Samantha’dan çok şey öğrendim

Güncelleme Tarihi:

Samantha’dan çok şey öğrendim
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 17, 2008 00:00

Büyük güne az kaldı. Sex&The City’nin sinema filmi 30 Mayıs’ta tüm dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime giriyor. Dizi 1990’ların ikinci yarısında dünyada bir televizyon fenomeni olmuştu. Bizde de değişik kanallarda birkaç kere yayınlanmış, ciddi bir izleyici kitlesi yaratmıştı.

Bilmeyenler için biz yine de kısaca anlatalım: Sex and the City, birbirleriyle cinsel arzularını, fantezilerini, sorunlarını tartışan New York’lu dört kadının öyküsünü anlatıyor. Candace Bushnell’in aynı adlı kitabından esinlenilerek televizyona, ardından sinemaya uyarlandı. Kitap, Bushnell’in New York Observer gazetesindeki köşesinde yazdığı yazıların derlemesiydi. Bushnell verdiği röportajlarda, dizideki baş karakter Carrie Bradshaw’ın aslında kendi ikinci kimliği olduğunu söylemişti.

Amerikan HBO kanalının bu hit dizisi, yayınlandığı altı yıl boyunca 50 kadar ödül kazandı. Dizinin oyuncularından Sarah Jessica Parker ve Cynthia Nixon’un aldığı ödüllerin sayısı yediyi buldu. Dizi ayrıca 24 kez Altın Küre adaylığı aldı ve bunların 8’ini kazandı. Diziyi temel alan sinema filmi projesi aslında 2000 başında gündeme gelmişti ama çeşitli engeller nedeniyle 2007’ye kadar gerçekleşmedi. Pek çok dedikodu da türedi tabii. Sarah Jessica Parker ile Kim Cattrall arasında kişisel problem olduğu, kendisine ödenecek ücretin Parker’ın ücretinden daha az olduğu için Cattrall’ın sözleşmeyi imzalamayı reddettiği gibi...

Ama tüm bunlar geride kaldı ve film nihayet gösterime giriyor. Üstelik devam filmleri için çalışmaların şimdiden başladığı da söyleniyor. Sex&The City’nin en seksi, cinsel açıdan en açık fikirli ve iştahlı karakteri Samantha Jones’u canlandıran Kim Cattrall ile New York’ta konuştuk.

Sex & The City’de rol almanın sizin açınızdan en iyi ve en kötü tarafı ne oldu?

- En iyi tarafı Samantha rolünü oynamaktı. Çünkü çok pozitif bir karakter, hayat dolu. Onun için her zaman başka olasılıklar var. Asabi ya da utangaç değil. İçgüdülerini takip ediyor. Bence bu kadınlar için iyi bir mesaj. En kötü tarafı ise bir süre sonra insanların sizi Samantha sanması. Çok uzun soluklu rollerde böyle bir durum oluyor. Seyircinin karakteri sevmesi güzel tabii, ama benimle Samantha arasındaki sınırın bulanıklaşması hoş değil. Bir dakika ben de buradayım, demek istiyorsunuz. Bir karakter olarak her yerde tanınıyor olmak zorlayıcı bir şey. Hayatı başka türlü yaşamak zorunda kalabiliyorsunuz.

Samantha rolünden hiç şikayetçi oldunuz mu?

- Hayır, sanmıyorum. Onu gerçekten severek oynadım. Kariyerimdeki en iyi rollerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Sırf Samantha rolünü oynadığınız için insanların size tavrı değişti mi?

- Tanrım, evet. Dizinin çekildiği 6 yıl boyunca evli bir kadındım. Sonra boşanma sürecine girdik. Kız arkadaşlarım dışarı çıkmam, eğlenmem gerektiğini söylüyordu. Annemle bir gece bir bara gittik. Bir adam geldi ve dans etmek istedi, reddettim. Bana "Hadi ama gel dans et de marifetlerini görelim" dedi...

Dizinin izleyicileri sizin hakkınızda en çok neyi merak ediyor?

- Canlandırdığım karakter yüzünden en çok kiminle çıktığımı merak ediyorlar. Benim de Samantha gibi cinsel açıdan agresif olup olmadığımla ilgileniyorlar. Samantha yaşlandıkça, bununla nasıl başa çıktığını, kendini nasıl hissettiğini soruyorlar.

Sex & The City söz konusu olunca sürekli bir New Yorklu kadından bahsediliyor. New York’ta yaşayan kadınların dünyanın geri kalanındakilerden ne farkı var? Siz İngiliz asıllı olduğunuza göre farkı belki daha iyi tanımlayabilirsiniz.

- Galiba dışarı verdikleri izlenimle alakalı. Aslında New York’ta yaşayan pek çok farklı tipte kadın var. Dizideki karakterler gibi, onlar da birbirlerinden tamamen farklı. Ama ortak bir noktaları var. Hepsi bekar, hepsi daha iyisini arıyor. Bence New Yorklu kadınları en iyi tanımlayacak özellik, ne istediklerini bilmeleri. Güçlü, rekabetçi bir şehirde yaşadıklarından işinde başarılı kadınlar.

Siz kendinizi New York’ta nasıl hissediyorsunuz?

- New York’u çok seviyorum. Ailemden ayrıldıktan sonra ilk evim burası oldu. Şehrin insanlarını, enerjisini, dünyanın dört bir yanından insanları barındırması hoşuma gidiyor. Ayrıca tek bir New York yok. Harlem, doğu yakası, batı yakası, banliyöler... Çok fazla olasılık var. Amerikan Rüyası’nın gerçekleştiği yer burası. Rekabet çok fazla. Frank Sinatra’nın New York New York şarkısında dediği gibi, burada başarırsan her yer de başarırsın.

Siz kişisel olarak Samantha’dan bir şeyler öğrendiniz mi?

- Evet. Hayat yaşamak içindir ve fırsatları yakalamak gerekir.

Sex & The City televizyonculukta bir şeyler değiştirdi mi? Birkaç tabu yıkmış olabilir misiniz?

-Umarım. Ama Sex & The City kablolu televizyonda yayınlanıyordu. Normal kanallar hala aynı şekilde devam ediyor, aile eğlencesi sunuyorlar. Sex & The City’nin çok daha yaratıcı ve gerçek hayattan diyalogları vardı. Kanallar arasında rekabeti ateşlediğimizi de söylemeliyim. Herkes daha gerçek hikayelerin arayışına girdi.

CİNSELLİKLE İLGİLİ BİR BELGESEL BİR DE KİTAP HAZIRLADIM

Kurduğum yapım şirketiyle Sex and Intelligence (Cinsellik ve Zeka) adlı bir belgesel yaptık. Cinselliğin tarihi ile ilgili bir belgesel. Bir de kitapla destekledik projeyi. İnsanlar beni seks uzmanı olarak görmeyi seviyor ama değilim. Fakat seks hakkında insanlarla konuşmak istedim. Farklı cinsiyetlerden ve cinsel tercihlerden beş kişiyle görüştüm. Sonra uzmanlara gittim. Cevaplarını yorumlamalarını istedim. Bu belgeseli yapmak bile benim için eğitici oldu.

ERKEKLER BU DİZİDEN DERSLER ALMIŞ OLABİLİRLER

Kadınların dostluğunun ne kadar yakın olduğunu anlamış olabilirler ve bunun bazen korkutucu olabileceğini... Çünkü dizideki dört kadın çok çok mahrem detayları bile birbirlerine anlatıyorlar. Bu bir erkek için rahatsızlık verici olmalı. Kendileri ve ilişki içindeki tavırları hakkında da bir şeyler öğrenmiş olabilirler. Bence dizi bir ilişkinin nasıl yürüdüğüne kadınsı bir bakış açısı getiriyor. Bir ilişkinin sadece oyunlardan, gülmekten, iyi vakit geçirmekten ibaret olmadığını, kadınların nasıl düşündüğünü, neler hissettiğini anlayabilirler.

FİLM, DİZİDEN CESUR

Başta filmde rol almayacağınızı açıklamıştınız. Fikrinizi değiştiren ne oldu?

- O sırada boşanma sürecindeydim. Zor zamanlardı. Derken babam hastalandı. İşe bir süre ara verip, Kanada’ya ailemin yanına döndüm. Orada çalıştım.

Dizi ile film arasında ne gibi farklar var?

- Yönetmen ve senarist Michael Patrick’in hikayeyi olgunlaştırmak için filmde daha çok zamanı oldu. Kısa sürede 20-22 bölüm çekmek zorunda kalınca daha hızlı düşünmeniz gerekiyor. Bu bazen avantaj, bazen dezavantaj olabiliyor. Bence film, diziden daha büyük ve daha cesur oldu. Süresi daha uzun, daha çok mekanda çekim yapıldı, bütçesi daha fazla... Tüm bunlar filmde kendini ortaya koyacak. Moda da filmde daha fazla yer kaplıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!