Yaz başında yelkenle Akdeniz

Güncelleme Tarihi:

Yaz başında yelkenle Akdeniz
Oluşturulma Tarihi: Haziran 09, 2008 02:15

Mavi tura çıkmak istiyorsanız, yazın en sıcak, koyların en kalabalık günlerini beklemeniz gerekmez. Kış boyunca Akdeniz’in hırçın dalgalarınca temizlenen, yağmurlarla yıkanan koylar sizi bekliyor. Deniz suyu sıcaklığı şimdiden 22 dereceye ulaştı. Mavi tur tekneleri sefere başladı. Koylar kalabalıkların hücumuna uğramadanfırsatıdeğerlendirin.

Haberin Devamı

"Denizci dediğin güneşi üzerine doğurmaz" dedi Hakan, gülerek. Kahvaltı masasını çoktan hazırlamıştı. Denizci olmak her yiğidin harcı değildi kuşkusuz ama mayısta mavi yolculuğa çıkarken, şafakta yüzümü deniz suyunda yıkamayı, tuzlu suda uyanmayı ve yelkenli bir gulette tatili hayal etmiştim. Hakan teknenin aşçısıydı ama denizcilik adına da ondan öğrenilecek çok şey vardı. Çökertme’nin Bozalan köyündendi. Bodrum’dan kaçanların sığındığı Mazı’nın hemen altındaki köy. Yalıkavaklı Ali Kaptan hariç Servet ve Cin Ali de aynı köydendi, amca çocuklarıydı. Kaptanın adı Ali olunca miçoya Cin lakabını takmışlardı.

612 kilometrelik mavi seyir, hem hayatı yavaştan alarak yelkenin tadına varma hem de Göcek’ten Fethiye’ye koyların, eski dostların hal ve hatırını sorma yolculuğu olacaktı. Akdeniz’de neler olmuştu, kim kalmıştı, kim vazgeçmişti?

Yolculuğun başladığı gece Göcek’te, yine açık havada, tiyatroda düğün vardı. Fasıllar, göbekler, çakır keyif davetliler... Lüks guletlerle dünyanın dört bir yanından gelen Hollywood ünlüleri, devlet başkanları, prens ve prenseslerle övünen Göcek’in böyle samimi halleri de vardır, hiç taviz vermediği. Bu gecelere herkes davetlidir, prensler ve prensesler bile.

GEMİLER ADASI’NIN TEPESİNDEN GÜN BATIMI

Göcek’in en şenlikli dükkanına, Ketenci Kardeşler’e uğradım. Dükkan keten, şilebezi, kök boya kıyafetler, el dokuması kumaşlar, Buldan işleri, İran işleri ve Orta Asya kaftanlarıyla dolup taşıyordu yine. Bir grup müşteri Haşim’in meşhur kahve falını ağızları açık dinliyordu. Bu cephede pek bir şey değişmemişti.

Göcek’ten çok iyi haberlerle ayrılmadım. Dağı, ormanı hálá güzeldi de, ruhunu yitirmişti bir süredir. 2000’in başında turizme açılan koylarda balık restoranları vardı. Diğer koylara daha önceleri planlanan tesisler yapılmamış ancak buna karşılık beldede 300 kadar yeni villa inşa edilmişti. Bu akıntısız, kapalı deniz 100 yerine 600 tekne barındırıyordu. Deniz anasıyla tanışmak zorunda kalmış, temiz denizlerde barınamayan martı burada artmıştı.

Yine de selametle gidelim diye çıktık yola. Denizcilerin birbirlerine söylediği "Allah selamet versin" dilekleriyle. Bu arada deniz tutana tavsiye, iki adet beyaz fasulye ve bir bardak su... Önce halatlar fora, sonra yelkenler... Arkadan gelen pupa rüzgarı, acemi şansı rüzgar olsa da beni rahatsız etmez, işinin ehli denizciyi ettiği kadar. Rüzgarın hangi halini kendine yakıştırır denizci bilemem ama bazısı "ne gelirse, geriden gelsin"der, "kolayına gidiş" olduğunu bile bile. Bazısıysa bu kolay rüzgarı yediremez kendine.

Ali Kaptan için hava hoş, zehir zemberek bir denizci o zaten. Yalıkavaklı. 14 yaşında, süngerci teknesinde miçoymuş. Güneş yumuşatmadan önce, süngerleri deniz suyuyla çiğnermiş. Ailesinin geçimini sağladığı hayvancılık nasıl bittiyse süngerciliğin de sonu gelmiş. Miçoluktan gemiciliğe, gemicilikten usta gemiciliğe yükselerek kurtarmış kendini.

Hakan ise köyden Milas’taki liseye gitmek zorlaşınca denize dönmüş yüzünü. Yemek yapmayı seviyor sevmesine de yine de gözü kaptanlıkta. Yemekler ondan soruluyor, yelkene de hakim. Genellikle kimseyle tokalaşmadığını söylüyor. Nasırlı ellerinden rahatsız olmasınlar diye.

Denizler Azizi Aya Nikola’nın yaşadığına inanılan Gemiler Adası’nın tepesinde günbatımı için toplanmış herkes. Şarap kadehleri tokuşturuluyor. Eskiden denizciler bu adadaki kiliselere uğrayıp, sefere çıkmadan önce dua ederlermiş. Deniz cam gibi, mayıs güneşi yumuşak, hava şerbet... Sempatik Kayaköylü dondurmacı Güray’ı göremiyorum, olur da buraya karadan varacak olursanız sizi adaya bırakır, sonra da almaya gelir. Bu arada teknesinde dondurma da yiyebilirsiniz. Gemiler Adası’nın kalıntıları ıssız. Kalabalıklardan uzaklaşmak için ideal bir mayıs günü...

KAYAKÖY ORTAÇAĞ DİNGİNLİĞİNİ YAŞIYOR

Karayoluyla ulaşılmadıkça Kaleköy aynı, dingin haliyle kalacak. Bir adacıklar topluluğu, bir ortaçağ kalesi, suya gömülmüş bir lahit ve sardunyaların fışkırdığı evler... Antik adı Simena. Tepedeki kalenin tam karşısında, bölgeye adını veren Kekova Adası uzanıyor. Yaklaşık 2 bin yıl önce, bir deprem ya da bir çökme sonucu Akdeniz kıyılarının bu kısmının sulara gömüldüğüne inanılıyor.

Tekneler Kaleköy’e yanaşırken iskeleler hareketlenir. Sahildekiler tekneleri uzaktan işaretlerle boş iskelelere yönlendirir. Köydeki kadın hakimiyeti hemen hissedilir. Cin gibidirler. Pancar motoru kullanır, teknelere yanaşır yazma satar, satmadıkları zaman kayıkta kenar işlemeye devam ederler. Kocalarıyla balığa çıkar, teknenin her türlü işini yapar, pansiyonları temizler, restoranlarda yemek pişirirler. Kaptanların dedikodusu genelde kadınlarının ne kadar iyi para kazandığı üzerinedir. Türkiye’nin en güzel manzaralı ilkokulu bu köyde; Rahmi M. Koç İlköğretim Okulu. Okulun tek hocası Nilgün öğretmen İstanbullu. Doğduğu şehri, doyduğu köye tercih etmiş. Altı öğrencisi var. Evi hemen okulun bahçesinde. En büyük sorunu, ulaşım zorluğu nedeniyle gazetelerin fahiş fiyatla satılması. O da köy kadınları, öğrencileri gibi yazma kenarları işliyor ve satıyor. Halinden memnun görünüyor.

Haberin Devamı

KAŞ KALKAN ÖLÜDENİZ

Karadut şarabı içip eski Kaş’ı düşündüm


Keşke Kaş’a denizden bakmasaydım. Akşam tekneden iner inmez ilçenin tek şarapevi Sumanu’ya (Sandıkçı Sok. No:10) uğradım. Mado’nun sohbetini ve meyve şaraplarını özlemiştim. Kaş’ta yaşayabilmek için gemilerini yakanlardan, "bir lokma, bir hırka"yı göze alanlardandır Mado. "Kaş’a ne oldu" diye sormadan önce yasemin kokularının yayıldığı bahçesinde kucaklaştık. Karadut, nar, böğürtlen, vişne ve birçok başka meyve şarabının arasında en çok sevdiğimin karadut olduğunu bilir. Özel tasarım, toprak seramik bardaklarında bana buzlu karadut şarabı ikram etti. "Unutma" dedi, "soğukken fark edemezsin yüzde 20 alkol var içinde, geçen seferki gibi çarpılma!"

Tekne limandan ayrılırken, son kez baktım ilçeye. Bir zamanlar coğrafi açıdan tecrit konumdaki, devlet memurlarının "sürgün"e gönderildiği, "mahrumiyet zammı" aldığı ya da gitmemek için görevlerinden istifa ettiği Kaş’tan geriye şimdi tepelerindeki binaların yarattığı hayal kırıklığı kalmıştı. Kaş’a yerleşen dostlarım, "Kaş bir sevda işidir ve hızla kaybettiğimiz naifliğin kalıntılarına hálá burada rastlamak mümkündür" demişti. Mado gibi Kaşlı dostlarım aklımdan geçiyor ve buna inanmak istiyorum.

KAYAKÖY’ÜN SANAT KAMPI

Kalkan’da ise villalar inşa ediliyordu. Kaş’la karşılaştırıldığında, daha az bozulmuştu sanki. Bir Kalkanlı’ya "nerede yaşıyorsun" diye sormuşlar, "Kalkan" diye cevap verince diğeri karşılık vermiş: "Aaa, demek Kaş’tasınız." Kalkan bu kıyıda hep ikinci planda kalmıştır ama güvenini kaybetmemiştir. Çarşı’nın klasikleşmiş isimlerinden Köseleci Öztan’ı aradım. Eski yerinde değildi. Sordum "kapandı" dediler. Hiç ihtimal vermedim, bir yanlışlık olmalıydı. Sonra birden eşi Selda’yı gördüm, Kalkan’ı çok sever, hiçbir yere kımıldamayacağını biliyordum. Hemen ardından dükkanın asıl sahipleri meşhur kedilerine takıldı gözüm. Yine takıların üzerinde sere serpe uzanmışlardı. La Beyaz, öyle yayılmış ki müşteriler takıları altından çekmek zorunda kalıyor, Kuzu adı üzerinde sorunsuz, asıl problem kasanın yanındaki kızıl tüylü Böcük. Yanında yazılı bir uyarı; "Bana dokunmayın!" Huysuz mu huysuz. Öztan artık meşhur Roma sandaletlerinden yapmıyor, ne yazık ki. Ama el yapımı gümüş ve deri takılara devam.

Ve Kayaköy’deyim.... Dünyanın korunması gereken 100 dağından biri olan Babadağ’ın eteklerinde, tüyleri diken diken eden bir harabe. 1923 mübadelesinde burada yaşayan Rumlarla, Batı Trakya’da yaşayan Türkler yer değiştirmek için, göç etmek zorunda bırakılmış. Rumlar, nar, erik, üzüm gibi meyve şarabı üretimiyle ünlü. Türklerse çiftçi, çevre koşullarına uyum gösterememiş, dağ başında aç kalınca onlara verilen, yamaçtaki bu evleri terk ederek aşağıdaki düzlüğe yerleşmiş ya da akrabalarına gitmişler. 80 küsur yıldır Kayaköy bir hayalet kent. 2000 bina harabe halinde. Sadece 40 aile sahiplenmiş buraları.

Kayaköy’ün benim için ayrı bir yeri vardır. Çünkü göç etmek yerine Kayaköy’de kalan, doğma büyüme buralı iki gencin, Mutlu ile Oğuz’un kurduğu Kayaköy Sanat Kampı (0533 763 62 73, www.kayasanat.com) buradadır. Bence burası Türkiye’nin en iyi sanat kamplarının başında gelir. Oğuz artık aramızda değil ve onu hepimiz özlüyoruz. Bu yıl kamp sezonu açmış. Fotoğraf, resim, seramik, yoga, ebru sanatı, perküsyon, salsa, kabak boyama, kilim dokuma, mozaik, drama ve ahşap boyama gibi atölye çalışmalarına bir de cam mineleme eklemişler.

Yine denize açılıyoruz. Yunuslar eşlik ediyor tekneye. Cin Ali teknenin en genç personeli, birçok liman onun için bir ilk. Miço bir yeri ilk kez görüyorsa, tekne demir attığında kaptan "git tatlı al" dermiş. Böylece miço karaya çıkar, pastaneyi ararken bölgeyi öğrenirmiş. Cin Ali’ye erken uyanmak hálá zor geliyor ama sessiz sessiz süzülen bu yelkenli gulete hayran. Kaptan olmak isteyip istemediği sorulduğunda, "valla bilmiyom" diyor, "büyüyünce görcez."

Bu gezinin sponsorluğunu üstlenen Tussock Cruising (www.tussock.eu Tel: 0532 283 55 33) 25 yıldır Akdeniz ve Ege’de yelkenli teknelerle tur düzenliyor. En fazla 12 yolcu alan, dokuz ahşap teknesi var. Turlarda yelkene ağırlık verildiği için rotaların sadece başlangıç ve bitiş noktası biliniyor. Sürprizli yolculuğun rotası kaptan ve yolcuların günlük toplantılarıyla belirleniyor. Sefere çıkacaklar yakın yaş gruplarından seçiliyor. Ayrıca arkeoloji, doğa, şarap, yoga, yemek pişirme, satranç, poker, sigarayı bırakma, takım ruhu oluşturma gibi temalı turlar yapılıyor.

Issızlığın ortasında

Şehrin gürültüsünü unutmak, kaostan uzaklaşmaksa mesele, Aperlai derim. Sıcak Yarımadası üzerinde, karadan ulaşmak çok zor. Likya Yolu yürüyüşçüleri cesaret edebiliyor ancak buraya gelmeye. Kaş’tan ya da Üçağız’dan kiralanan teknelerle ulaşılıyor. Koyun ıssızlığı ve kalıntılar etkileyici. Tek tük evin arasında bütün yıl burada yaşayan sadece Finikeli Rıza ve ailesi var. Bu kampingde (www.aperlai.com, 0539 859 91 96) zeytin ağaçlarının arasında, taş evlerde ya da çadırlarda kalınıyor. Elektrik güneşten, su Likya sarnıçlarında kış boyunca biriken yağmurdan... 20 yıl önce burada birkaç aile yaşarmış. Rıza’nın balıkçı dedesi bunlardan biri. Üçağız yakınındaki Kılıçlı köyüne su, elektrik gelince dedesi hariç bütün aileler Aperlai’yi terk etmiş. Arsa dededen kalma. Anne ve yenge mutfakta, muhacirlere özgü kapama usulü ekmeğin yapıldığı kapta güveç yapıyorlar. Küle gömülüp, korda pişiyor... Eğer ağlar dolu çıktıysa, mönüye balık ekleniyor. Koy yaz ve kış esiyor, bu sayede hiç sivrisinek yok. Yürüyüşler, bot turları düzenleniyor, balık tutuluyor, şnorkelle batık kente dalınıyor, akşamları ateş yakılıyor. Taş evin üzerinde bir deniz kaplumbağası kabuğu asılı. Fırtınada kıyıya vuran üç kareta karetadan biri bu. Kampingin ismi Purple House (Mor Ev). Adını bu bölgede bolca bulunan dikenli salyangoz müreksten alıyor. Likyalılar sadece kraliyet ailesine mensup olanların giydiği kıyafetlerde kullandıkları mor boyayı bu salyangozlardan elde edermiş. Kabuğunu da parçalayıp yapılarda bir çeşit harç olarak kullanırmış.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!