Öykü dili ele avuca gelmez

Güncelleme Tarihi:

Öykü dili ele avuca gelmez
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 20, 2012 20:47

“İlk kitapları severim, hızlı olurlar. Benimki de öyle oldu sanırım” diyor, Gökhan Yılmaz. Evet, ‘Biraz Kuşlar Azıcık Allah’ oldukça hızlı bir ilk kitap. Dili sessel çağrışımlar üzerine kurulu, kendisi de yazarının aklı kadar karışık. Öykü dilinin bir oyun hamuruna çevrildiği, her öyküsünde başka bir kurgu tekniği ya da bir başka üslubun kullanıldığı öyküler toplamı. Gökhan Yılmaz’la Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Biraz Kuşlar Azıcık Allah’ kitabı üzerine söyleştik.

Haberin Devamı

*  ‘Biraz Kuşlar Azıcık Allah’ dili, yineleme ve yankılamaya dayalı sessel çağrışımlar üzerine kurulu, öykünün sınırlarını zorlayan bir ilk kitap. ‘Hörgüç’ adlı öykünüzün sonunda, metnin yazarı ‘Vas’at O. Dener’ hakkında düşülen editör notunda, genç arkadaşımıza “İlk aşamada kronolojik bir olay dizgisi içerisinde sade bir dille hikâye anlatmayı denemesi” tavsiye ediliyor. Bu kitap bu genel yargıya karşı bir duruş sergiliyor, diyebilir miyiz?
- Diyebiliriz. Öyle bir yargı varsa eğer... Öykülerim, mutlaka bir şeylere karşı bir duruş amacı falan taşımıyor aslında, ama ben öykünün ele avuca gelmez bir tür olduğuna inanıyorum. O yüzden öykü yazıyorum belki de. Öykünün hiçbir şey anlatmama lüksü var. Bu lüksü, bu tehlikeyi seviyorum.
*  Bir örnek öyküler değil bu kitaptakiler. Yoksa öyküyü bir oyun hamuruna çevirmeniz, ilk kitapta neler yapabileceğinizi göstermek için miydi?
- Her yazar yazmaya ilk kitaptan başlıyor. İkinciden başlayanı hiç görmedim. İlk kitapları severim, hızlı olurlar. Benimki de öyle oldu sanırım. Öykü dili, hâlâ uzlaşamadığım, düşündüğüm bir şey. Uzlaşmak da istemiyorum. Dedim ya, öykü ele avuca gelmez bir şeyse eğer, dili de öyle olmalı, olabilir. Önemli olan dilin hakimiyetine girerek ona hakim olmak.

Haberin Devamı

ÖYKÜ YAZMAYA OTOBÜSÜ YAKALARKEN BAŞLADIM

*  Peki, nasıl başladınız yazmaya? İlk kitap olmasına karşın, gelişmiş bir diliniz var. Herhalde öykü dergileri sizin için bir okul oldu...
- Yok, olmadı. Dergiler, vitrindir bir bakıma. Benim okulum daha çok öykü kitapları oldu. Öykü yazmaya nasıl başladım?... Koşarken başladım galiba. Bir gün otobüse yetişmem gerekiyordu. Bir filmde gibi hissettim kendimi. Ben otobüsü kovalıyorum, otobüsün benden haberi yok, ama kaçıyor. Dedim, otobüs kimden kaçıyor? Baktım, koşarken de yazılabiliyor. İlk yok ettiğim öykü bu yazılmamış olandı. Dil meselesinden bahsetmiştim az önce. Ortaya iyi bir öykü çıkarabilen her dil ‘gelişmiş’tir bence. Kurgu dilde başlar. Öykü de öyle...
*  Siz de iki senedir lise öğretmenliği yapıyorsunuz. ‘Kış’ter’ öyküsünde yer alan bayram ziyaretindeki ‘öğretmen oğlum’ karakterinin yazardan izler taşıdığı fikrine kapılabiliyor okur...
- Kapılsınlar, kapılmak güzel bir fiil. Niye yazıyoruz ki zaten? Ama o fikre ya da izlenime kapılmadan da bir yeri, ağırlığı varsa bu, öykünün genişliğini gösterir. Biyografiye bakmadan okunmalı öyküler, hepsi için geçerli bu. Yoksa yerine göre şizofren, yerine göre hokkabaz, yerine göre de yok olduğum fikrine kapılabilirler ki buna gerek yok, maazallah... Her şey yazardan izler taşır. Ve hiçbir şey yazardan izler taşımaz. Bu meseleyi böyle düşünmek ya da hiç düşünmemek lazım.
*  Üniversitelerin Türk dili ve edebiyatı bölümü öğrencilerinin birçoğu, dört sene sonra fakültenin kapısından yazar veya öğretmen olarak çıkacakları inancıyla, yaparlar tercihlerini. Benim sınıf arkadaşlarımda dikkatimi çeken bu olmuştu. Sizinki bilinçli bir tercih miydi?
- Hiçbir kapıdan yazar olarak çıkılacağına inanmadım. Üniversite, almayana hiçbir şey vermez. Kitaplar kâfidir. Ama, buraya bir virgül koymalıyım. Üniversite hocam Handan İnci, bu anlamda çok önemlidir benim için. Ne kadar teşekkür etsem az ona. Berbat öykü taslaklarımı bile okumuş, çok önemsediğim fikirlerini paylaşmıştır benimle. Bu benim için bir şanstı, umarım iyi kullanabilmişimdir. Öğretmenliğe gelince... Dün, iki arkadaşımla birlikte tramvaydaydık. Arkadaşlardan birinin elinde benim kitabım vardı. Yolculardan biri arkadaşımın elindeki kitaba bakıp duruyor. Genç biri. Fatih (27). Bu Fatih (27), bir süre sonra durup kitabın ismini gösterip “Bunu okumak bile insanı dinden çıkarttırır!” dedi. Nasıl fetva ama? Ben pek konuşmadım, ‘çıkarttırır’a takıldım kaldım. Arkadaşlarım bir şeyler anlatmaya falan çalıştılar ama nafile... Niçin öğretmen olduğum sorusunun cevabını bir kez daha verdim orada kendi kendime.

Haberin Devamı

ÖYKÜCÜNÜN KAFASI KARIŞIK OLMALI

*  Kitaba dönecek olursak... Yine ‘Hörgüç’te “Bir öykücünün kafası hep karışık olmalı, yazısı da öyle” diyor yazar. Bu kitaptaki öyküler peki, onlar kafası karışık bir yazarın kaleminden mi çıktı? O yüzden mi karışık?
- Hörgüç öykümde bunu söyleyen içyazara katılıyorum. Şıp demiş burnumdan düşmüş. Öykücünün kafası karışık olmalı. Düşünen, yazan herkesin kafası karışık olmalı bence. Karışık kafalar iyidir; durağanlığı sevmezler. Hayatın kendisi de karışık değil mi zaten?
*  “Şu kitabı okumadan kalemi alma şu kitap var ya şu kitaaappp oooo okuyup ezberlemedikçe sakın kurgu murgu burgu yapayım deme” diye iğneleyici bir ifade var kitapta. Bu bir eleştiri mi? Yazabilmek için illa ki okunması gereken kitaplar var mıdır? Ya da yazmak için çok okumaya gerek var mıdır? Yoksa bunlar sadece safsata mı?
- Okunmadan öykü yazılmaz, evet. Tıpkı su içmeden, yemek yemeden, uyumadan öykü yazılamayacağı gibi. Okumak, yazmak için temel ihtiyaçtır, demeye getirmiyorum. Bu zaten milyon kez söylendi, doğrudur da. Ama devamlılık açısından söylüyorum ben bunları. Hepimiz burnumuzu siliyoruz, hepimiz tuvalete giriyoruz. Bütün bunlar lazım, öykü yazmak için. Burnunu hakkıyla silemeyen bir adamın iyi öyküler yazabileceğine inanmıyorum. İyi öyküler yazabilmek için önce hayatta kalmak, hayatta olmak lazım, değil mi?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!