TUVALET PENCERESİ OLAYI...

Güncelleme Tarihi:

TUVALET PENCERESİ OLAYI...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 20, 2013 23:02

Profesör bir annenin kızı... Anne-baba ayrılınca ve baba arkasına pek bakmayınca, Hande Ataizi’ni annesi büyütüyor. Bursa’dan İstanbul’a geldiğinde son derece yabani ve isyankar... “Mum Kokulu Kadınlar” ile gelen Altın Portakal ve ardından sinemaya uzak kalmasına yol açan uzun soluklu diziler, magazinel olaylar... Araya giren bir evlilik programı ve Amerikalı Benjamin Harvey ile evlilik... Şimdi evli ve mutlu bir Hande Ataizi var karşımızda. O sıfatlara bir de “çocuklu” eklemek istiyor tabii. Bir süre daha çocuğu olmazsa evlat edinmeyi bile düşünüyor. En büyük korkusu ise evlat edindiği çocuğun annesinin bir gün ortaya çıkması...

Haberin Devamı

TUVALET PENCERESİ OLAYI

Hande’cim senin annen profesör, baba tarafından da köklü bir aileden geliyorsun. Böyle iddialı bir ailede büyümek nasıldı? 

- Annem benim için çok önemli. Annem, babamdan ben çok küçük yaştayken ayrıldığı için anne düzeninde büyüdüm.

Babayı hiç mi görmüyordun?   

- 7 yaşına kadar görüştük, sonra hiç görmedim. Kendi aralarındaki konuşmaları da bana hiç yansıtmadılar. Belki annem istemedi, belki babam... Aradan çok zaman geçtiği için sonradan kurcalamak istemedim. O bölümün dışında mutsuz bir çocukluğum olmadı. Hep sorguladım gerçi, bir babam olsaydı, birine yaslansaydım diye. Bunun zayiatları olmuş mudur bilmiyorum.

Kız çocukları için baba önemli bir figürdür. Sence babandan ayrı büyümüş olman, erkeklerle ilişkini etkilemiş midir?

- Sadece erkeklerle olan ilişkiler değil, kişilik olarak da etkileniyorsun... Figür anlamında bir içsel arayış tabii ki her zaman vardır. Ben de bana anlatılan kadarıyla babamın imajını kafamda oluşturdum; çok zeki oluşu, yakışıklı oluşu... Babamın ailesi, köklü bir aile. Büyük dedem Mehmet Ali Okar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kuran milletvekillerinden biri. Dedem de kolejin ilk mezunlarından. Babaanne ve dedemi daha yakından tanımak, aralarında büyümek isterdim.

“SANA GÜVENİYORUM” DİYENE YALAN SÖYLEYEMEZSİNİZ

Psikolog bir anneyle yaşamak nasıl oluyor. Zor? Kolay?


- Annem çok yoğundu ama her zaman birlikte sofraya otururduk, bana zaman ayıramama gibi bir durumu hiç olmadı. Belki psikolog olduğu için, çok güzel manipüle eden biriydi. “Ben sana güveniyorum, sen bana yalan söylemezsin” tarzı şeyler söylerdi. Ben de ona hiç yalan söyleyemedim. Yalan söylediğim zaman huzursuz olur, ertesi gün doğruyu söylerdim. Belki de o nedenle bana biri güvendiği zaman asla ve asla boşa çıkarmam. Ne zaman “sana güvenmiyorum, şüphelerim var” diye yaklaşırlarsa, yapmayacağın bile varsa yapasın geliyor.

Okulda nasıl bir öğrenciydin?

- Süper çalışkan değildim ama hiçbir zaman tembel de olmadım. İlkokulu Özel İnal Ertekin diye bir okulda okudum. İki sahibi vardı okulun ve anneme “Sizin kızınız ya iyi bir oyuncu olacak ya da zengin bir koca bulup evlenecek” dediler.

Peki ya sen? Ne olmak istiyordun çocukken?

- Oyuncu olmak istiyordum. Hatta çok küçük yaşta girmek istedim konservatuvara ama annem sonradan bir pişmanlık olmasın diye geciktirdi. Halbuki bir enstrüman çalmayı çok isterdim. Ortaokul ve lisede almak isterdim o eğitimi.

Ama geç de olsa konservatuvara girmişsin.

- Evet, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girdim. 18 yaşındayken bana bir ev kiralanmıştı. O yaştan beri İstanbul’da yaşıyorum.

HERŞEYE TEPKİLİ VE YABANİ BİR TİPTİM

O zamanlar da böyle dikkat çeken biri miydin?


- Alakası yok. Küçük bir şehirden İstanbul’a gelmişim, her şey yeni ve kendimi korumam gerekiyor. Her şeye tepkili ve yabani bir tiptim. O yüzden bana “Antigone” derlerdi. Ama kendime göre bir düzen oturttum ve 19-20 yaşımdan itibaren ailemden hiç para almadım.

Bu nasıl oldu? Tiyatrodan değil herhalde...

- Tiyatroya ve dizilere de başladım. “Yaz Evi” diye bir dizi çekiyordu Kenterler. O yüzden birinci sınıfta profesyonel tiyatroya başladım Yıldız Hanım’la. Hatta o zaman bu işlere birinci sınıfta nasıl başladı, ayrım mı yapılıyor diye tepki gösterenler çıktı.

Var mıydı torpil peki?

- Galiba ben özel bir çocuktum. Çok çekingen olmama rağmen Yıldız Hanım bendeki o potansiyeli görüyordu. Donanımlı bir oyuncu olmanın yanı sıra kendine güvenli ve daha farklı bir kişilik yarattı benden.

Yıldız Kenter’i bir cümle ile anlatsana...

- Yıldız Kenter benim için tek kelime ile “özgüven” demek. Bu çok önemli bir şey. Ne kadar başarılı olursan ol, o yoksa her şeyde sorun var. Kişi olarak ne istediğini bilmek, o uğurda adımlar atmak çok önemli.

Senin kırılma noktan nedir?

- “Mum Kokulu Kadınlar” ilk sinema filmimdi ve tanınmam konusunda önemli rol oynadı.

Bazıları “Altın Portakal’ın laneti” derler; ödül alan filmler gişede yatar, ödüllü oyunculara bir dönem iş gelmez. Öyle bir şey hissettin mi sen de?

- Yoo, benim şansıma hep iyi projeler geldi. Mesela “Ruhsar” dizisi tam 4 yıl sürdü. O sırada sinema projeleri de geldi. Ben diziyi bırakamadığımdan yapamadım, çok stratejik davranamadım ama... Bir şeyi tadında bırakayım, arada da iki film çekeyim diyemedim. Planlama hatası yaptım. Sinemadan uzak kalmamın sebebi oydu.

“Mum Kokulu Kadınlar”ı nasıl değerlendiriyorsun?

- Özel bir bağım var. Çıkış noktam sonuçta... Ödül aldım, hayatımdaki değişimin startı sayılır. 13-14 yıl önce çekilmiş ve özellikle o döneme göre gerçekten cesur bir proje...

Çıplak sahnen?

- O sahnenin çıplak çekilmesi gerekiyordu, öyle de oldu.

BENDEN SEKSİ BİR  KADIN YARATILDI

“Mum Kokulu Kadınlar” ve Altın Portakal, kariyerinde yüksek noktalar. Sonra magazinel dönem geliyor; ilkokul hocanın dediği “zengin koca arayan”, magazinle sürekli iç içe olan kadın çıkıyor ortaya... Ya da öyle görünüyor. Ve şimdi kariyerinde taşların yeniden yerine oturduğu, daha sakin ve yükseldiğin bir dönem.
- Hep sanıldı ki bu benim arzum ve isteğim, ama öyle değildi. Bir yalnış adım sonucu magazinin içine çekildim aslında...

Neydi sence yalnış adım?

- Doğru dürüst bir menajerim olsaydı o zamanlar, beni çekip çevirirdi, her şey daha iyi olurdu. Bir kere çok küçüktüm daha, buna rağmen çok üstüme gelindi. Kendimi toparlayamadım ve ne yaşıyorsam kameralara yansıdı. Ufacık bir kavga hali, kızgınlık hali, her şey... Ummadık bir seksi kadın yaratıldı ayrıca, bütün renkler atılıp tek bir renk ile onun içinde kaldım.

“JAGUAR’IMI KENDİM ALDIM” DEDİM, GÖRGÜSÜZ OLDUM

Peki sen kendini nasıl anlatmak isterdin? Ve neden yapamadın?


- Zeka olarak da ben çok renkliyim. Bu yönüm göz ardı edildi. Jaguar aldım, hemen “Kim aldı?” diye sordular. “Kimse almadı, ben şu kadar para kazanıyorum ayda, kendi otomobilimi kendim aldım” deyince de öbür taraftan çaktılar; “Vay terbiyesiz, görgüsüz! İnsanlar açlıktan sürünürken bir kadın çıkar da şu kadar para kazanıyorum nasıl der!” dediler. Nasreddin Hoca misali, kimseye yaranamadım.

Birden magazinin içinde buldun kendini. Peki bu durum sinemadaki kariyerini nasıl etkiledi?   

- Sinemacılar da üstten bakan bir kadın gibi algıladılar, dolayısıyla o bölgeden de aforoz edildim. Ben de bir yerden kaybettiysem öbür taraftan kazanayıp deyip televizyona sarıldım. Uzun soluklu işler yaptım. Sokakta yürürken gelip sarılan, fotoğraf çektiren insanların samimiyeti bana yetiyor. Benim için asıl zenginlik ve içsel tatmin üretmek. Güzel otomobillere binip şahane evlerde oturmak insanlara mutluluk getirmiyor, görüyorum.

Sinemayı, tiyatroyu yüceltirken televizyonu küçümseyen bir zümre var. Bunlarla nasıl baş ettin?

- Televizyonda daha geniş bir kitleye ulaşma imkanın var. Sen oyuncuysan neden daha çok insan seni izlemesin ki? Televizyona tu kaka diyen usta tiyatrocular da şimdi dizilerde... Bir dizide evin beyini oynayan, öbür dizide kapıcı oluyor. Hepsi televizyona dönüverdi işte. Boş konuşmayacaksın, konuşuyorsan da arkasında dur ki idealist diye sana saygı duyalım.

TUVALET PENCERESİ 11 YIL ÖNCE DENENMİŞ APTALCA BİR YÖNTEM

Kaçarken tuvalet penceresine sıkışma olayının magazin dünyasında yeri ayrıdır! O olayı hatırlayınca gülüp geçiyor musun? Yoksa hâlâ canın acıyor mu?


- Olay herkesin bildiği üzere, paparazzilere fotoğraf vermemek için 11 yıl önce denenmiş aptalca bir yöntemdir. Utanç verici bir durum da değildir, herkesin başına gelebilir. Bazen mutlu, bazen sinirli, bazen kırılgansındır. Biraz insanlarla empati kurmak lazım. Ezmeden, öldürmeden önce bir de onun duygusuyla yapmak lazım değerlendirmeyi.

Çok spor yapıyorsun biliyorum. Haftada kaç saatini ayırıyorsun spora?

- Günde 1 veya 1,5 saatten haftada beş defa. Spor benim yaşam tarzım.

Peki ya yemekle aran nasıl?

- Yiyorum tabii ki ama sağlıklı besleniyorum. Öğlen yemeğim mesela; ıspanak ve yoğurt. Ama tatlıyı çok seviyorum, gözüm dönüyor.

Şişmanlamanı gerektiren bir rol gelse kabul eder misin?

- Filmi sevmişsem ve kilo almam gerekiyorsa alırım tabii ki. Hem de bana yeme fırsatı doğmuş olur!

KADIN PARA KAZANMAYA BAŞLADI, MERTLİK BOZULDU

Benjamin’i ben de tanıyorum, ortalama Türk erkeği kadar kıskanç. Sen de ünlü ve dikkat çeken bir kadınsın. Nasıl baş ediyorsunuz bu durumla?


- Kıskanç demeyelim, çünkü bunu gerektirecek bir şey yok ortada. Sonuçta yabancı bir ülkede yaşıyor, o yüzden hassas demek daha doğru. Kaldı ki ben mesleğimden dolayı çok göz önünde olan biriyim. Bunu idare edebilen biri olmasa evlenemezdik. Ayrıca hiç kıskanmayan, umursamayan biriyle olmayı tercih ben de etmem. Halimden şikayetçi değilim.

Neden evlendin? Aşık olduğun için? Çocuk yapmak için? Benjamin ısrar ettiği için?

- Annem bana hep “Şartlar gerektirmeseydi de babandan ayrılmasaydım... Ama sen kendi hayal ettiğin aileyi kuracaksın” derdi. O yüzden, o düzenin içine herkesi koyamadım. Eşimle biz, karşılıklı sevgiyi ve mutluluğu yakaladık. En başından güvenmeyi seçtik birbirimize.

Erkekler güvenilir mi sence?

- Kadın ya da erkek olarak ayırmıyorum aslında ben. Benim çevremde güveneceğim ve sırtımı dayayacağım kişi sayısı çok az...

Sen evlendikten sonra değiştin mi?

- Sürekli değişiyoruz zaten. Evliliğe hazır olduğum ve kendi dünyama uygun kişiyi bulduğum için evlendim. Huzurluyum. İki farklı insan aynı evde, aynı düzende, bunun tabii ki zorlukları var. Birbirimize alışıyoruz.

Toplumun değiştiğini düşünüyor musun peki?

- Bizde aile her zaman çok önemliydi. Dedelerimizin zamanında kadınlar şimdiki gibi kapıyı çekip gidebiliyorlar mıydı? Ama artık paralarını kazanıyor, kendilerine bir standart oluşturuyorlar. “Biraz daha güçlenmek için para kazanmamız gerekiyor”a uyandılar ve bu da boşanmaları artırdı. Kadın çalıştı, mertlik bozuldu gibi bir şey oldu.

KISKANDIĞIMDA ACISINI BAŞKA YERDEN ÇIKARARIM

Kıskançlık ne durumda ilişkinizde?


- “Sen ona baktın, ben buna baktım!” gibi bir şey yok bizde. Sadece röportajda verdiğim yanıtlar sorun oluyor bazen.

Sen hiç kıskanmıyor musun Benjamin’i?

- Kıskanıyorum tabii ama hastalıklı bir kıskançlığım yok. Kıskansam bile bunu dile getirmem.

Ne yaparsın? Nedir yöntemin?

- Kötü bir yöntemim var aslında. Annemin yöntemlerini uyguluyor, başka yerden acısını çıkarıyorum. Onuru, gururu ayaklar altına alıp, duruşu bozmayayım diye yani...

Nasıl elde tutarsın erkeği?

- Öyle bir şey yok artık, kimse kimseyi elde tutamıyor. Kate Moss, Brad Pitt, Sharon Stone da aldatılabiliyor. Biraz da iyi geçindiğin zamanlardaki mutluluğun çıtası önemli. Ortak paydada 10 üzerinden 9,5 gibi bir anlaşma durumu varsa, o zaman bir şeyler tolore edilebiliyor.

“Yaşamımın yüzde 80’i cinselliğe dayanıyor” demişsin?

- Hiç demedim öyle bir şey.

Ne var canım, demiş de olabilirsin. Yanlış değil sonuçta... Cinsellik önemli değil mi?

- Tabii ki önemlidir iki insanın uyuşması... Sonuç itibariyle boşanma nedeni bu tür uyuşmazlıklar.

Peki ya çocuk?

- Çocuk istiyorum, Allah nasip etmezse evlat edineceğim. Bir sürü kimsesiz çocuk var ve bana gelecek çocuk da benim çocuğum, kısmetim olacak. Evlat edinmeye çok pozitif bakıyorum.

Nereden evlat edinirsin?

- Benjamin Amerikalı, oradan da olabilir, buradan da... Sadece yarın öbür gün annesi çıkar diye korkuyorum. Üzülürüm çünkü... O çocuklar hep annelerini tanımak, kendilerini doğuran kadını bilmek istiyorlar ya. O yüzden annesi çok da yakınımda, şehrimde olmasın isterim. Kimsesiz bir çocuk mümkünse...

BÜTÇENİN LİMİTLİ OLMASI YARATICILIĞI ARTIRIYOR

Türkiye’nin en güzel giyinen kadınlarından birisin. Aileden gelen bir durum mu bu, yoksa alışverişe çok mu zaman ayırıyorsun?


- Biraz annemin tarzını almışım ben, etekler, ceketler... Anneannem de Channel tarzı incili döpiyesler giyerdi. Bunları kendi zevkim ve yaşam tarzımla harmanlıyorum. Pahalı da alıyorum ama limitli bir bütçem oluyor her zaman. İnsanın limitli bütçesinin olması yaratıcılığı artırıyor.

En çok neyin var?

- En çok ceket, ikinci olarak da ayakkabı...

Yarından itibaren kendi tasarımın olan ayakkabı koleksiyonun çıkıyor. Nereden aklına geldi bu iş?

- Yolda insanlar durdurup ayakkabılarımı nereden aldığımı soruyorlardı. Gerek basında gerekse çıktığım televizyon programlarında stilimle ilgili övgüler alıyordum hep. Günün birinde kendi markamı tasarlamayı düşünmeye başladım. Bir gün bir arkadaşım “Benim 20 yıllık tecrübem var, senin de stilin... Neden ayakkabı tasarlamıyorsun?” diye bir fikir attı ortaya. Beraberce girdik bu işe. İstanbul’la sınırlı kalmak istemediğim için internet üzerinden satış yapmaya karar verdik. Morhipo ile işbirliğine gittik. Yarından itibaren (22 Nisan) Hande Ataizi Design Ayakkabı Koleksiyonu online satışta olacak.

Topuklu mu düz mü tercihin?

- Ayağı zarif gösterdiği için topuklu ayakkabıyı tercih ederim.

Vücudunda en beğendiğin yerin?

- Bacaklarım.

HER KADIN GÜVENEBİLECEĞİ BİR OMUZ ARIYOR

Evlilik programında neler öğrendin?


- İnsanlar evlilik programı sunacağımı duyunca şaşırdılar başta, ama ben o işe de kendi tarzımı getirdim. Kendi adıma çok güzel bir platform oldu. Türkiye’nin değişik yerlerinden pek çok insan tanıdım.

Çok eleştirildin ama değil mi?

- Olsun, çok da önemli değil. Önemli olan benim orada keyif almamdı. Zaten baştaki negatif eleştiriler sonradan pozitife döndü.

Evlilik programından aklında kalan en ilginç hikaye nedir?

- Her ne kadar farklı yerlerde ve kültürlerde yetişmiş de olsak, kadınların problemlerinin çok bire bir olduğunu gördüm. Herkes güvenebileceği bir omuz, maddi sıkıntı çekmeden yaşayabileceği birini bulup mutlu olmak istiyor. Bir kesim adamın konuşma, tarz ve kıyafetinden para durumunu anlamaya çalışıyor. Diğer kesim direkt “kaç para alıyorsun” diye soruyor. Ama sonuçta hepsi aynı yere çıkıyor.

Bunlardan anladığım kadarıyla kadınlar önce paraya bakıyor.

- Alkolik bir kocadan dayak yemiş, kafasında ütü parçalanmış, tek edilmiş, üç çocuğuyla bir başına kalmış, çocuklarını doyurmak için iş kalmamış bir kadın düşünün. Tabii parayı soracak, çünkü o kadının önceliği para. Orayı geçebilse aşk meşk durumuna da gelecek ama geçememiş ki bir türlü... Ben o insanı anlıyor, neden bu kadar “para para para” dediklerini biliyorum. Bunları dinlerken “Vay be ne aptalmışım” dediğim bile oldu!

ERKEKTE UMURSAMAZLIKTAN NEFRET EDERİM

En mutlu anın?


- An demeyeyim, cumartesi günlerinin tamamı... Ekstra pozitif ve mutlu oluyorum.

Ya en mutsuz anın?

- Bilmem... Düşündüm, bulamadım.

Erkekte en nefret ettiğin şey?

- Umursamazlık.

Kadın arkadaşında en sevmediğin şey?

- Dedikodu...

Haberin Devamı


Prof.Dr. M. Özkan Pektaş (Psikiyatr): Tek çocuk olmanın getirdiği obsesif kişilik var

Tek çocuk, kıymetli çocuk, anne-baba ayrılığına rağmen annenin donanımı sayesinde iyi bir eğitim ve ardından konservatuar... Tek çocuk olmanın getirdiği obsesif kişilik özellikleri sayesinde hedefe ulaşmak uğruna gösterilen çabalar... Kurallara başkaldırma özelliklerini “Antigone” lakabı ile çevresi zaten ima etmiş. Kendi tarzını oturtmuş, çevreden pek etkilenmiyor. Farklı düşünceleri olabiliyor ve onlara uyan yaşam tarzını benimsiyor. Beden imajına da önem veriyor... En kısa zamanda evlat sahibi olması dileğiyle...                    

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!