Sanat değil, görev filmi çektik

Güncelleme Tarihi:

Sanat değil, görev filmi çektik
Oluşturulma Tarihi: Eylül 15, 2012 00:00

Köy Enstitüleri hakkında çekilen ilk film olmasının yanı sıra, çok farklı bir hikâye var bu hafta vizyona giren ‘Toprağın Çocukları’nın ardında. Erkan Can ilk kez yapımcılığa soyundu, yönetmen Ali Adnan Özgür ilk uzun metrajını çekti.

Haberin Devamı

İkisini buluşturansa Özgür’ün dedesinin, Can’ınsa babasının Köy Enstitüsü mezunu olmalarıydı. Tamamı Hasanoğlan Köy Enstitüsü yerleşkesinde çekilen filmi tamamlayarak vefa borçlarını ödediklerini söyleyen ikili, inanması güç ama sadece 200 liraya halletmişler her şeyi... Can ve Özgür’ün aile hikâyelerinden çıktık yola, Köy Enstitüleri, memleketin bugünü ve tabii ki filme kadar uzandı keyifli sohbetimiz...

-  Birinizin babası, diğerinizinse dedesi Köy Enstitüsü mezunu. Sizi bir araya getiren bu ortak yönünüz mü oldu?
Erkan Can: Sadece susayan suyu değil, su da susayanı buluyor. Bizim durum aynen böyle oldu. Niyetler iyi olunca, karşılaşıyorsun hayatta. Kader diyelim buna. Ben Yedi Kocalı Hürmüz’ü çekerken tanıştık Adnan’la. Sohbet sohbeti açtı, iş buralara kadar geldi.
Ali Adnan Özgür: Köy Enstitülü bir aileye sahip olmak, iki yabancı arasında garip bir akrabalık bağı oluşturuyor. Ben Erkan Abi’yle aslında 13 yaşında Bursa’da bir galaya geldiğinde tanıştım. Baba onu hatırlamaz. O gün çektirdiğimiz fotoğrafı hâlâ saklarım. Sonra Hürmüz’ün setinde tanıştık ama ben bilmiyordum babasının Köy Enstitüsü mezunu olduğunu. Kuliste memleketi kurtarırken, Türkiye’nin her türlü imkânı var neden bu durumda, diye konuşuyoruz. Baba “Ama oğlum eskiden Köy Enstitüleri vardı, o âdet devam etseydi bugün yaşananlara tanık olmazdık” dedi. Onun da babası Köy Enstitülüymüş. O zaman anladık bir nevi akraba olduğumuzu.
E.C.: Dilimiz aynı çünkü, hislerimiz aynı. Aynı insancıllığı taşıyoruz yüreklerimizde ve hemen empati kuruyoruz. Düşünce sistemimiz birbirimizi anlamaya, çalışmaya itiyor. Çünkü babalarımız, dedelerimiz böyle kurmuşlar sistemi. Hepimiz insan seviyoruz öncelikle. Sağduyuluyuz.
Köy Enstitüleri okul kitaplarında yer almıyor. Haliyle, konuya merakı olup da araştırmayan genç kuşak enstitüleri bilmiyor. ‘Toprağın Çocukları’nın öyle bir misyonu da var...
E.C.: Bizim esas derdimiz de o zaten. Yeni arkadaşlara birazcık olsun hatırlatmak. Çünkü çok yakın tarihimiz bu, daha dün. Hafızalarımız öyle bir silindi ki, yakın tarihimizi anımsamıyoruz bile. İşte o hafızayı tekrar oluşturmak adına böyle bir iş yaptık.
A.A.Ö.:  Bırakın lise müfredatını falan, üniversite öğrencilerine bile Köy Enstitülerini okutmuyorlar. Ben kamu yönetimi bölümünde okudum ama Köy Enstitüleriyle ilgili tek kelime görmedim. Sadece tarih bölümünde yüzeysel olarak geçiliyor üzerinden. İlgili hocalarınız varsa şanslısınız, ödev veriyorlar, tesadüfen öğreniyorsunuz. Ama bu, toplumun yüzde 80’inin Köy Enstitülerini bilmediği anlamına geliyor. 1950’lerin başından beri Köy Enstitüleri gibi kendimizin ürettiği mucize şeyler unutturulmaya çalışılmış. Ama insanların anlaması gereken; Köy Enstitüsünün siyasi bir olay değil, köy çocuğunun okuması meselesi olduğu. Demişler ki komünist yetiştiriliyor buralarda. Ama sonradan anlaşılıyor ki kendi ekmeğini üretip, bölüşerek yemeği öğreten bir şey bu. 1940’ta bir sürü köy çocuğundan mühendis, doktor, oyuncu, öğretmen, mimar çıkmış. Yıl 2012, şimdi şartlar daha iyi, daha ileriye taşıyabiliriz halbuki. Bizim derdimiz bu.

Haberin Devamı

ANADOLU HALKININ HAKKINI ARAMASI ENGELLENİYOR

Haberin Devamı

-  Siz kendi babanız ve dedenize dair neler anımsıyorsunuz mesela?
A.A.Ö.: En basit örnek... Köylü bir dede düşünün. Kendi şırıngası var. Çocukları hastalandığı zaman onlara iğneyi kendisi yapıyor, sağlık ocağına götürmek zorunda değil. Aynı zamanda boş zamanlarında kahveye gitmek yerine fotoğraf çekiyor. Bir gözü neredeyse kör. Diğer gözü de yüzde 50 görüyor. Ama her sabah uyandığı zaman yaptığı ilk iş, gazetesini alıp güneşin altına oturmak, sayfaları iyice gözüne yaklaştırıp öğlene kadar okumak. Şimdi böyle okuyan bir neslin cahil olması düşünülebilir miydi... Benim dedem sağ hâlâ. Filmdeki amfitiyatro sahnesinde çok kısa süre görünen yaşlı bir adam var. İşte o benim dedem.
E.C.: Babam her şeyi bilirdi mesela. Eli her bir şeye yatkındı. Hayvana iğne vurmaktan tut da ağaç aşılamaya, inşaatın çimentosunun betonunun kaç kilo olacağından hangi demirin kullanılacağına kadar... Öğretmendi babam. Bir köyden başka bir köye tayin olduğunda, yeni evin sedirini beş dakikada yapardı. Bir kişi rahat yatarsın onda. Ot yastıklar ve elde dokuma muhteşem kilimlerle. Tarımı a’dan z’ye bilirdi. Babamın yemek yerken o besinin içinde ne faydalar olduğunu hep anlattığını hatırlarım. Öldüğü zaman cüzdanından sarımsağın faydaları çıktı. Onu da bir yerden kesmiş... Babam 1988’de öldü ama fark etmiyor bana. Onun yaşıtı Köy Enstitüsü mezunlarında da hep onu görüyorum.
A.A.Ö.: Kafasına vurup elinden lokmasını alacağın köy çocuğunun hakkını aramayı bilmesi muhteşem bir şey. Hiç istenir mi Anadolu halkının haklarını arayan insanlara dönüşmesi? İstenmediği için de Köy Enstitülerini kapatıyorlar işte. Sonra bugünlere geliyoruz.
-  Filmde İsmail Hakkı Tonguç ana karakterlerden biri. Ama Hasan Ali Yücel’in adı bir kere olsun geçmiyor. Niçin?
A.A.Ö.: Bunun sebebi siyasi değil, teknik. Film çekmekle ilgili bir problem. Köy Enstitüleri çok büyük bir derya. Hakkında yüz tane sinema filmi çekeriz ve hâlâ içinde bilmediğimiz hikâyeler olur. Ama biz belgesel çekmedik. İsteyene Can Dündar’ın şahane bir belgeseli var bu konuda, oradan her şey anlaşılabilir.
E.C.: Biz bu filmin başını da çekebilirdik, sonunu da. Bir odada Hasan Ali Yücel’ler İsmail Hakkı Tonguç’lar ve takımını da sitcom gibi çekebilirdik. Ama biz sonundan almayı seçtik. Bizim filmden sonra başka işler de yapılacaktır. Biz onun yolunu açtık.

Haberin Devamı

FİLMİ 200 LİRAYLA ÇEKTİK

-  ‘Toprağın Çocukları’ bir Köy Enstitüsü filmi olarak anlaşılabilir. Ama aslında Köy Enstitüsü yaşamının fonda yer aldığı bir aşk filmi. Gerçi bu çok ince bir çizgi. Dokümantere kaçmaktan çekinmediniz mi?
A.A.Ö.: Biz sanat filmi veya belgesel filmi değil, bir görev filmi çekmeye çalıştık. O yüzden film olarak ne kadar başarılı bulunur bilemiyorum. Köy Enstitüsündeki eğitim sistemine, çocukların bir arada ve çok çeşitli alanlarda nasıl öğrenim gördüğüne fonda yer verdik. Bakın, böyle dikiş de dikiyor mandolin de çalıyor ve sınıflarda kızlı erkekli okuyorlardı, diyerek kamerayı gezdirmedik. Kurmaca olaylarla etkileyiciliğini artırarak sunduk. Bu borcu ödemek zorundaydık.
E.C.: Bir sosyal sorumluluk durumu bizim için.
-  Film için ciddi bir araştırma yapılmış belli ki... Dokümanlar birbirini tutuyor muydu?
A.A.Ö.: Araştırma kısmı bizi mahvetti! Binlerce sayfalık doküman okuduk ve hiçbirinin diğeriyle alakası yok aslında. Bir sürü Köy Enstitüsü mezunuyla röportaj yaptık. Bilgileri hâlâ tazeydi bu arada, ilginçtir. Öğle yemeğinde ne yediğini sor hatırlamayabilir ama 60 sene öncesini tıkır tıkır anlatıyor sana.
E.C.: Hem de eksiksiz... Filmi eleştirenler tabii ki olacaktır. Eksiklerimiz olabilir. Bunlara da eyvallah, normaldir. Çünkü bu filmi gerçekten çok az parayla çektik. Daha çok imkânımız olsaydı farklı olurdu. Ama aynı etkiyi yaratır mıydı onu bilemeyiz. Bizim gönlümüz rahat. Vefa borcumuzu ödedik.
A.A.Ö.: Altın Portakal’ın ön elemesinden geçen 11 filmden biri oldu. Bu demek ki kötü film çekmedik. Çünkü Altın Portakal gözümüzün yaşına bakmazdı. Demek ki 2012’nin en iyi filmlerinden birini çekmişiz. Türk sinema tarihinde en düşük bütçeli en büyük filmlerden birini çektik.
-  Ankara’ya 200 lirayla gitmişsiniz sanırım. O hikâyeyi anlatabilir misiniz?
A.A.Ö.: Biz ekipten beş kişi, İstanbul’dan az benzin yakan bir arabayla Hasanoğlan’a doğru yola çıktık. O gün de cebimizde 200 liramız var ve onunla bir haftayı geçirmek zorundayız. Bu yüzden gazı 90 km’ye sabitleyip otobandan tatlı tatlı ilerledik. Hakikaten de benzin masrafı 50 lira tuttu. Arkadan baba da gelince işler rayına oturmaya başladı.
E.C.: Her şey kendiliğinden oldu. Bir macera başladı üç dört sene önce. Hâlâ sürüyor. Bu macera da bir yaşam biçimi yani. Bizim işimiz bu. Sinemada mükemmeli yakalamak çok zor.

Haberin Devamı

Ali Adnan Özgür
BİZİM NE EKSİĞİMİZ VAR?

60’lara 70’lere kadar tarım toplumuyduk. Yani köydeki nüfus kentten daha fazlaydı. Köydeki nüfusu aydınlatmayı eğitimle başarabilirdik. Bugün Almanya’nın bir köyüne gittiğiniz zaman, belli bir ekonomik seviyenin üzerinde, evlerinde kaloriferle ısınan insanlar görüyorsunuz. Sağlık ve eğitim hizmetlerinden haklarına düşen payı alıyorlar. Başka problemleri aştıkları için, böcek yarışları falan düzenliyorlar. Benzine yüzde 0.01 zam gelse bile adamlar traktörlerle eylem yapıyor. Hâlâ dünyanın en ucuz benzinini kullanıyorlar. Bizim Köy Enstitülerimiz kapanmasaydı, biz de bugün aynı refah seviyesinde olurduk. Köylümüz tezek yakmak zorunda kalmaz, annelerimiz 2012 yılında kar altında çocuklarını düşürerek ölmezlerdi.

Haberin Devamı

GERÇEK BİR AŞK HİKÂYESİ

Bursa’da Köy Enstitülü bir amca vardı. Evli bugün ama zamanında Köy Enstitüsünde okurken bir kıza âşık olmuş. O aşkı dinlemek için Gebze’ye gittim. Öyle güzel bir aşk anlattı ki... Çocuk çok fakir, kızın ailesinin durumu iyi. Bu ikisini evlendirmemişler. Ama enstitü boyunca birbirlerine aşıklarmış. 30 sene geçmiş aradan, buluşmuşlar. Kadın evlenmiş, torunları var. Adam da aynı şekilde. Ama içlerinde hâlâ aynı heyecan... Bu hikâyeleri dinleyerek yazdık senaryoyu.

Erkan Can
FİLMDEKİ HERKES GÖNÜLLÜ

Bu işe inanan tüm arkadaşlarımız meseleyi kavrayınca, tamam dediler. Hepsi gönüllü çalıştı. Onlarla gurur duyuyorum. Bak biz böyle bir iş yapıyoruz, haydi sen de gel, dediğimiz herkes geldi. Gelmek isteyip de gelemeyenler de, bu işi duymayıp ‘ulan keşke ben de olsaydım’ diyen de çok. Rol bulamadığımız için oynatamadıklarımız da oldu.

BABAM BANA ÇOK GÜVENDİ

Babam 30 sene öğretmenlik yaptı. İsterdi benimki de devlet işi olsun. Ama baktı ki ben tiyatro istiyorum. Hiç ellemedi, uzaktan kumanda hep beni takip etti. Her zaman arkamda durdu. Ne istediysem onu yaptı ve bana çok güvendi. O dönem cep telefonu yok, bir şey yok. Evden bir çıkıp giderdim, 15 gün dönmezdim. Yine de gık demedi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!