Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum

Güncelleme Tarihi:

Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 22, 2022 17:15

Tiyatronun önemli isimlerinden, ekranın sevilen simalarından; oyuncu, yönetmen, eğitmen Serpil Tamur ile konuştuk...

Haberin Devamı

 

MELİKE BİRGÖLGE

Dört sezondur ‘Bir Zamanlar Çukurova’ dizisinde Alzheimer hastasını canlandırdığınız ‘Haminne’ karakteri çok sevildi. İnsanların yaklaşımı nasıl oluyor genelde? Neler diyorlar?

Çok sevildi, çok sıcak karşılandı. Yalnız kişilerce değil bakım yurtlarının müdüre hanımları yolda görüp, durdurup ‘N’olur bize de gel. Hastalar sizi çok seviyor’ dediler, diyorlar. Geçenlerde 60. sanat yılımın olması sebebiyle ödül verilen gecede yanıma gelip ‘Haminne’m’ diye sarılanlar vs… ‘Çok sempatiksiniz, çok iyi oynuyorsunuz’ gibi pek çok güzel cümleler işittim. Bunlar ve gerçekten bu kadar sevilmesi beni çok mutlu etti. Tabii oynadığınız bir rolün karşılığını almak çok güzel.

BU YAŞTAN SONRA BİRAZ HEYECANLANMAK LAZIM!

Haberin Devamı

Rol size geldiğinde nasıl bir süreç...

Ben bu rolü oynayacağımı öğrendiğim zaman, merkezlere gidip araştırma yaptım ve gözlemleyerek, çok uzun bir süre kendi başıma da çalışarak ortaya çıkardım bu rolü. Güzeldi, çok güzel bir deneyimdi benim için. Beni çok heyecanlandırdı. Artık bu yaştan sonra biraz heyecanlanmak lazım, yaptığınız bir iş için yapacağınız ya da oynayacağınız bir rol için mutlaka heyecan duymanız gerekiyor.

‘Haminne’ karakterinin size öğrettiği veya anlamlandırdığı en kayda değer olgu, olgular nelerdi? Neler hissettirdi?

Haminne’nin bana öğrettiklerine gelince… Haminne ile beyin sağlığının ne kadar önemli olduğunu gördüm. Ne kadar önemli, insanlar çok çabuk konum değiştirebiliyor. Onun için kendimize iyi ne kadar iyi bakmamız gerektiğini, her uzvumuzun ayrı ayrı korunması gerektiğini öğretti bana. Ben Haminne’yi çok sevdim. 4 yıl Adana'da oynamak benim için çok zordu; git gel, git gel… Çok sevdiğim için gider gelirim diye düşündüm ve öylece dört yıl üç ay Adana'da kaldım.

Rolünüz sürecindeki gözlemlerinizde Alzheimer ve oyunculukla ilgili yeni edindiğiniz öğretiler oldu mu?

Ben CKM'de, merkezlerden birinin müdiresiyle söyleşi yaptım. O söyleşide, yapılan araştırmalarla öğrendiğim; resim yaptırmak yani renklerle hastayı birleştirmek, onların önüne kağıt - kalem koymak, o renkli kalemler onların dağarcığının daha farklı çalışmasını sağlıyormuş, bunu öğrendim. Avusturalyalı bir profesörün yazısında okumuştum; bu yöntem Alzheimer hastalarının durumunu durdurabiliyormuş, geriletebiliyormuş hastalık sürecini. Onun için ‘Renkli boya kalemleri ve kağıtla baş başa bırakın hastalarınızı’ der. Bunu öğrendim, bu benim için çok önemliydi. Mesela durup şarkı söyleyebiliyorlar. Bu da çok önemli, bunu kullandık hatta bir iki kez dizide. Bunlar öğrendiğim şeylerdi, ben çok yararlandım. İnsanlar da yararlanmıştır, yararlı olmuştur diye düşünüyorum.

Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum


ADANALILAR ÇOK SICAK, ÇOK MÜTHİŞ İNSANLAR!

Haberin Devamı

 ‘Bir Zamanlar Çukurova’ dizisinin size kattığı en önemli şey neydi, ilk sırayı alan?

 Adana'yı tanıttı, Adanalıları tanıttı. Çok sıcak, çok yakın, çok müthiş insanlar. Hatta birkaçıyla haberleşiyoruz, görüntülü konuşuyoruz. Kaldığım otelde de ilgi çok iyiydi. O kadar rahat hissettim ki… Dört yıl üç ay kendi evimdeymişim gibi rahattım. Bu kadar rahat olmasaydım, bu kadar uzun süre dayanamazdım. Adanalılara çok teşekkür ediyorum, onlara çok sevgilerimi gönderiyorum.

Ekranların arka bahçesi, yayından kaldırılan dizi mezarlarıyla doluyken, ‘Bir Zamanlar Çukurova’ dizisinin dört sezon sürme başarısının sırları nelerde saklı?

Bence çok iyi bir senaryo ve çok iyi kadro tespiti, ki bu ikisi çok önemli. Faruk Teber’e, bunun için teşekkür borçluyuz. Ardından Murat Saraçoğlu, Evren Karabıyık…  Onların muhteşem çekimleri ile bu güzel dizi 4 yıl 3 ay sürdü. Dört sezon, son bölümde de, son bölümden bir önce de hep birinci oldu. Yani bunu yakalamak kolay değil dört yılda. Sanıyorum oyunculukların, kadronun çok iyi olması, senaryonun çok iyi olması, konunun çok sevilmesi, bütün bunlara etkendir. Bugün hâlâ, yolda, yolumu kesip ‘Ay ne güzel bir diziydi’ diyorlar. Ne güzel bir diziydi, gerçekten öyleydi. Eğer başka türlü olsaydı, dört yıl sürmezdi. Onun için teşekkür borçluyuz Faruk Bey'e, Murat Bey'e Evren Bey’e.

 Dile kolay 60 yıl sanatla iç içe olmak… Neleri düşündürüyor insana?

Haberin Devamı

Ne kadar kolay değil mi, şöyle baktığımız zaman 60 yıl? İki kelime ama yani insan hayatının büyük bölümünü kaplıyor. Onun için ben sanatsız bir yaşam düşünemiyorum. Hâlâ haftada üç gün tiyatroya gidebiliyorum. Adana’da da öyle, bütün sanatsal faaliyetleri izlemeye çalıştım, çekimlerimin olmadığı süreçlerde. Ve bu bana çok şey kazandırıyor. Artık ben onunla doyuma ulaşıyorum, onunla farklı bakış açıları açılıyor. Pencerelerim değişiyor, görüş açım değişiyor. Her şeyimi değiştiriyor.

Hikayenizin başladığı yer, o yıllar, çocukluğunuzdan anımsadığınız anlar, anılar?

9 yaşına kadar Rodos’ta geçti. Çok özel ve özgür bir çocukluk yaşadım. Evimizin az ötesinde açık hava tiyatroları vardı. O yaşlarımda ‘Kral Oidipus, Antigone, Lysistrata’ başta olmak üzere birçok oyun izledim. Doğayla iç içe, komşuluk ilişkilerinin yoğun olduğu bir dönemdi. Ailemle arada gidiyoruz Rodos’a. Zengin kültürüyle mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir.

Haberin Devamı

Peki o yılların sizdeki bıraktığı etki?

72 - 73 yıl önce Rodos’ta, ailemin beni götürdüğü açık hava tiyatrolarında izlediğim oyunlar beni çok etkiledi sanıyorum. Benim bu yolu çizmeme de neden oldular. O kadar güzeldi ki, rüya alemiydi benim için. Orada oyunları izlerken neler hayal ettim neler, düşündüm de, bugün aynen dün gibi hatırlıyorum.

Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum


AYNAYA BAKIP AĞLADIĞIMI HATIRLIYORUM!

60 yıl öncesine gidersek… Sanatla tanışmanız nasıl olmuştu ilk?

Bu yola girmemdeki en büyük neden, çocukluğumda izlediğim oyunlar ve sonra ablamla birlikte evimize kurduğumuz sahnede, evin alt katına kurduğumuz sahnelerde, mahalledeki çocukları toplayıp, onlara, ablamın yazdığı skeçleri oynamak… Ama bilinçli mi, değil herhalde. Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum, güldüğümü hatırlıyorum, kendi kendime konuştuğumu hatırlıyorum. Evet, sonradan anladım ki; bu, bunlar benim bu yoldaki attığım ilk adımlar oldu.

Haberin Devamı

POLYANNA BÜTÜN HAYATIMA YÖN VERDİ!

İlk oyunculuk deneyiminiz…

“İzmir’e taşınmıştık. 12 yaşındaydım. İzmir Devlet Tiyatrosu’nun ‘Polyanna’ oyunu için çocuk oyuncular arandığına dair gazeteye vermiş olduğu ilanı okuduk. Melek Hanım'ın, Melek Ökten’in, çocuk tiyatrosunda oynayacak Pollyanna için çocuk oyuncular aradığını öğrenince… Ablamla koşarak sınava girdik. Bu o kadar güzeldi ki, sınavda ablamla birlikte çalıştığımız parçaları oynadık. O da, ben de kazandık. Bana başrol Polyanna rolünü verdi Melek Hanım. Polyanna’ydım, ablamsa Nancy. Ve hayatımdaki ilk oynadığım bilinçli rol Polyanna’ydı. Bütün hayatıma yön veren, benim bu kadar pozitif bakmama neden olan Pollyanna…

Sonra?

Sonrasında Melek Hanım ‘Seni asla bırakmıyorum’ dedi. ‘Sınavlara gireceksin ve eğitimli bir kişi olarak bu mesleğe sahip olacaksın. Mutlaka konservatuvara gidip konservatuvarlı olarak bu hayata devam edeceksin’ dedi. Ben de onları uyguladım ve bu mesleğe eğitimli birisi olarak 1962 -1963 yılında başladım. Bu yıl 60. yılımı da böylece kutlamış oluyorum. Rahmet, saygı ve sevgiyle anıyorum Melek Ökten’i. Beni bu yola götüren, bu yolu bana açan kişidir.

İzmir’de konservatuvara başladınız. Sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’na geçtiniz.

Aynen öyle… Melek Hanım’ın önerisiyle konservatuvara girdim. Ne yazık ki çok geçmeden İzmir’deki öğretim lağvedildi. Ankara Devlet Konservatuvarı’na nakledildik. Başta Cüneyt Gökçer, Nüzhet Şenbay, Nurettin Sevin, Salih Canar, Max Mainike gibi değerli isimler, hocalarım oldu. Mezun olduktan sonra Devlet Tiyatrosu’nun kadrosunda çalışmaya başladım.

Ve Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ilk oyununuz ‘Çalıkuşu’…

Ah evet… İzmir’e yapılacak turne öncesi, Esin Afşar’ın ani rahatsızlığı nedeniyle onun ‘Michele’ rolü, Cüneyt Gökçer’in önerisiyle bana verildi. Çok kısa bir sürede hazırlanıp sahneye çıktım. Feride’yi, geçenlerde kaybettiğimiz Gökçen Hıdır canlandırmıştı.

‘Damdaki Kemancı’ oyununun sizin için iki önemli özelliği var. Sizden dinlemek istersek…

Oyunu ilk oyunculuk yıllarımda oynarken ilk kızıma hamileydim. Cüneyt Gökçer rolü kesinlikle bırakmamamı, tam tersi, oynayabildiğim kadar oynamamı istedi benden. Bol giysilerle sahnedeydim. Bana özel bir gelinlik tasarlanmıştı. Sonra çok uzun yıllar geçti. Cüneyt Gökçer ‘Damdaki Kemancı’yı İstanbul’da bir kez daha sahneye koydu. ‘Tzeitel’ rolü bana yeniden verildiğinde, ‘Hocam, nasıl olur,’ dememe fırsat kalmadan, Cüneyt Bey sözümü keserek, ’Ben babanızı oynadığıma göre, sizler de benim kızlarımsınız. Bu oyunu aynı kadro ile oynayacağız’ dedi.

Ankara Devlet Tiyatrosu’nda 16 yıl çalıştınız. 1979’da İstanbul Devlet Tiyatrosu’na tayininizi istediniz. Ankara ve İstanbul’da onca oyunda rol aldınız. En mutlu olarak oynadığınız oyun hangisi peki?

50'yi aşkın oyunda görev yaptım. Beş oyun sahneye koydum. Çokça da dizide ve filmde oynadım. Bunlar çok güzel işlerdi ve hepsi beni çok mutlu etti. En mutlu olarak oynadığım rol de, ‘Bebek Uykusu’ oyunu… Sevgiyle, sağlıklar dileyerek andığım Kenan Işık’ın yazıp yönettiği ‘Bebek Uykusu’ en severek oynadığım rollerimden bir tanesi.

Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum


SAHNEDE ÖLMEK İSTİYORUM!

Sahneyi bu kadar büyülü kılan?

Burnumun dibindeki seyircinin nefesini hissedebilmek ve oynayabilmek çok önemli, inanın bana. Bunu 50. sanat yılımda da söylemiştim; ben sahnede ölmek istiyorum. Yani bu benim için en güzel, en güzel şey olur; sahnede, sahne tozunu tekrar yutarak son noktayı koymak. Onun için oynamak istiyorum, dizilerde de oynayabilirim. Ama sahnede seyircinin nefesini hissetmek, seyircinin alkışını duymak bizim için en önemli şey. Alkışı duyabilmek ne güzel bir duygu, çıkarırsınız sahneye, bütün salon ayaktadır, sizi alkışlıyordur. Ne kadar güzel…

SEYİRCİDEN YÜKSELEN PARFÜM KOKUSUNU UNUTAMAM!

Mesleğinize ilk başladığınız yıllardaki tiyatro atmosferini anlatır mısınız bize biraz?

1960’ları, yani tiyatronun baş tacı edildiği, o altın yılları yaşadım. Çok önemli sanatçılarla aynı sahneyi paylaştım. Tiyatro izlemeye birbirinden şık tuvaletler içinde gelen kadınlar, takım elbiseli erkekler… Hiç unutmam, Ankara Yeni Sahne’de perde açıldığında, seyirciden yükselen parfüm kokusunu ta içimizde hissederdik. Dediğim gibi güzel zamanlardı.

Rol aldığınız onca oyunun yanı sıra yönetmenlik deneyiminiz de var, o yıllarda başlayan…

Rejisörlük aklımda hep vardı. Demek ki zamanı varmış.1984’de Can Gürzap, ‘Hüzzam’ oyununu yönetmemi teklif etti. Sonrasında ‘Sekiz Kadın, Kaktüs Çiçeği, İki Çarpı İki ve ‘Kadın Sığınağı’ oyunlarını da sahneye koydum.

Tiyatro kuramcısı Jerzy Grotowski, mesleğini şan şöhret ve paradan daha değerli tutan oyuncuya aziz oyuncu der. Peki sizin için oyunculuk ne ifade der?

Benim istediğim şan, şöhret, para değil sadece ve sadece bu işi sevdiğim için bu işe gönül verdiğim için… Tiyatro mesleklerin en güzelidir. Düşünsenize yüzlerce insanı canlandırıyor, onları yaşıyor, yaşatıyorsunuz. İnanın bana, boş kaldığım zamanlarda düşündüğüm ilk şey, tekrar sahnede olacağım ve onu yaşadığım zaman, ki yaşıyorum zaman zaman, mutluluğun zirvesine erişiyorum.

Serpil Tamur: Aynaya bakıp ağladığımı hatırlıyorum


İNSANLAR, SEVMEDEN BAKIYORLAR!

Mutluluk deyince… ‘Bugün mutluluktan müebbet yesek yarın af çıkar’ demiş bir karakter... Nedir mutluluğun sırrı?

Mutluluğun sırrı sevmek, hoşgörülü olmak, saygı duymak… Her şeye, insanlara, doğaya, hayvanlara karşı… Eğer hoşgörüyle, sevgiyle, saygıyla bakarsanız mutluluğun sırrını keşfetmiş olursunuz. Benim son dönemde en büyük şahit olduğum şey; insanların çoğu, yaptıkları bir işi sevmeden yapıyorlar, sevmeden bakıyorlar, sevmeden iletişim kuruyorlar. O zaman da yaptıkları işlerden haz almıyor, mutlu olmuyorlar.

CEP TELEFONLARINI KALDIRTTIRDIM!

Tiyatronun size öğrettiği en büyük ders nedir?

Bana öğrettiği en büyük şey; disiplinli olmak, işini sevmek, saygılı olmak… Kendinize, yaptığınız işe etrafa ve arkadaşlarınıza saygılı olmak. Ki, bu çok güzel bir duygu ve bunu bana öğreten tiyatro, tiyatrodaki hocalarım. Tiyatrodaki hocalarımın hepsini şükran ve sevgiyle anıyorum. Ne kadar güzel ki, işte ben de o konuma geldim. Mimar Sinan’da ve birkaç üniversitede daha dersler verdim. Sınıfa girer girmez, çocuklara, 'Kimse birbirini sevmek zorunda değil ama saygı duymak zorundayız; işimize, kendimize ve arkadaşlarımıza…’ Benim dersimde, ilk yaptığım şey bunları söyledikten sonra cep telefonlarını ortadan kaldırmalarını, çantalarına koymalarını rica etmek. Bence temel öğreti bu olmalı. Ben buradan başladım. Ne mutlu ki, dört yıl ara vermiş olsam da, öğrencilerimle hâlâ iletişim halindeyim Bu da çok güzel bir şey ve çok mutlu ediyor beni.

‘İnsan hayattaki tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldığı dersler oranında olgundur.’ diyen Bernard Shaw aklıma geldi. Shaw’ın bu cümlesinden yola çıkarak hayattaki sizi olgunluğa ve yaşamın özüne götüren tecrübelerin neler olduğunu söylersiniz?

Ne güzel söylemiş Bernard Shaw. Aynı fikirdeyim. Eğer biz yaşadığımız olaylardan kendimizde ders çıkaramazsak, o olgunluğa erişmemiz mümkün değil. Yaptığımız hataları tekrarlayabiliriz. Oysa ders aldığımız zaman ne o hataları yapabiliriz ne de yanlış işlere girebiliriz. Bence en doğru şey bu, hayatımızda yaşadıklarımızdan ders almak.

FİZİK DEĞİL; RUH GÜZELLİĞİ, RUH GENÇLİĞİ ÇOK ÖNEMLİ!

“Önemli olan fizik değil bence, ruh gençliği.” diyorsunuz. Ruhu genç tutan yıldız tozları neler diye sorsam…

Evet önemli olan fizik değil bence ruh gençliği. Şimdi ben aynaya bakmadığım sürece kendimi çok genç hissediyorum. (Gülüyor.) Bazı hareketlerimi yapamıyorum, orası gerçek. Daha hızlı yürümek istiyorum ama yürüyemiyorum ama bunları önemli değil ki. Fizik bence hiç önemli değil; ruh güzelliği, ruh gençliği çok önemli. Yani buna eriştiğim için de, ben hayatıma böyle baktığım için genç hissediyorum. ‘Nasıl bu kadar müspet görüşlere sahipsiniz?’ diye soruyorlar. Ben hayatımı öyle yaşamak istiyorum. Hem genç hem müspet görüşlere sahip hem de ders alarak yaşamak. Bu çok önemli.

SANATÇININ EMEKLİSİ OLMAZ!

Bundan birkaç yıl önce sizi sahnede izlediğim ‘Müziksiz Evin Konukları’ oyunundan sonra sahneye çıkacak olsanız nasıl bir rol sahnelere heyecanla döndürür sizi?

Teşekkür ederim. Ne kadar mutlu ettiniz. ‘Müziksiz Evin Konukları' oyununu izlemişsiniz. Ben ondan sonra Nesrin Kazankaya’nın, Pera Tiyatro’da, ‘Annem, Oğlum Ve Ben’ oyununda rol aldım. Kendisi yönetti, kendisi oynadı. Hayatımda oynadığım en güzel rollerden biri olarak bakıyorum. ‘Annem, Oğlum Ve Ben’ o kadar güzel bir oyundu ki, keşke onu tekrar oynayabilsem… Ben o oyunda kendimi buldum. Çünkü o kadar güzel bir konu ve o kadar çeşitlilik katan bir oyunculuk… Böyle bir rol istiyordum. Bu tam benim oynamak istediğim bir rol oldu. Artık benim oynamak istediğim yol yok ama jübilemi yapmak istediğim rol var. Yani şöyle, o rol ne olur bilmiyorum ama Devlet Tiyatrosu’nda, yeni öğrendim; 65 yaş üstüne oyunculuk ve reji imkanı tanımıyorlarmış, bu yasaklanmış. Emekli oldum, iki oyun sahneye koydum, bir oyunda da oynadım Devlet Tiyatrosu’nda. Ama şu anda isterim ki, 46 yıl 8 ayını vererek emekli olduğum Devlet Tiyatroları’nda tekrar bir oyunla jübilemi yapmak ve noktayı koymak isterim. Bakanımızdan randevu alacaklardı, benim adıma. Görüşmek istiyorum ama buradan da ayrıca duyurmak istiyorum, sanatçının emeklisi olmaz! Bizim yaşımızdakileri emekli edince, yaşlıları kim oynayacak peki? Mesela haminneyi kim oynayacak tiyatroda, gençler mi? Yaşlıların olmadığı dönemde, bizler çizgiler yaparak yaşlı kişileri oynadık. Ben 23 yaşındayken, 50 yaşında bir kadını oynadım ama ne yaptık, çizgilerle… Ama bu suni oluyor, bu yeterli olmuyor. Halbuki bizim yaşımızda; eğer kafamız sağlamsa, çalışabiliyorsak, oynayabilecek gücümüz varsa, izin versinler lütfen, kendi yuvamda oynamak istiyorum. Bu da benim en doğal hakkım. 60 yıl boyu ülkede gerek Devlet Tiyatrosu’nda gerek özel tiyatrolarda oyunlar oynadım. Bu minvalde bir oyunla devlet tiyatrosunda bitirmek istiyorum. Bu da benim son arzularımdan biri. İnanın buna izin verilirse çok mutlu olacağım sevgili Melike. Yani izin verilmeli yaş konusunda. Eğer oynayamayacak güçte değilse bir oyuncu zaten kendini biliyordur. Ezber yapamıyorsa oynamayacaktır, oynamıyordur. Onun için lütfen izin verilsin. Eğer kendimizi ispatlayamazsak, iyi oynayamazsak o zaman yasaklanabilir ama rica ediyorum, lütfen izin verilsin. Hâlâ âlâ aktif olarak mesleğinizi yapıyorsanız yaşın ve yılların hiç önemi yok.

‘Oyuncu olmasaydım bu bakış açısına başka türlü kavuşamazdım’ dediğiniz farkındalıklar var mı?

Elbette var. En basiti eğer ben çocukluğumda Polyanna’yı oynamamış olsaydım, bugün her olaya bu kadar farklı bakış açısına sahip olamazdım. Çünkü olaylara hep dolu tarafından bakmayı seviyorum, müspet olmayı seviyorum, pozitif olmayı çok seviyorum. Bunu arkadaşlarıma, dostlarıma, yakınlarıma da söylüyorum; negatif bakış açısıyla bana bir şey söylemeyin. Çünkü asla kabul etmiyorum. Negatif bakış açısı yok, pozitif bakış açısıyla bakın ki, her şey pozitif olarak size dönsün. Dışarıda yağmur yağıyor, ay ne kadar güzel. Ama ben sokağa çıkacağım, ıslanacağım. Olabilir, ıslanabilirim ama ona göre uygun giyinirsem, şemsiyemi de alırsam, ıslanmayabilirim. Niye ben ‘Ay yağmur yağıyor’ diye bakayım? Ne güzel, bitkiler sulandı, yeşil daha yeşil olarak çıktı karşıma. İşte o zaman da ben hayata daha farklı bakıyorum ama sanıyorum bunda oynadığım rollerin de etkisi var. İnsanı farklı bakışlara götürüyor, farklı bakmanı sağlıyor oynadığın her rol.  

JÜBİLEMİ DEVLET TİYATROSU’NDA YAPMAK İSTİYORUM!

İçinizde ukde kalan bir rol var mı peki oynamayı istediğiniz?

Benim için sahneye çıkmak önemli. Bu yaşımda oynayacağım roller sınırlı. Ama oyun, rol gelirse, onların hepsini zevkle ve keyifle oynayacağıma eminim. Çünkü bir buçuk yıl belki iki yıl oldu, sahneye çıkamıyorum. ‘Annem, Oğlum Ve Ben' kaldı pandemiden ötürü. O kadar özel bir şey ki sahnede seyircinin nefesini hissetmek… Onun için önemli olan sahneye çıkabilmek...  Eğer uygun ve iyi bir oyun gelmezse, tek kişilik bir oyun oynayarak noktayı koyacağım. Bunu da buradan söylemiş olayım Melikeciğim. Tek kişilik bir oyunla da sahneye çıkabilirim kendi başıma. Kimseye sorumlu olmadan vereceğim mesajımı da verebilirim, istediğimi de oynayabilirim diye düşünüyorum. Eğer jübilem böyle bir oyunla, Devlet Tiyatrosu’nda olursa çok güzel olur ama olmazsa ne yapalım… Çareler tükenmez.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!