Vesayet altında parti yönetemeyiz

Güncelleme Tarihi:

Vesayet altında parti yönetemeyiz
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 18, 2010 00:00

Milli Görüş Hareketi bugünlerde ikinci büyük depremi yaşıyor. İlki, Tayyip Erdoğan liderliğindeki yenilikçi grubun Fazilet Partisi’nden ayrılmasıydı. İkincisiyse, Genel Başkan Numan Kurtulmuş’un vesayete karşı çıkarak, Necmettin Erbakan’ın ekibini parti yönetimine almamasıyla başladı. Erbakan’a rağmen güçlükle de olsa yeniden Saadet Partisi Genel Başkanı seçilen Numan Kurtulmuş ile kongreden önce konuşmuştuk. Kurtulmuş, isyan bayrağının sinyallerini orada vermişti

1998’de ısrarlar üzerine profesörlüğümü almama kısa bir süre kala üniversiteden istifa edip Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanı oldum. Profesörlüğümü sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’ne girince 2004’te aldım. 28 Şubat sürecinde oluşan haksızlıklar aktif siyasete girmemde etkili oldu. Israrlar, hem Hoca’dan (Necbettin Erbakan) hem de parti çevresindeki arkadaşlardan geldi. Erbakan’la babam, üniversitede aynı dönemden. Üniversitede o dönem muhafazakar olarak bilinebilecek gençlerin sayısı, bir elin parmakları kadar. Oradan dostlukları var. Erbakan Hoca’yı ilk kez İstanbul’da Kazablanka Gazinosu’ndaki toplantıda dinledim. 9-10 yaşlarında çocuktum. Herkesi ayağa kaldırıp yemin ettirmesini zihnime kodlamışım. Ama Selamet ve Refah Partisi dönemlerinde partiyle organik bir bağım olmadı. Camiayı tanıyordum, camia da beni yakın tanıyordu, babamı biliyordu.

GÖLGE OLAN GERÇEK OLAMAZ

2002’de Genel Başkan Yardımcılığından istifam ‘Çuvaldızı başkasına ama iğnenin bir kısmını da kendimize batıralım’ ikazıydı. O süreçte maalesef, partide seçim sonucunun eleştirisini yapacak zemin yoktu. 26 Ekim 2008 kongresinde bu hareketi uzun yıllar yürüten tecrübeli büyüklerimiz bayrağı bize devretti. Bu süreçte Sayın Erbakan’ın bana doğrudan ya da dolaylı olarak bir tavsiyesi olmamıştır. Kamuoyunda böyle bir algı ortaya çıktı ya da çıkarıldı. Biz istişarelerimizi herkesle yaparız ama asla vesayet altında parti yönetmeyiz. Bu, siyasetin doğasına aykırıdır; gölge olan gerçek olmaz. Partimiz yeni dönemde yeni muhtevasına yeni kadrolarıyla devam edecektir.

PARTİYİ YENİDEN FORMATLIYORUZ

Büyük kongre öncesinde bir prompter denemesi yaptırdılar. Dedim ki “Arkadaş, ben prompterdan konuşamam.” Belki bu hocalıktan gelme bir şey. Önüme bir metin koyup okuyamam. Söylemimde solun değil, klasik adaletin etkisi var. 1.5 yıldır, “Siyaseti yeniden formatlamamız gerekir” diyorum. Saadet Partisi’ni de yeniden formatlıyoruz. Bir, yerli partiyiz. İki, anti-emperyalist partiyiz. Üç, sadece bizim gibi düşünenlerin değil, bu topraklarda yaşayan herkesin adaletini, özgürlüğünü, refahını sağlamak için mücadele ediyoruz. Üniversitedeki başörtülüler kadar cenazesini cemevinden kaldırmak isteyenlerin hakkını savunmak da boynumuzun borcudur. Dördüncüsü, maneviyatçı partiyiz. Bu format içerisinde siyaset yapıyoruz ve yeni müttefikler oluşturuyoruz. Bir de Genel Merkez’e sığmıyoruz artık. Arkadaşların odalarını bölerek bir odayı iki odaya getirmeye çalışıyoruz. Allah nasip etsin geniş, ferah bir genel merkeze geçelim.

AİLEM
Latin alfabesiyle ilk ilmihali dedem yazmış


Numan Kurtulmuş ismi dedemden bana mirastır. Dedem, İstiklal Harbi’nde yedi cephede savaşmış bir gazi. En son Sakarya Meydan Muharebesinde yaralanıp 39 yaşında malulen emekli oluyor binbaşıyken. Ondan sonra da 63 yaşına kadar yaşıyor, dini eğitimle uğraşıyor ve ‘Amentü Şerhi’ adındaki Türkiye’de bugün 50 yaş üstündeki kitlenin büyük çoğunluğunun bildiği, Latin harfleriyle ilk ilmihal kitabını yazıyor. Siyasete ilk başladığım günlerde Anadolu’da nereye gitsem insanlar, “Ne kadar gençmişsin” diyordu. Rahmetli dedem olduğumu sanıyorlardı. Ona layık olmaya gayret ediyorum. Babam hepimizi okumaya teşvik etmiştir, bu da dedemden geliyor. Beş kardeş arasında ben tek erkek çocuğum. Üç ablam üniversite mezunudur. Dindar camia kız çocuklarını okutmazken babam ısrarla ablamları okumaları için teşvik etmiş.

BABAM
Muhafazakar camianın tanınmış isimlerindendi

Rahmetli babam İsmail Niyazi Kurtulmuş, muhafazakar camianın tanıdığı biriydi. İlim Yayma Cemiyeti’nin kurucularındandı. Beni sürekli toplantılara götürmüştür. Bizi hep okumaya, araştırmaya, konferansa, panellere teşvik etmiştir. Küçük yaşta Necip Fazıl’ın konferansına gittim, Sezai Karakoç’un bütün külliyatını okudum. Yaşımız ilerledikçe Cemil Meriç’lere, Kemal Tahir’lere geçtim. Okulda bir yarışma oldu. Oradan öne çıkan birkaç kompozisyon, Milli Türk Talebe Birliği’nin yarışmasına gönderildi. Derece alan kompozisyonum, ‘Batılılaşma karşısında Türk gençliği’ konuluydu. Bizim apartmanın giriş katındaki muayenehanesinin kapısında “Perşembe günleri muayene ücretsizdir” diye yazardı. Babam gece gelir, halının üstüne yatıp ayaklarını kanepeye kaldırarak yorgunluğunu giderirdi. Ölene kadar da hep öyle devam etti. Ne kadar zor olduğunu gördüğüm için doktorluğu hiç düşünmedim. İşletme Fakültesinde olayları analitik inceleyebilme yeteneğini kazandım. Derskolik biri değildim, dersleri dinleyip özümserdim. İkinci sınıftan itibaren akademisyenliğe sempatim vardı. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İktisat Fakültesinde asistanlık yaptım. Sebahattin Zaim Hoca ile aynı kürsüde çalıştık. Akademik gelişmemizde çok ciddi katkısı olmuştur. Abdullah Gül Bey de doktorasını orada yaptı, Zaim’in öğrencilerindendir.

FATİH
Ahmet Davutoğlu mahalle arkadaşımdı


Dedem Kastamonulu. Evlendikten sonra Ünye’ye yerleşmiş. 80 sene önce babam ortaokula başlarken, İstanbul’a gelmiş, Fatih’te iki katlı bir ev almışlar. Bir yaz tatilinde Ünye’ye gitmişler, ben orada doğmuşum. İstanbul’da büyüdüm. Mahallede top oynardık, araba geçmezdi. Bahçelerinde dut ağaçları olan, baharda ıhlamur kokuları etrafa yayılan bir sokağımız vardı. Hala Fatih’te yaşamaktan keyif alıyorum. Dedemden kalma evin yerine yapılmış aile apartmanında oturuyorum. Ahmet Davutoğlu da Fatih’ten çocukluk arkadaşım. İmam Hatip’te de çok güzel arkadaşlıklarımız oldu. Hayata disiplinli bakmayı öğrendik. Tayyip Erdoğan bizden beş yaş büyüktü. Bir arkadaşlık şeklinde değil ama İETT’de top oynadığı günleri hatırlıyorum.

12 EYLÜL
Militan kavganın içinde olmadım

Üniversitenin iki yılını 12 Eylül öncesi, iki yılını da sonrasında okudum. Zorluklar yaşadık, yollarda çevrildiğimiz oldu. İstanbul Üniversitesi yemekhanesinde sağcılar ve solcular başka kapıdan girer, kavga etmesinler diye aralara jandarma dizilirdi. Ben yemekhanede üst kata girerdim. Birkaç sefer sordular, “Buraya solcular gelir, sen nasıl gelirsin?” “Kardeşim gelirim” dedim. Üniversitedeki militan kavganın içinde olmadım. İşin kültürel tarafındaydım. Öğretim üyesiyken de halkın içindeydim. Asistanlık günlerimden itibaren Türkiye’nin neresinde kim bir konferansa çağırdıysa gittim. Kimseyi geri çevirmedim. Bildiklerimi paylaşmaya gayret ettim.

AMERİKA
Çocuğumuz vatandaşlık alsın telaşında olmadık


Üniversitede aynı bölümden tanıdığım Sevgi Hanım ile evlendikten bir hafta sonra birlikte Amerika’ya gittik. Her gününü dolu dolu geçirdiğimiz bir süreçti. Cornell Üniversitesi, ABD’nin en iyi kampus okullarından birisiydi. Bir Müslüman olarak hiçbir zorluk yaşamadım. Tam tersine, gittikten birkaç gün sonra öğretim üyelerine verilen resepsiyona eşim başörtüsüyle katıldı. Bırakın dışlanmayı, ilgiyle karşılandı. Döndük burada doçentliğimizi aldık. Eşim başörtüsü nedeniyle profesörlüğüne az bir süre kala üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Üç çocuğumuzun en büyüğü Ayşe’nin doğumunda Amerikan vatandaşı olsun telaşında olmadık. Programımız bozmadık, burada doğdu. İkinci çocuğumuz İsmail orada doğdu. Ayşe, Çapa Tıp Fakültesi 4. sınıfta, İsmail bu sene üniversite sınavına girdi. Üçüncü çocuğumuz Emir’imiz de lise 2’ye geçti.

ÜNİVERSİTE
Seçimin ertesi günü derse gittim


İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde derslerime devam ediyorum. Siyasetin patırtısını bir kenara bırakıp, telefonumu da kapatıp o günü öğrencilere, üniversiteye, dolayısıyla kendime ayırmış oluyorum. Beni dinlendiriyor, dinçleştiriyor. Hiç unutmam, 29 Mart seçimlerinin ertesi günü, 30 Mart sabahı dersimiz vardı. Derse gittim, sınıfta kimse yok, baktım çocuklar kantinde. Dedim “Nerdesiniz?” “Nasılsa seçimin ertesi, gelmez hoca diye düşündük” dediler. Gece yarısı Ankara’dan İstanbul’a gitmiştim. Bir-iki saat uykuyla duruyordum.

ERDOĞAN
Büyük olduğu için ağabey derim


Tayyip Bey belediye başkanımızdı; ben il başkanıydım. 1.5 yıl kadar birlikte çalıştık. Yaşça büyük olduğu için “Ağabey” diyorum. Büyük bir konvoyla cezaevine götürdük, birkaç kere ziyaret ettik. Sonra Fazilet Partisi içerisindeki o ayrışma süreçleri başladı. Ayrışmanın doğru olmadığı kanaatindeydim. Bana da o zaman ısrarla teklifler yapıldı. Bir paradigma üzerinden, fikri manzumesi olan bir çıkış yapılabilseydi Ak Parti bir konjonktür partisi olarak ortaya çıkmayacaktı. Baştan beri teşhisim kalıcı olmayacağıdır ve zaman da bizi teyit ediyor. Milli Görüş gömleğini çıkarma semboldü. Ben kostümler üzerinden siyaset tanımlamasını doğru bulmam. Eskiye ait ne varsa bıraktık manasında söylediler. Eğer, “Geçmişimde ne söylüyorsam yanlış söylüyordum hepsini bıraktım” derseniz; “Kardeşim, bu yaşa kadar getirdiğin fikirleri şimdi bırakıyorsan, 10 sene sonra da bugünkü fikirlerini bırakırsın” derler. Sayın Başbakan, (Milletvekilliği ve İstanbul Belediye Başkan adaylığı) tekliflerini yaptı, en son 2007’de siyasi nezaket içerisinde görüştük. Cevabımızı verdik, yolumuza devam ettik. SP’ye genel başkan seçilince bazı partilerin genel başkanları, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Meclis Başkanı yazılı veya sözlü olarak tebriklerini ifade etti. Sayın Başbakan, karşılaştığımız Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda ayaküstü tebrik etti. Seçilmemden üç gün sonraydı.

HARUN-KARUN MESELESİ
Cipler sonradan görmeliğin alameti


26 Ekim kongre konuşmasını bir gece evvelden bitirdim. Sabah eşimle beraber son kez baktık. 16 maddelik vaatleri o zaman yazdık. Bunlardan biri, “Harun gibi gelip Karun’laşmayacağıma söz veriyorum” biçimindeydi. Çok tutuldu. Bir de çocukluğumuzda sonradan görme zenginliğin alameti sarı Mercedes’ti. Şimdi de cipler sonradan görmeliğin alameti. Bunu söyledim. Bir ay önce Bursa’ya bir konferansa gittik. Bir cip getirmişlerdi. Dedim, “Arkadaş kusura bakma, bunları söylemiş biri olarak cipe binmem.” Bu, bağnazlık değil; bir işaret fişeği atmak. Kemal Kılıçdaroğlu da havuzlu villaları söylüyor. Bizim söylediklerimizi söylemesi bizim için sevindiricidir, demek ki etkisi oluyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!