Cemaatle hükümet çatışınca rüzgâr kesildi

Güncelleme Tarihi:

Cemaatle hükümet çatışınca rüzgâr kesildi
Oluşturulma Tarihi: Ocak 05, 2014 02:05

İskender Pala, yeni romanı Mihmandar’da, İslam’ın ilk çatışmalı döneminde geçen Eyüp Sultan’ın Medine’den İstanbul’a uzanan yolcuğunu kaleme aldı. Pala, son günlerdeki cemaat-hükümet kavgası için “Allah ‘Birbirinize düşmeyin, rüzgârınız kesilir’ der. Aynen ayetin söylediği gibi, rüzgârınız kesildi” diyor.

Haberin Devamı

Mihmandar ismi nereden geliyor?
Mihmandar, Farsça bir kelime ama Türk geleneğinde de saygın. Misafir ağırlayan, konuğun her istediğini yerine getiren anlamını taşıyor. Araplarda kullanılmayan bu kelime bizde geniş bir misafirperverliği ifade eder. Hazreti Peygamber’in Medine’ye geldiği zaman evinde kaldığı kişi Halid Bin Zeyd, Eyyüb’ün Babası. Biz ona Eyüp Sultan diyoruz. Türk kültüründe hep ‘mihmandar’ olarak anılmış. Mihmandar-ı Rasullullah gibi.

Roman ne kadar tarihi gerçeklere dayanıyor, ne kadarı kurgu?

Romanda söz konusu ettiğim her şey ya tarih kaynaklarından ya menkıbevi kaynaklardan derlendi. Dolayısıyla benim kurguladığım bir şey değil. Eyüp Sultan hakkında sadece tarihi kaynaklar kadar menkıbeler de çok önemli. Bunların derlendiği değerli tezler de yazıldı. Benim kurguladığım iki karakter var. Biri Bizanslı başkahraman Kallinikos’un kızı, diğeri General Dextus’un kızı.

Kitabın önemli bir bölümü Muaviye zamanındaki Bizans’ı anlatıyor. Bunun için ayrı özel bir çalışma mı yaptınız?

Bizans tarihini bilmeden o dönemi anlatmak mümkün değil. 668 yılındayız. İkinci İstanbul Kuşatması yaşanıyor. Konstantiniye, İslam devletleri için bir ideal. Müslüman liderler “oraya ulaşabilirsek Bizans’ın kalbine ulaşırız ve her şey bambaşka olur” düşüncesini taşıyorlar. O dönem Hıristiyanlar içinde de büyük bir çatışma var. Roma, Kudüs ve Konstantinopolis tam çatışma halinde. Tarihin o meşhur Bizans entrikalarının başladığı dönem. Bunların hepsini ayrı kaynaklardan kontrol edip yazdım. Bunla yetinmedim üç ayrı Bizans tarihçisine de kitabı okuttum.

Cemaatle hükümet çatışınca rüzgâr kesildi


Kitapta ’Dişi Ejderler’ isimli kadınlardan oluşan Bizanslı suikast timi de var. O devirde gerçekte böyle kadın askerler var mı?

Var. Dişi kelimesini özellikle belirttiklerine göre muhtemelen kadınlardan oluşuyor. Kadınlardan suikast timi düzenlemek her çağda zor olmuştur. Sesinden, görünümüne kadar pek çok zorlayıcı unsur var. Ama bütün büyük devletlerin güçleri ölçüsünde paralel güçleri olmuştur.
Kitap Bizim Eyüp Sultan olarak bildiğimiz Ebû Eyyüb el Ensari’nin 80 yaşından sonra Medine’den kalkıp İstanbul Kuşatması’na katılmasına odaklanıyor…
Ebû Eyyüb el Ensari o yaşta Bizans önlerine gelip sırf peygamberin müjdesini gerçekleştirebilmek için buna katlanıyor. Bence gelirken iki şey düşünüyordu. Birincisi Hz. Muhammed’in “Konstantiniye fethedilecek ve orada salih bir kul defnedilecek” sözündeki şahıs olmak arzusu. İkincisi bana göre sevdiği herkes gitmiş, özlediği kimse dünyada değil. O yüzden ölmeye geldi. Geri dönmek için değil, kalmaya geldi. Yoksa 80 yaşını geçmiş biri eline kılıç alıp kaç kişiyi öldürebilir ki? Ama o eline kılıç alıp yürüdüğünde yüzlerce, binlerce mücahidi aşka getirdi.

Muaviye’nin yeterince güce sahip olduğunu bilerek İstanbul’u almaya kalkışması bir güç sarhoşluğu mu?

Muaviye’nin bir siyasi deha olduğu konusunda herkes hemfikir. O siyasi deha daha sonra her şeyi kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlıyor. Bana göre hatası gücü elde bulundurmak için kendisinin vazgeçilmez ve tek adam olarak görmesi. Bu Hz. Muhammed’in ashabı hayattayken çok büyük eleştiri konusu oluyor.

Muaviye-Ebû Eyyüb el Ensari arasındaki çatışmanın bugünkü iktidar-cemaat tartışmasına benzer bir yönü var mı?

Hayır. O dönemin siyasi gelişmelerinin hiç bununla paralelliği olduğunu düşünmüyorum.

Bugün yaşananları nasıl görüyorsunuz peki?

İnsanlar namazda dururken sen cemaatçisin, sen AK Partilisin diye ayrılmıyorsa herhangi bir fikir, çatışma yüzünden de ayrılmamalı. Kardeşler birbirine düştüğünde evin huzuru da kaçar. Bundan konu komşu da tedirgin, rahatsız olur. Cemaatle AK Parti arasındaki mübareze ortamının her iki tarafa da sükûnetle kendilerini kontrol ve gözden geçirerek, “Acaba bu yaptığım Müslümanca mı?” diyerek davranmalı. Allah, “Birbirinize düşmeyin, rüzgârınız kesilir” diyor. Bundan kasıt maddi ve manevi ilerlemeniz durur, işleriniz bozulur. Aynen ayetin söylediği gibi, rüzgârınız kesildi. Ülkede, ekonomide her şey durdu. Ben cemaat-AK Parti konusunda herkesin tekrar tekrar kendini gözden geçirmesi gerektiğini söylüyor, yazıyorum. Hatta bana bu yüzden pek çok e-mail geliyor.

Ne diyorlar?

Kimisi “o gazetede ne işin var” diyor, kimisi “biz burada bir mücadele yapıyoruz sen ne zaman katılacaksın” diyor. Herkes durduğu yerden bakıyor meseleye. Ben hakkı, doğruyu söylemek zorundayım.

Gezi olayları sırasında çok konuşulan “Bizde çok adam bulunur” başlıklı bir ilan altında sizin de imzanız vardı. Son dönemdeki çatışmayı da benzer şekilde mi yorumladınız?

Ben bu konularla ilgilenmiyorum. Ofisime gelip işimi yapmak benim birincil vazifem. Allah bana iyi bir kalem vermiş, kendi kendime “sen kaleminle güzel şeyler üret, bu ülkeye en büyük faydayı böyle sağlarsın. Bu ülke senden siyaseti düzeltmeni beklemiyor, yazmanı bekliyor” diyorum.

Peki o imzayı atmak siyasi bir karar değil miydi sizin için?

O bildiriyi okudum. Ben böyle düşünüyorum dedim ve imzaladım. Bildiri siyasi mi değil mi bilmiyorum. Bir arkadaşım tarafından yollandı, okudum ve imzaladım. Altındaki diğer imzaları sonradan öğrendim. Bugün de imzalarım.

Haberin Devamı

WIKIPEDIA VE BAZI ATASÖZLERİ SANSÜRLENMELİ

Muhafazakâr sanat çıkışınız epeyi tartışılmıştı. Kimdir muhafazakâr sanatçı?
Türkiye’de muhafazakâr bir sanatçı sanatın diğer alanlarından hiçbirini yasaklayan bir sanatçı değildir. Muhafazakâr sanatçının yapması gerektiği şey, Sinan’ı, Itri’yi taklit etmek değildir. Bilakis moderni bilip, imkânlarından yararlanarak klasik sanatların içerisinden birtakım eserleri dünya sanatına kazandırabiliyor musun, işte o zaman muhafazakâr sanatçısın bana göre.

Peki sadece modern bir sanat ortaya koyuyorsa, bizim kültürümüze dahil olamaz mı?

Bana göre o eksikliktir. Sanatçının kendi eksikliğidir. Geleneği örtmüşseniz, batı dünyasında geleneği olan bir modern sanat ile yarışma imkânımız yoktur. Bu yüzden Türkiye hep sanat ithal etmektedir. 700 senelik bir birikiminiz ve tarihiniz olacak, Avrupa’nın 200-300 senelik ülkelerin sanatçılarını hiç durmadan ithal edeceksiniz. Peki hiç sormaz mısınız, Biz ne gün, Londra’ya, Tokyo’ya sanatçı ihraç edeceğiz? Türkiye sanat ihraç edemeyen bir ülke ve bu bizim için ayıp. O halde muhafazakâr sanat yok derseniz, kendi birikimimizle üretebileceğimiz eserler için 50 yıl beklememiz gerekecektir.

“Kadınları aşağılayan türküler TRT arşivinden arındırılmalı” demiştiniz. Hatta bir Neşet Ertaş türküsü için “erotik çağrışım yapıyor” sözünüz tepki çekmişti? Sizce ‘kadınları aşağılayan türküler’ nasıl tespit edilebilir ve yasaklanır?

Benim söylediğim şuydu: Türkiye’de belirli düzenlemelerin yapılması ve elden geçirilmesi gerekir. Mesela Vikipedi bana göre sansürlenmeli. Orada Türk tarihi ile ilgili bütün bilgiler yalan ve yanlışlarla doludur. Uzmanlar tarafından yazılıncaya kadar sansürlenmelidir. “Köprüden geçene kadar ayıya dayı demek” gibi bazı atasözleri belirli müddet askıya alınmalı. Bu arada sözgelimi TRT repertuvarında bulunan şarkılar gözden geçirilmeli dedim. Bu şarkıların çoğunun güftelerinden bilimsel yanlışlıklar var. Bir de kadınlar için pozitif ayrımcılık yapıp, kadınları aşağılayan deyimleri, atasözlerini, türküleri de çıkarmak gerekir dedim. Neşet Ertaş’ın türkülerini bunlara tercih edilebileceğini söyledim. “Bir tenhada can cananı bulunca” türküsünü beğendiğim için dillendirdim.

Yani siz Neşet Ertaş türküsü yasaklansın, diye bir şey söylemediniz.

Birileri bunu manipüle etti. Neşet Ertaş türkülerini kitap haline ben getirttim. Bayram Bilge Tokel’in kitabının tekrar yayınlanmasını sağladım. Onun türkülerini kimse benden daha çok sevemez. Zaten nezih bir türkü olduğu için o örneği vermiştim.

Her sene roman yazmamın formülü


Her sene yılbaşında bir kitap çıkartıyorum. Bunun için de 1 Şubat’ta çalışmaya başlıyorum. Dört ay hiç durmadan okuyorum. Konu hakkındaki her şeyi okuyorum, o zaman kafamda bir kurgu da oluşuyor. Haziran sonunda herkes tatile giderken ben başlıyorum yazmaya. Her gün 10 saat çalışıyorum. Yazımı bitiriyorum. Eylül ayında unutuyorum. Diğer işlerimle ilgileniyorum. Ekim-kasımda en az sekiz kez yazdıklarımı okuyorum. Kasımın sonuna doğru ilgili bilim adamlarına yollayıp, yazdıklarımı okumalarını, maddi hataları varsa düzeltmelerini rica ediyorum. Son okumayı ise romanın geçtiği yerlerde yapıyorum. Barbaros için İspanya, Fransa, Cezayir’i dolaştım bir hafta. Şah Sultan için Tebriz’e gitmiştim. Mihmandar için ise Medine’ye gittim. Ebû Eyyüb el Ensari’nin evinin olduğu yere gittim. Bilgisayarımı kucağıma aldım ve kitabı orada okudum, baştan sona. Çok değişik bir ortamdı. Bir taraftan ağlıyorsunuz, bir taraftan yazıyorsunuz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!