stilmiş. Bunu sonradan anladım.

ANTİPATİ İLE SEMPATİ

Kimine göre kaşlarımın çok ince oluşu, kimine göre saçımın uzun olup, bir de ortadan ikiye ayırıp, fön çektirmem. Başta insanlarda bir antipati vardı. Sonradan antipati ile sempati birbirine karıştı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!