Sana aşk duymam için başkalarının seni arzulaması gerekiyor

Güncelleme Tarihi:

Sana aşk duymam için başkalarının seni arzulaması gerekiyor
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 23, 2003 23:36

Cem Mumcu yazar ve psikiyatr. Yani hem edebiyatçı hem doktor. Son kitabı, aslında bir serinin, Binbir İnsan Masalları'nın üçüncüsü: ‘‘Sahici Aşklar Külliyatı.’’ Buraya kadar dikkat çekici hiçbir şey yok. Farklılık, kitabı okumaya başladığınız andan itibaren ortaya çıkıyor.

In ın ın ııınnn. İşte size aşk hakkında basma kalıp şeyler söylemeyen biri. Gidip konuşmak, ifadesini almak gerek! O her gün başkalarının ifadesini alıyor nasıl olsa. ‘‘Normal işi’’ hasta dinlemek, terapi yapmak. Sonra da yöneticiliğini yaptığı Okuyan Us Yayınevi için edebi öyküler yazıyor. Bu arada o yayınevinde Le Monde Diplomatique Türkiye'yi de yayınlıyorlar ama konumuzla alakası yok. Biz kendisiyle aşk konuştuk aşk! ‘‘Aşk, ne zaman aşk?’’ı sorduk. İçinde aşk sözcüğü geçen tonla soruma da doktor kimliğiyle değil yazar kimliğiyle cevap verdi...

Bir şeyin aşk olması için ne gerekir?

- Sahici olması gerekir.

Peki sahici aşk -psikiyatr olduğunuz için aynı zamanda bir problem çözücüsünüz ya- insanın başına ne tür belalar getirebilir?

- Cinayetten tut, intihara, ölüme kadar belanın her türlüsünü. Varını yoğunu, statünü, mevkini her şeyini kaybedebilirsin. Tabii konuştuğumuz sahici aşksa. Bunun altında her türlü bok var!

Açalım bakalım bu her türlü boku! Çağırınca gelir mi?

- Kesinlikle hayır! O zaman ‘‘bekleyen insan’’ olursun. Ki bekleyen insanın dışarıya verdiği yansıma, çok da auralı bir şey değil. Aşk, başımıza sabit, iyi ilişkilerimiz varken daha fazla gelir. Aramazsın çünkü. O ‘‘aramıyor halin’’, bir başkası için çok daha çekici. O yüzden bu işleri çok zorlayanların başına büyük aşklar gelmez.

Geçen gün, bir kız arkadaşımın kocasını gördüm. Alyans takıyordu. Meğer hiç çıkarmazmış. Halbuki benim tanıdığım erkeklerin neredeyse hiçbiri takmıyor. Karısına dedim ki, ‘‘Haberin olsun alyans takıyor olması, takmamasından çok daha baştan çıkarıcı...’’

- Zaten karizma öyle bir şey. Karizma, ‘‘Senin beni nasıl gördüğünle, ben o kadar da ilgilenmiyorum’’ diyen insan tavrı. O yüzden sabit, oturmuş ve beklentisiz olduğumuz dönemlerde daha fazla ilgi çekeriz...

Beklemiyorduk oldu. Sahici aşk geldi. Eeee?

- Kan çıkabilir! Geçenlerde Reasürans'ın içinde biriyle sohbet ediyorum. Yan kafede kıyamet kopuyor. Adamın biri vahşi bir biçimde bir kadına yumruk attı. Kimse tutamıyor. Mekan sahibi ‘‘Burası benim mekanım!’’ diye bağırıyor. İnsanlar şaşkın. Herkes yoğun bir şekilde adama öfke duyuyor. Her kafadan bir ses çıkıyor: ‘‘Hayvan! Kadına vurdu, gördün mü?’’ Gördüm... O aşk işte!

Nasıl yani!

- Görünürdeki şey, büyük bir agresyon. Rahatlıkla kadın dövmek olarak değerlendirebilirsin. Ama belki de bunu hayatında ilk defa yapıyor. Bilemezsin. Gördüğüm ‘‘kıyıdan çıkmışlık hali’’ydi. İşte o var aşkta.

Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri de böyle değil midir? ‘‘Kıyıdan çıkmış insan’’ öyküleri...

- Yaşamın asıl halleri, gazetelere ‘‘for your info’’ olarak çıkıyor. ‘‘Yani bilginiz olsun, şu karısını boğazladı, bu kocasını balkondan attı.’’ Biz onları haber olarak alıyoruz. ‘‘Vay hain!’’ diyoruz, ‘‘Olacak iş değil, rezil adam!’’ Ama meselenin özüne indiğimizde -ki bu medyanın görevi değil, edebiyatın, sanatın olabilir- o yaşananın, ‘‘Orospu çocuğu n'olacak!’’ diye yargılanacak bir şey olmadığını görürüz. Büyük yaralar, büyük hüzünler! Bu aşktır işte...

Neden ‘‘sapkınlık’’ değil de aşk!

- Zaten aşk da sapkınlığa yakın bir şey! Kontrolün olduğu yerde niye aşk olsun? İlişki olur bak. Ama biz burada ‘‘iyi ilişki’’ tarifi yapmıyoruz. ‘‘Self help’’ (kendine yardım) kitaplarında olan, ‘‘Birbirinizi sevin. İnsan sıcaklığını hissedin!’’ gibi abuk sabuk şeylerden söz etmiyoruz. Gerçeklikten bahsediyoruz. Artık şununla yüzleşmemiz lazım: Hepimizin fit olduğu, güzel olduğu, hiçbirimizin yaralı olmadığı bir hale doğru gidiyoruz ya. Yok abi! Aşk öyle bir şey değil! Ben yara severim. Sevgilimin eğer bir yarası varsa, en çok onu öperim. Çünkü orada bir gerçeklik var...

Hep yaralardan kan ve revandan söz ediyoruz. Mutlu aşk yok mudur?

- Olmaz mı? Aşk, bir yanıyla çok da mutlu bir şey. ‘‘Elasyon’’la filan giden bir şey...

Pardon. Ne demek ‘‘elasyon’’?

- Vecdden bir önceki hal! Çok yükseldiğimiz bir yer orası. Dolayısıyla çok bilinçli, kontrollü bir mutluluk değil sözünü ettiğim. Kalbinin hızlı atmasını, bacaklarının titremesini durduramazsın. Zaten hiçbir şeyi durduramazsın! Evlisindir, yuvanı yıkarsın. Karını köşeye atarsın. Kocanı bilmem ne yaparsın. İşini kaybedersin. Gibi haller var aşkta. Hep böyle olmak zorunda demiyorum. Ama işin içine kontrol girdiğinde aşkın azalan bir şey olduğunu söylüyorum. Kendini kontrol edebiliyorsan, ‘Aşık değilsin’ diyemem ama şurası kesin: Aşkın değerinden yitirmiştir.

N'oluyor aşk değerinden yitirince...

- Hesap başlıyor. Yarın ne olacak mevzularına giriliyor. Güya acayip aşığız, derimizi yiyecek haldeyiz, sıvılarımızı emiyoruz. Birden biri soruyor: ‘‘Beni hep böyle sevecek misin?’’ Büyü bozuluyor. Oysa, aşkta kayıp duygusu olmalı. Kayıp duygusunun olmadığı bir aşk ne kadar aşk ki?

İyi de bunu sormayan var mıdır?

- Ben zaten şu anki halimde tam da öyle yaşıyorum. Sonsuza kadar seni böyle sevecekmişim gibi. Niye soruyorsun? Yaşadığımız aşkın sahiciliği kayboluyor. Neyin hesabını yapıyorsun? Şu anda ‘‘Bitse de gitsek bu röportaj’’ demiyorsun, değil mi, ben de demiyorum. Ama ikimizin de bu röportajı yapma zorunluluğu yok. Buradayız ve iyiyiz. Kapı da açık. Yani gitme olasılığımızın olduğu bir yerdeyiz. Burada olmak istemediğimiz an vınnnn... Kirkeegard ve Heidegger'in hayat ve ölüm tariflerine bakalım: ‘‘Hayat, bir başka olasılığın olası olduğu durumdur’’ Birazdan ‘‘Bu herif ne manyak!’’ deyip çekip gidebilirsin yani. Hayat bu! Ölüm için ne diyorlar: ‘‘Ölüm ise bir başka olasılığın olmadığı durumdur’’ Evliliklerde çok gözlediğimiz bir şey vardır. Gelin ağlar. Neden ağlar? Köyde evlendiyse, artık kocasından ayrılamayacağını ve bir yastıkta kocamak mecburiyetinde olduğunu bilir. Başka bir olasılığının olmadığı bir durumdur. Ölüm yani. Tabuta gireceğini hisseder. Ve ağlar.

Peki gelini ağlatmayacak evlilik...

- Ben sonsuza kadar seninle olacakmışım gibi hissediyorum. Ama şu anda. Etrafta da pek çok alternatifim var. Onlar arasında seni seçmeye devam ettiğim müddetçe iyidir ilişkimiz. Sorma yani bana yarını. Aşkta yarın yok. Kapatmayalım da kapıyı... Bir sürü evliliğin içinde huzursuzluklar ve mutsuzluklar var. Bazen sadece kapının açık olduğunu göstererek ilişkileri çok iyi yöne giden insanlara tanık oldum. Sadece niye ayrılmıyor musunuz diyerek. Hadi ayrılın ve ayrılma özgürlüğünüzün olduğunu görün. Bir süre ayrı yaşarlar ve bakarsın yine birlikte olurlar. Aşk, ‘‘Ben istersem kalkıp gidebilirim’’ duygusu yaşanınca, yani odanın kapısı açık olunca, sahici ve yaşamsal oluyor.

Kaybetme korkusu olmazsa seks olmaz, ölüm duygusu olmazsa da aşk olmaz

Bir aşkın koordinatları neye göre değişir? İnsanlara, düşüncelerine, zamana, mekana, yaşa...

- Hepsi doğru bunların. Ama tabii en çok o iki insanın bireysel tarihlerine göre değişir.

Neleri biriktirip getirdikleri mi yani?

- Evet. Romantik imgesi ne? Annesinin babasının ne? Onlarla kurduğu ilişki ne? Mesela kişi gelir ve der ki ‘‘Ben ne kadersiz kadınım! Üç keredir bir alkolikle evleniyorum. Üçü de beni dövüyor.’’ Kader mi bu? Tesadüf mü? Yok canım. Bu bal gibi bir seçim! Genellikle ya annemizde babamızda bulduğumuz bir şeyi ararız. Ya da annemiz ve babamızda bulamadığımız bir şeyi, yine bulunamayacak bir adamda tırtıklayıp, bulmaya gayret ederiz. İlla onu oraya çevireceğiz. Daha önce beceremedik ya. Onun için ‘‘Aşk, transferanstır’’ diyorum. Transferans bitince aşk da bitiyor...

Transferans nedir?

- Beni gördün ve kıl oldun diyelim. Ya da acayip sevdin. Kısacık bir zaman diliminde. Beni hiç tanımadan yaşadığın bu duygu, senin aslında bireysel tarihindeki bir vesikalığın benim suratıma konmuş halidir...

Genellikle de bu bir insandır. Doğru mu anlıyorum?

- Evet. Ben farkına varmadan bir şey yaparım, sen acayip gıcık olursun bana. Farkında değilsindir ama o anda beni öfkelendiğin baban gibi yaşarsın. Ya bir hareketimi, bir gülüşümü bir zamanlar çok sevdiğin birine benzetirsin. Daha beni tanımadan seversin. Aşk da böyle bir şeydir. Aradıklarımız, beklentilerimiz... Bireysel tarihimizden bir transferans gelir vesikalık olarak yüzümüze yerleşir. ‘‘Aşkın gözü kördür’’ dedikleri de bu. O başka bir realiteye dönüşmeye başladığında da yoğunluk azalır...

Peki emek sarf ederek iki insanın sakin, yumuşak, garantili ilişkisinin adına siz ne diyorsunuz?!

- Çok hoş, çok güzel sevgiler bunlar. Ama aşk değil.

Aşk neden tanık ister?

- Hoş bir kadınsın, başarılısın, erkekler seni seksi buluyor diyelim. Ben seni alayım eve kapatayım, artık hiçbir yerde görünme, insanlar seni unutsun. Ama bu arada evin içinde daha da güzelleşiyorsun, çıtırlaşıyorsun. Ne var ki, seni kimse görmüyor. Tanık yok! Ben bir süre sonra dışarı bakmaya başlarım! Çünkü benim seninle ilişkim, başkalarının da seni arzuladığını gördüğümde, senin tercih edilebilir biri olduğunu fark ettiğimde ve seni kaybetmekten korktuğumda daha iyi olur. Bu kaybetme korkusu olmazsa seks olmaz, ölüm duygusu olmazsa da aşk olmaz. Seni kaybedebileceğimi bilmeliyim. Ama tabii pis bir oyun vardır. Bazıları sürekli gidecekmiş gibi oyunlar oynar. Anlamsız kıskandırmalar, sürekli ‘‘Bak, ayrılırız’’ tehditleri, ‘‘Böyle yaparsan intihar ederim’’ filan, bu değil sözünü ettiğim. O zaman başka bir mekanizma işler. Bu korkuyu yok etmenin tek yolu vardır: Gerçek terki yaşarsın olur biter. Her gün o endişeyi yaşamak yerine sana bunu yaşatanı terk edersin!

Ölüm ve sevişme içgüdüsü arasında bağlantı var mıdır?

- Olmaz mı? Hayvanların ölmeden önce kimi zaman sperm boşaltmaları, asılan insanların erekte olmaları... Ölümün yakınında ya da kıyılarında olan insanlara bak. Mesela yoğun bakımda görevli olanlara. Uzun zaman hastanelerde çalıştığım için biliyorum, ölüme yakın durmak ve ölüm deneyimleri çok fazla cinselliği artıran şeyler. Bütün hadise geleceğe akıp, ölmemek duygusu olduğu için; kayıp duygusu, her zaman için aşkı ve cinselliği uyaran bir şeydir. Bizler ölümün varlığı nedeniyle yaşamı aslında bu kadar coşkulu yaşarız. ‘‘Aşk tanık ister’’in altında da aynı kavram var. Senin gidebilir olmanın sevgilinde yarattığı duygu da benzer bir şey. Sevgilin, karın, kocan bir yerlerde ödül mü aldı? Şahane bir konuşma mı yaptı? O gece daha iyi sevişilir. Çünkü tanık vardır. Birlikte olduğun insanın başkaları tarafından tercih edildiğini görmek iyidir. Ama işte nedense insanlar evlenirler ve birbirlerini bastırmaya başlarlar. Aman kimse görmesin... Sonra da kendi kendilerine sorarlar: Neden artık onu eskisi kadar sevmiyorum?
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!