Roma'da çekim

Güncelleme Tarihi:

Romada çekim
Oluşturulma Tarihi: Şubat 26, 2010 00:00

Ümit Ünal’ın yönettiği “Ses”in başrol oyuncuları Mehmet Günsür ve Selma Ergeç, film gösterime girmeden önce Roma’da, Vogue Türkiye için objektif karşısına geçti.

Haberin Devamı

SELMA ERGEÇ FOTOĞRAFLARI 

Şehir: Roma. Otel, tarihi ıspanyol Merdivenleri’nin bulunduğu meşhur Piazza di Spagna Meydanı’ndaki The Inn at the Spanish Steps. 209 numaralı odadayız. Kalabalık, sağı solu askılarla, elbiselerle, şapkalarla, ayakkabılarla dolu. Sarı bir ışık hakim her köşesinde. Bir de yatağın üzekindeki tepside, cappucinoların kokusu. Mehmet, salaş jean pantolonu, gözünde gözlükleri ile evli, iki çocuklu 35 yaşında bir adamdan çok, kıpır kıpır bir çocuk. Selma, makyajsız yüzü, bol hırkası ile liseli bir kız... En son birkaç ay evvel “Ses” filminin setinde görüşmüşler. “Filmin çok ince bir hikayesi var, doğaüstü hiçbir şey yok” diyor Mehmet. “Ses”in korku filminden ziyade psikolojik gerilim olduğundan bahsediyor. Yönetmenliğini Ümit Ünal’ın üstlendiği film, bir bankanın çağrı merkezinde memur olarak çalışan Derya’nın gaipten duyduğu bir sesin etkisinde kalarak patronu Onur’u takip etmesini konu ediyor.

İSTANBULA'A GÖBEK BAĞIYLA BAĞLIYIM         

ılk gün. Roma’nın en görkemli yapılarından biri olan Pantheon Tapınağı’nın önündeyiz. Buz gibi bir hava var. “Kaç yıldır Roma’da yaşıyorum, havanın bu kadar soğuduğunu nadiren gördüm” diyor Mehmet. Çekimin ısıtıcıları sıcak çikolata ve konyak. Selma, Miu Miu beyaz elbisesi, Mehmet siyah Dior Homme smokini ile arnavut kaldırımları üzerinde dans ediyor. Gelip geçenler onları izliyor.
Japon bir turist grubu onları alkışlamaya başladığında, Mehmet şapkasını eline alıp gezdirerek onlarla şakalaşıyor. Çekime ne zaman ara verilse Mehmet hemen karısını arıyor. Aklı onda ve çocuklarında. Üç buçuk yaşındaki oğlu Ali’nin ardından beş ay önce de kızı Maya doğdu. Belgesel yönetmeni olan ıtalyan karısı Caterina ile dünyayı kurtaracak çocuklar yetiştirmeye çalıştıklarını söylüyor. O nasıl olacak diye sorduğumda “Bol sevgiyle, fedakarlık ve sabırla” diyor.
   
Selma vejetaryen. Öğle yemeğinde yediği sebzeli fettuccine’yi çok beğeniyor. Mehmet, damak zevkine düşkün, yemek yapmayı da yemeyi de seviyor. Üzerinde kırmızı Paul Smith takımı ve şapkasıyla sanki günlük kılığıymış rahatlığıyla yiyor makarnasını. Yemek sırasında soruyorum. “Kendini Roma’ya ait hissediyor musun?” diye, “Tabii ki hissediyorum” diyor, “Ama İstanbul gibi değil. Ben İstanbul’a göbek bağıyla bağlıyım, Boğaz çocuğuyum. Artık çözdüm bu işi, nereye gidersem gideyim (kalbini işaret ederek) İstanbul buramda.” Zaten ıtalya’da geçirdiği on sene boyunca hep Roma’da da yaşamamışlar. Üç sene güneydeki Lecce şehrinde büyük, bahçeli bir köy evinde oturmuşlar. Ali orada büyümüş. Geçtiğimiz Eylül’de tekrar taşınmışlar Roma’ya.

ÇAPA’YA STAJA GELDİ OYUNCU OLUP KALDI

Selma’nın da bir ayağı, bir evi, Mehmet gibi yurtdışında. Doğup büyüdüğü Almanya’dan İstanbul’a geldiğinde bu kadar kalıcı olacağını aklının ucundan bile geçirmemiş: “Kendi rekorumu kırdım, 10 senedir aynı şehirde yaşayarak. Bu İstanbul’un içinde 25 ayrı şehir olmasıyla, enteresanlığıyla alakalı herhalde.”

Kız kardeşi ile birlikte Ulus’ta yaşıyor. “Sis ve Gece” filminin setinde tanıştığı ve üç yıldır birlikte olduğu Uğur Polat’la çok mutlu. Adanalı bir doktorla Alman bir hemşirenin kızı. Münster Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin üçüncü senesinde İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ne staja geldiğinde her şey bir anda değişmiş. Çevrenin tavsiyesiyle oyunculuk ve mankenliğe başlamış, zamanla esas yapması gereken mesleğin oyunculuk olduğuna karar vermiş.

MODA İLE AŞK-NEFRET İLİŞKİSİ YAŞIYORUM 

Ertesi sabah. Otel: Roma’nın en eski, lüks ve romantik otellerinden Regina Hotel Baglioni. Oda 604. Selma ile yeniden karşılaştığımda üzerinde Stella McCartney tasarımı lacivert ceket var. Mehmet, elinde laptop’u odaya girdiğinde enerjisi her zamanki gibi yüksek. Kendini ev sahibi gibi hissettiği için hemen anlatmaya başlıyor otelin bulunduğu Via Veneto caddesinin hikayesini... Odanın balkonundan Fellini’nin efsane filmi La Dolce Vita’nın çekildiği bazı kafe ve restoranları bize göstermeye çalışıyor.

Selma makyajı yapılırken sessiz ve sakin. Ismarladığı süt bir türlü gelememiş, çekinerek bir kez daha isterken ne kadar kaprissiz biri olduğunu düşünüyorum. Mehmet zaten hayata pozitif yaklaşan, herkesin rahatını düşünen bir uyum insanı.

“Diyelim ki güzelsin, her şey parlak, her şey iyi... Bu durumda illa gıcık bir insan mı olman gerekir? Herkes kendi işini yapmak için orada, sana hizmet etmek için değil” diyor Selma...

Çay-kahve-tatlı molasından sonra Selma’yı dantelli Chanel elbisesi ve siyah kadife Chanel ayakkabısı ile siyahlar içinde buluyorum: “Moda ile aşk-nefret ilişkim var, çok uzun zamandır tasarım yaparım, resim çizerim. Boş duramam. Chanel’e, Nina Ricci’ye, Bottega Veneta’ya tapıyorum. Çok beğendiğim bir elbiseyi bir sanat eseri gibi karşısına geçerek saatlerce seyredebilirim.”

Öyleyse nefret bunun neresinde? “ışte çatışma orada başlıyor. Mesela o kadar bayılıyorum topuklulara. Artık başka bir kadın ol Selma, topuklu ayakkabılar, daha dar kıyafetler giy, daha seksi, kadınsı ol diyorum. Ama yok, bir türlü o tarafa geçemiyorum. Aynısından iki tane olan kargo pantolonlarım Kraliyet ailesi gibi aynı anda seyahat edemiyor, birine bir şey olursa diğeri kalsın diye. Bir yanım öyle, diğeri böyle...”

BİR SÜRE DİZİ YAPMAYACAĞIM

Mehmet’in moda ile ilişkisi rahatlık ve pratiklik üzerine kurulu: “Üzerimdekiyle hemen her şeyi yapabilir olmalıyım. Gideceğim her yere birkaç rötuşla uydurabilmeliyim” diyor. Bir şeyi beğendiğinde anında almazmış, bir gece yatar, ertesi gün hâlâ almak istiyorsa tamam deyip yola çıkarmış.

“Modacılar arasında favorim çılgın ıngilizler, özellikle de Vivienne Westwood, onun punk ve sıra dışı ruhu” dediğinde, Selma lafa giriyor ve o gün çekime gelirken giydiği pantolona göndermek yaparak, “Açık kahverengi, fitilli, İspanyol paça pantolonları çok seviyor Mehmet, hiç çıkarmıyor” diyor. Anlıyoruz ki Mehmet de sevdiği kıyafetleri ölene kadar giyenlerden...

Çekim bittiğinde akşam olmuş bile. şimdi son bir durağımız daha var: Piazza Venezia’daki tipik Roma dondurmacısı. Işıl ışıl parlıyor Venedik Meydanı. Mehmet hemen başlıyor buranın tarihini, ıtalya’nın faşist Mussolini yıllarını, civardaki binaların hikayesini anlatmaya. Hemen her konuda bir fikri var, fikirlerini dayandırdığı bilgisi de...

Türkiye, Mehmet Günsür’ü Ferzan Özpetek’in filmi “Hamam” ile tanıdı. 2003 Altın Portakal Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazandığı “O şimdi Asker”, “Anlat İstanbul”, Türk-Amerikan ortak yapımı olan “Fall Down Dead” (Dehşet Gecesi) gibi filmlerin; “Sır Dosyası”, “Beyaz Gelincik”, “Bıçak Sırtı” gibi dizilerin yıldızı oldu.

Diziler yüzünden üç senedir ıtalya’daki işlerini ihmal etmiş, şimdi telafi etmeye çalışıyor. Ömer Faruk Sorak’la bir film projesi var. Bir de Mustafa Altıoklar’la henüz kesinleşmemiş bir film daha... “Bir süre dizi yapmayacağım” diyor.

ŞÖHRET HİÇBİR ZAMAN AMAÇ OLMADI

Sokaktan geçenler Mehmet ve Selma’ya bakıp “Mamma Mia!”, “Dio Mio” diye bağrışıyorlar. Selma’nın Elie Saab elbisesi dondurmasının renkleriyle şahane uyum sağlamış. Poz verirken rahat ve neşeliler. “şöhret bir amaç olmadı hiçbir zaman, o oyunculuk mesleğinin kaçınılmaz sonucuydu, biz de kabul ettik” diyor Mehmet. Selma “şöhret sadece bir durum, ne sadece iyi ne de sadece kötü” diye noktalıyor.
1978 doğumlu, felsefeye meraklı, keman çalmış, binicilik yapmış, tuvalleri ve resim malzemeleri hep yanında, oyunculuğun kendisi için üzerinde konuşulamayacak kadar kıymetli olduğunu söyleyen Selma Ergeç’i biz en son “Asi” dizisinde gördük. Daha önce de “Sis ve Gece”, “Beş Vakit” filmlerinde ve “şöhret”, “Yarım Elma” gibi dizilerde rol aldı. Bundan sonraki hayali aynı yöne baktığı insanlarla iş yapabilmek: “Sinema, dizi fark etmez, yeter ki para kazanmak ve güç sahibi olmak dışında başka bir amacımız olsun.”

VEDALAŞMA ZAMANI GELİP ÇATIYOR

Vedalaşma günü geldi. Campo di Fiori meydanında, meyve-sebze pazarından Akdeniz kokuları yayılıyor. Güneş tepemizde. Selma sıcaktan memnun. Mehmet, “Sıcak benim enerjimi alıyor, bir Rus şaman arkadaşıma bunu söylediğimde çünkü sen ay çocuğusun, demişti bana” diyor. Tam da bu sırada meydandan havalanan bir kuş başıma konuyor, yerimden sıçrıyorum. Bu halim çok eğlendiriyor ikisini de. Kuş sayesinde bu sene iyi enerji alıp verecekmişim, öyle diyorlar.

“Zaten” diyor Mehmet, “Hayatın amacı doğru enerji alıp vermektir, yani mutlu olmaktır, hepsi bu.” Sıkı sıkı sarılarak ayrılıyoruz. ıkisi de sarıldıkları zaman, önce karşısındakinin kollarını gevşetmesini bekleyenlerden. Mehmet, bulunduğumuz meydanın karşısında kendisini bekleyen karısı ve çocuklarına giderken, Selma kendini Roma’nın vintage butiklerine atmak üzere gözden kayboluyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!