“Kimseye borcum var mı?”

Güncelleme Tarihi:

“Kimseye borcum var mı”
Oluşturulma Tarihi: Şubat 09, 2013 16:13

Mehtap Ar’la bu röportajı 7 Şubat’ta yaptık. Yani Aysel Gürel’in doğum gününde...

Haberin Devamı

Aysel, bu ülkenin hafızasında yer etmiş özel isimlerden biri. Kimileri için bir çılgın, kimileri için deli ama hemen herkes gelmiş geçmiş en iyi şarkı sözü yazarlarından biri olduğu konusunda hemfikir. Aysel, her şeyden önce hayatını iki kızına; Müjde ve Mehtap’a adamış bir anne...
17 Şubat, bu fenomen kadının ölüm yıldönümü. Kızları ‘ölüm’ kelimesini kullanmıyor, onun bir yolculuğa çıktığını söylüyorlar. Mehtap da röportajımızda bu yolculuğun son günlerini, Aysel’in son sözlerini anlattı. Ve o güzelim ‘annenin’ çocuklarını yetiştirmek için verdiği amansız mücadeleyi...

Mehtap ve Müjde Ar’ın çatlaklığı anneden mi?         

- Bu aslında bir savunma mekanizması. Sözünü esirgemeden konuştuğun zaman fazla üzerine gelmiyor insanlar. Ama madem ki “çatlaklık” diyorsun, bu sadece annede yok.

Dahası da mı var?

- Hani “Delilikle dahilik arasında ince bir çizgi vardır” derler ya, bizim aile de o misal. Annemden 20 yaş büyük deli bir teyzemiz vardı, asıl onu tanıyacaktın sen. Yüksek fizikçi ve matematikçiydi. Araştırmadım ama geriye gidersek belki raporlu deliler bile vardır sülalede.

Aysel gerçekten lakabı gibi deli miydi?

- Ertem (Eğilmez) Abi ile ablam bir ara Aysel’i “Raporluk durumu var mı?” diye doktora götürmüşler. Teşhis şu: Fartı zekadan mütevellid bir ruhaleti ezcümle deha. Yani fazla zeki.

Deli dedik, dahi çıktı...

- Ama dışarıdan bakıldığında anlaşılmaz bu. Mesela dedem eski askeri savcı Ali Rıza Gürel... Trabzon’a tayini çıktığında komşular, adet olduğu üzere tepsilerle yemekler gönderiyorlar. Dedem de “Ulan siz Ali Rıza’ya rüşvet mi veriyorsunuz?” diye hepsini camdan fırlatıyor. Böyle evden, böyle babadan kimin çıkmasını bekliyorsun? Aysel çıkıyor tabii ki.

Peki Aysel bu evden çıkıp İstanbul’a nasıl geldi?

- 1947 yılında liseyi bitirince annemi üniversiteye gitmesi için Trabzon’dan bir gemiye koyuyorlar, üç gün sonra Karaköy’de dayım karşılıyor onu. Tutuyor elinden, doğru hukuk fakültesine götürüyor. Ama tutturuyor bizimki “Ben hukuk değil, edebiyat okuyacağım” diye.

Kim hayır diyebilir ki, adı Aysel...

- O günlerde üniversitelere sınavsız girilebiliyor. Annem, edebiyat fakültesine kaydoluyor. Hocaları da Yahya Kemal, Halide Edip gibi ustalar... Ardından Muhsin Ertuğrul’un talebesi olarak Şehir Tiyatroları’nda çalışmaya başlıyor.

BENİ DOĞURMAK İSTEMEMİŞ

Peki peder beyle nasıl tanışmışlar?

- Babamız gazeteci Vedat Akın. Tanıştıkları gece bizimki bir şişe bira içip kafayı bulmuş, sonra da “Ben kötü kadın oldum, benimle evlenir misin?” diye sarılmış babama. Öylece evlenmişler.

Bir birayla kötü kadın mı olunurmuş?

- Annem hiç içki içmemiş ki... İstanbul’a okumaya gönderilince Trabzon’da “Ali Rıza’nın kızı kötü yola düştü” diye dedikodular çıkmış. O yüzden bunu takıntı yapıp hayatı boyunca namusumuza laf gelmesin diye için çok uğraştı.

Hem böyle diyor hem de sizi İstanbul’un göbeğinde babasız bırakıyor...

- Babamı bize hep kötüledi ama yine de onu hiç suçlamadım. Çünkü bana hamileyken öyle bir ihanete uğramış ki, beni doğurmak bile istememiş.

Daha doğmadan başlamış Mehtap’ın dertleri...

- O yüzden hayatı bu kadar çok seviyorum. Babam evlenirken anneme “Ben ancak dört gün eve gelir, üç gün de gazetede yatarım” demiş. Kadıncağız inanmış tabii. Ablamın hastalandığı bir gece annem koşarak gazeteye gitmiş. Oradakiler “Hanım sen manyak mısın? Bu saatte ne Vedat’ı? O çoktan evine gitmiştir” demişler. Aysel de çaresiz çıkmış dışarıya, bir bakmış ki babam elinde filelerle yolda!

Zehir hafiye de takipte...

- Olmaz mı? Önce eve gidiyor zannediyor ama babam iki cadde aşağıda başka bir evin önünde duruyor, kapıyı çalıyor. Kucağında çocukla bir kadın karşılıyor babamı. Şoku düşünebiliyor musun? Meğer onca zaman iki evi birden idare ediyormuş adam.

İyi ki annenin karnındasın da hiçbir şeyden haberin yok...

- Öyle de anneannem çok ısrar etmeseydi aldıracakmış beni. Boşanmak için mahkemeye gidince de hakim “Çocuğunu doğur da öyle gel kızım” demiş. Ben 3, ablam 5 yaşındayken boşanabilmişler ancak. Ondan sonra da sefalet günleri başladı zaten...

BABAMIZIN KAPISINDA “AÇIZ” DİYE BAĞIRDIK

Neden? Baban size bakmadı mı?

- Ne bakması, nafakayı bile ödemezdi. Her gün annem elimizden tutar, Balat Karakolu’na götürürdü bizi. “Açız” diyor Aysel, “O zaman gidip kocandan kendin al parayı” diye cevap veriyor polisler. Babamsa çok lüks, kocaman bir evde yaşıyor. Bir gün annem o evin önüne götürdü bizi, “Açız, bize hakkımızı ver diye bağırın” dedi. Biz de avazımız çıktığı kadar bağırmaya başladık.

Adam da dayanamamıştır herhalde...

- Onun umurunda bile değildi. Eşi camı açtı, rezalet çıkmasın diye 5 lira attı aşağıya. O para da elektrik tellerine takılıp kalmaz mı? Biz hâlâ bağırıp çağırıyoruz ama ikinci 5’lik gelmedi. (Gülüyor) Döndük eve o yağmurda kös kös... Allah’a şükür babamın beş kuruşu geçmedi boğazımdan.

Hiç görmedin mi babanı?

- Yok, sadece 18 yaşına gelince bir kere aradık ablamla. Telefonu açar açmaz “Benim sizin gibi kızlarım yok” dedi, hemen kapattık.

Kırmıştır Aysel kafanızı bunu öğrenince...

- “Sen yıllarca onu bize kötüledin. Biz bir de onu dinlemek istedik” deyince annem bir şey yapmadı. Belki öbür çocuklarına böyle davranmamıştır ama biz babalığını hiç göremedik. Benim için sadece annemin kocasıydı o. Ablam ise kötü günlerinde destek olmuştu babama.

ABLAMLA PASLI ÇİVİLERİ TOPLAYIP SATARDIK

Aysel geceleri tiyatroya gittiğinde kim bakardı size?

- Mahalleli...

Anlamadım?

- O zaman baştan anlatayım. Dedem Trabzon’dan gelince Karagümrük’teki evi yapmış. O ölünce biz darmadağın olduk. Annem alt katı kiraya verdi. Kesire Hanım ve dört çocuğuyla beraber büyüdük. Annem bizi onlara emanet edip her gece tiyatroya giderdi. O zaman bir mahalle kültürü vardı, evlerde kilit filan bulunmaz, ipi çekince girerdin içeriye. Bütün evler bizimdi anlayacağın.

Geceleri tek başınıza evde kalmak korkutmuyor muydu sizi?

- Hem de nasıl... Gitmesin diye ayaklarına sarılırdık, çünkü bizi terk edeceğinden korkardık. Döndüğü zaman biz uyurken yastığımızın altına birer gofret koyardı. Sabah kalkınca onları görür, sevinir, bırakıp gitmediğini anlardık. Ama Münir Abi (Özkul) ile turneye çıktığında çok özlerdik Aysel’i.

Götürmüyor muydu sizi turnelere?

- Biraz büyüdüğümüz zaman peşine takılmaya başladık zaten. Bizimkiler paralarını alamazlar, birkaç kap yemek pişer, küçük büyük hepimiz aynı kaba kaşık sallardık. Kaldığımız oteller de inanılmaz pis...

Gitmeniz mi, gitmemeniz mi daha iyi çözemedim...

- Gitmediğimiz zaman da çok özlerdik birbirimizi. Zaten vicdanı rahatlasın diye turnedeyken “Güllerim Soldu” şarkısını yazmıştı bizim için.

Gerçekten Aysel’in güllerini solduracak kadar zor muydu hayat?

- Hem de nasıl... Atikali’de bir doğrama atölyesi vardı, orada yerlere saçılan paslı çivileri harçlık olsun diye ablamla toplayıp satardık. Pazar günleri de Beyazıt’ta bitpazarı kurulurdu. Modası geçmiş eşyalar satarlardı. Daha ucuz olduğu için aynı renk, aynı beden üç manto alırdı annemiz. Üçümüz de onlarla dolaşırdık. Bir de bayramları hiç sevmezdim.

ANNEM BATTANİYELERİ KESİP BİZE BAYRAMLIK ELBİSE YAPTI

Niye, bayramlık alınmıyor diye mi?

- Aysel bir keresinde yine çıkardı Singer dikiş makinesini, evdeki battaniyeleri kesip iki elbise dikti, “Alın, bayramlıklarınız” dedi. Kendi ayakkabılarının önüne de battaniye parçalarını sıkıştırıp ayaklarımıza uydurdu. Ablam da çok çelimsiz bir çocuktu. Yürürken battaniye ağır gelir, ikide bir düşerdi.

Düşerken bile kesin artist gibidir Müjde!

- (Gülüyor) Ablam hep artist olmak istedi, ben de eczacı...

Neden eczacı olmak istiyordun?

- Ortaokuldayken ablamın apandisiti patladı, neredeyse ölecekti. Mahalleli zar zor hastaneye yetiştirdi. Fakir kağıdıyla son anda ameliyata alındı ablam. O gece annemle beni hastaneden dışarı attılar. İstinye’de bir balıkçı sandalında sabahladık. “İlaç alamıyoruz, hastalanıyoruz, bu sefaleti çekiyoruz, eczanem olsa bir sürü ilacımız olurdu” diye düşünüşüm çocuk aklımla.

Yaramaz mıydınız peki?

- (Gülüyor) Çocuk olunur da yaramaz olunmaz mı? Mesela yiyecek ekmeğimiz yok, biz sinemaya gideceğiz diye tuttururduk. Annem de yağmur yağacak diye bizi kandırırdı. Çok ısrar edince “Çamaşırları yıkarsanız gideriz” derdi. Biz de ablamla çamaşırları leğene batırıp çıkarır, asardık. Ne çitileme ne bir şey.

Ama sinemaya giderdiniz sonunda...

- Giderdik ama annemin her yağacak dediği gün film başlar başlamaz yağmur yağardı. Dönüş yolunda “Demedim mi ben size?” diye söylenip dövmeye başlardı.

MÜJDE’Yİ ROMAN ZANNEDİP BAHŞİŞ VERİRLERDİ

Çok döver miydi Aysel?

- Ohooo... 6-7 yaşlarındayken ‘5 şarkı 25 kuruşçu’ların, Roman vatandaşlarımızın peşine takılırdı ablam. Onlarla göbek ata ata Draman’a kadar giderdi. Ablam kara kuru bir kızdı, onların çocuğu zannedip bahşiş verirlerdi. Aysel de bunu öğrenince bastı tokadı!

Özel bir dövüş tekniği var mıydı?

- Odunla dirseğe vururdu ama çok değişik bir ceza sistemi vardı. Ben bir halt etsem dayağı ablam yerdi, ablam bir hata yapsa ben.

“Müjde sana vuruyorum, Mehtap sen anla” taktiği...

- Aynen, hem başına ne gelebileceğini görüyorsun hem de karşındaki suçsuz yere dayak yiyince vicdan azabı çekiyorsun. Çok acayip kadındı canım.

Gerçekten acayipmiş...

- Dedemden üç ayda bir 91 lira emekli maaşı geliyordu, üç günde bitiriyordu. Sonra yaz deftere bakkal Adil Amca. Maaş günü gelince bütün parayı yine borca yatırıyoruz, elde avuçta kalanla da pastırma, kaşar, lüks ne varsa alıp bir günde yiyoruz.

Para suyunu çekince...

- O zaman komşulara müracaat. Yemekten bir saat önce gideriz. Nasılsa sofraya davet edecekler. Aysel sıkı sıkı tembihlemiş bizi, “Masaya çağırdıklarında ilk iki sefer tokuz diyeceksiniz” diye, çünkü hemen evet dersek arsız ve aç derlermiş. Ama üçüncüsünde...

Hurra sofraya...

- Tabii ama komşular bilmez mi aç olduğumuzu? Zaten her gün birlikte yaşıyoruz. Ziyaret bahane, maksat karın doyurma. Evde yemek yoktu ama kitaptan geçilmiyordu.

Aysel’in, Müjde’yi kemerle su saatine bağlayarak zorla “Karamazov Kardeşler”i okuttuğu doğru mu?

- Valla hatırlamıyorum ama ablam söylüyorsa doğrudur. Müjde çok zeki ve çalışkandı. Annem geceleri “Yeter artık” diye ışığı kapatır ama o, Aysel uyur uyumaz yine kalkıp ders çalışırdı. Hacettepe’yi kazandı, parasızlıktan gidemedi. 

DİSKOTEKTE BİZİM YERİMİZE ANNEMİZİ DANSA KALDIRMAZLAR MI?

Sizin gibi güzel kızlardan dolayı Aysel’in başı çok ağrımıştır.

- Müjde ile ikimiz çok kokoştuk. O yıllarda Fatih piyasa yapma yeri, bugünün Nişantaşı, Bağdat Caddesi. Annemle yürümeye çıktık. Nasıl da süslenmişiz... Adamın biri gelip demez mi “Vallahi anası kızlarından daha güzel”!

Aysel de hemen havaya girmiştir...

- Ama biz bozulduk. “Yürü eve gidiyoruz” dedik, bir daha da annemle çıkmadık. Her şeyi o öğretti bize. Mesela o zamanlar diskotekler var, biz hiç bilmiyoruz. Okuldan kızlar kaçıp kaçıp gidiyorlarmış; annem de gizli gitmeyelim diye alıp bizi oraya kendi götürdü.

Kendi eliyle sizi kurtlara mı teslim etti yani?

- (Gülüyor) Bizi mi, kendini mi belli değil... Hydromel’e, cumartesi matinesine gittik. Her yer karanlık, ışıklar yanıp sönüyor. Biri gelip annemi dansa kaldırmaz mı? Bize bakan eden yok. O gün bugündür bir daha gitmedim diskoteğe.

Demin dedin ki hiç içki içmedi Aysel. Nasıl bir kafayla “Meyhaneye Gömün Beni” diye şarkı yapıyor?

- Bak bu çok güzel bir konu. Hiç içmedi, o şarkıyı yazdı. Kimseye sitem etmedi, “Bu yalnızca sitem” diye sözü var. İçki meselesine gelince... Teoman (Alpay) abi çok içtiği için herhalde kendini onun yerine koyup yazıyordu. Çok aşıktı ona...

SAMANYOLU ŞARKISININ SÖZLERİ AYSEL’İNDİ

En büyük aşkı o muydu?

- Babamdan sonra yaşadığı en büyük aşk oymuş. Teoman Abi büyük besteciydi. Fatih’te oturduğumuz evde sarmaşık güllerinin arasında yazıldı “Samanyolu” şarkısı. Sözleri de annemindir biliyor musun?

Samanyolu’nun bestesi Metin Bükey’e, sözü Teoman Alpay’a ait değil mi?

- Teoman Abi çok iyi bir udidir ama söz yazmak başka bir yetenek. Besteyi o yapmış, sözleri Aysel yazmış. Teoman Abi de içki masasında bir duble rakı karşılığında şarkıyı Metin Bükey’e satmış. Zaten “Sarmaşık Gülleri”ni de anacığım yazmıştı.

İlham gelince ne yapardı Aysel?

- “İlham diye bir şey yoktur, ilham benim, o ilhamı yakalarsam çok kötü yaparım” derdi. Normal insanlar gibi yaşamazdı. Tek kötü alışkanlığı sigaraydı. Zaten yolculuk nedeni de o oldu.

Nasıl öğrendin hastalığını?

- Ablam benden ancak dört gün saklayabildi. Zaten hastaneye kaldırıldığında kanserin terminal dönemindeydi. Yani iş işten geçmiş. “Ya abla bu kadar zaman gece gündüz çalıştık, tam paramız var artık rahat edecek Aysel derken neden rabbim annemi şimdi alıyor?” dedim ablama.

Müjde’nin cevabı ne oldu?

- “Ben bunları hiç duymamış olayım. Para zaten bugünler için var, eğer olmasaydı annemiz şimdiki gibi lüks bir biçimde değil, inleye inleye çıkardı yolculuğa” dedi.

AYSEL’E “VEREM OLDUN” DEDİK “AŞK KADININA O YAKIŞIR” DEDİ

Annen de isyan etti mi?

- Bırak isyanı hastanede bir gün bile yaşadıklarına itiraz etmedi. Bir kere “Ağrım var, sancım var” demedi. Ciğerlerinde korkunç bir kanama vardı; ağzından kan gelince ablamla “Verem oldun” dedik. O da “Zaten ben aşk kadınıyım, bana verem yakışır” dedi.

Kanser olduğundan haberi yok muydu?

- Hayır. Biz ona kanser olduğunu hiç söylemedik. İki ay 10 gün boyunca karşılıklı oynadık. Çünkü bronkoskopiye giderken doktora dedi ki; “Eğer bende o hastalık varsa katiyen söylemeyin. O hastalığı kendime yakıştırmam.”

Peki hiç anlamadı mı?

- Anlamaz mı insan? Radyoskopi, kemoterapi yazıyor kapıların üzerinde. Bize ufak tefek zarflar atıyordu ama hiçbir şey söylemedik. Zaten bir kere kemoterapi yapıldı, bütün sırtını yaktılar, bir daha da ayağa kalkamadı anacığım.

AYSEL’İN SON SÖZLERİ

Son sözleri ne oldu?

- Yolculuğa çıkmadan iki gün önce ablama “Kimseye borcum var mı?” diye sormuş. Hak yemek onun en büyük korkusuydu. Pazara da gitmeye bayılırdı. O gün ona bir şeyler almak için gittim ama kar yüzünden pazar kurulmamış. Odaya döndüğümde bana “Ben pazara çıkıp, alışveriş yapamayacaksam yaşamak istemem” dedi. “Manyak mısın anne tabii ki çıkacaksın?” dedim.

O gece mi vefat etti?

- Hayır, ertesi sabah usulca odasına girdim, baktım nefes alıp veriyor. Ablam günlerdir eve gitmemiş, “Bir gidip geleyim” dedi. Müjde güçlü görünür ama çok duygusaldır. Bense böyle şeylere hiç dayanamam, hemen yıkılırım. Hayat bir tiyatro işte, orada roller değişti.

Yalnız mı kaldın hastanede?

- Oğlum Söz de benimle birlikteydi. Bu arada nasıl bir kar yağıyor anlatamam. Bir süre sonra terlemeye başladı annem. Hemen ablamı aradım, hâlâ evdeymiş. “Ne olur gel abla” dedim. “Geliyorum hemen” dedi.

Hissettin mi?

- Galiba... Ben o güne kadar kimseyi kaybetmemişim, ne yapacağımı bilmiyorum; müthiş bir paniğe kapıldım. Annem boncuk bocuk terliyor, nabız artmış. Tekrar aradım Müjde’yi, “Yoldayım geliyorum” diyor. Ben “Bir doktor bulun bana” diye hastanede koşturuyorum. “Kar yağıyor, doktoru nereden bulalım?” diyorlar. Sanki Kapalıçarşı’dayım. Hastanedeyim ulan.

Neredeymiş doktorlar?

- Ne bileyim! En sonunda bir doktor geldi, hemşireyle bakıştılar. “Ne oluyor söyle doktor” diye yalvarıyorum. Adam eliyle anneme kalp masajı yapmak üzereyken ittim elini; “Bırak” diye bağırdım, “hiç elleme”!

Doktorun işine ne karışıyorsun ki?

- Bilmem ki panik işte. Tam o sırada kalbin bağlı olduğu aletteki sayılar inmeye başladı. 80, 70, 60... Annem bir kere gözünü açtı, sonra başı yavaşça düştü; ruhunu teslim etti. Yere yığılıp kalmışım.

Söz nerede bu sırada?

- O da odada, çocuğun halini görünce koşup sarılmak istedim. Hamle yapıyorum bırakmıyorlar, anneme sarılacağımı sanıyorlar. Oysa oğluma da bir şey olursa diye garip bir koruma içgüdüsü içindeyim. Tamamen kendimi kaybetmişim. 10’uncu kattan öyle bir çığlık atmışım ki, lobidekiler bile Aysel’i kaybettiğimizi anlamış.

Müjde yok mu?

- O da gelmek üzereymiş. Bir daha aradım, sesimden anlamıştı; “Gitti mi?” dedi. “Evet” dedim. Herkes çıktı odadan, sadece eniştem, ablam, oğlum ve ben annemle baş başa kaldık. Müjde mantosunu çıkarıp Aysel’in koynuna girdi. Her yerini öptük; “Annemiz olduğun için teşekkür ederiz. Hiç merak etme bizi yetiştirdiğin gibi yolumuza devam edeceğiz” dedik. (Ağlamaya başlıyor)

SEZEN’İMDEN ALLAH RAZI OLSUN

Gel biraz da tatlı taraflarını analım Aysel’in...

- Son dakikaya kadar tatlıydı anacığım. Mesela hastanede Hüseyin adında 20 yaşında genç, yakışıklı bir hastabakıcı vardı. Erkek olduğu için hemşire değil, hemşir derdik. İlaç yutmadığı zaman çocuğu çağırıp “Bak Hemşir Hüseyin ilaçlarını vermeye geldi” diyorduk. Onu görünce yarı komadayken bile cilveli bir şekilde ağzını açıyordu. Zaten 10 gün öncesinde manikür, pedikür yaptırdık, saçlarını boyattık. Rujunu da hiç ihmal etmedi.

Şansı hep yakışıklılardan yanaymış.

- Gençleri severdi rahmetli. Duasını okuyan İbrahim Hoca da genç ve yakışıklı çıkınca Müjde “Ulan Aysel bu hocayı da sen ayarlamışsındır” diye espri yapmıştı. Şaka bir yana, Halil İbrahim Hocamız çok değerli bir din adamıdır. Her yıl Aysel’i anarken o gelir. Bu yıl da 17 Şubat’ta saat 11.00’de Zincirlikuyu’da dualarla anacağız onu.

Kimler vardı annenin yanında son günlerinde?

- Sezen’im... Allah razı olsun ondan. Bir de Ayla Çelik. İki ay 10 gün boyunca hastanede annemi bir an olsun yalnız bırakmadı. Zaten Aysel ona el verdi. Önü çok açık, eğitimli bir kız. Asıl komiği, cenazede bir gazeteci “Serdar Ortaç niye yok?” dedi... Ben anamı uğurluyorum, o bana ne soruyor! “İyi ki de gelmemiş” dedim. Zaten anlatıldığı gibi aşk filan yoktu aralarında. O işin şov tarafıydı.

Peki söylendiği gibi annenden trilyonlar kaldı mı size?

- Kimseye yük olmamak için yolculuğa çıkmadan 10 gün önce reklam filmi çekmişti. Oturduğum evi o almıştı. Hesabında da 270 bin lira vardı.
Hep kendinden bahsediyorsun, Müjde’ye ne kaldı?
- Ablam paranın 5 kuruşuna bile dokunmadı. Bütün telif haklarını da bana bıraktı.

Haberin Devamı

HER EVE BİR ERCAN KARAKAŞ LAZIM

Annenin yolculuğu seninle Müjde’yi yakınlaştırdı mı?

- Müjde hâlâ haftada üç gün annemi hatırlayıp ağlıyor. Ben de geçen gün rüyamda gördüm, “Allah’ım hiç uyanmayayım” diye dua ettim... Ama söylediğin doğru, annem gittikten sonra ablamı onun yerine koydum. Müjde’ye sormadan hiçbir şey yapmam. Ablam eskiden çok dediği dedik kuralcı ve katıydı.

Sezen bile korkarmış Müjde’den.

- Hepimiz korkardık. Ama buna hiç gerek yokmuş. Annemin ölümünden sonra fark ettim ki o çok narin, duygusal ve çabuk kırılan bir insan... Şimdi yaşamımda ablam, oğlum ve eniştem dışında kimseye ihtiyacım yok. Ercan eniştem muhteşem bir insan. Oğlum ona baba der. Her eve bir Ercan Karakaş lazım.

Haberin Devamı

YAŞLANDIKÇA DAHA ÇOK BENZİYORUM ONA

Kim benzedi Aysel’e daha çok, sen mi ablan mı?

- Birikim ve donanım olarak kimse ona yetişemez ama insan ilişkileri, yaşam tarzımızla ikimiz de aynıyız. Ne de olsa onun kızıyız. Ama bende de Aysel gibi kuruntular başladı. Söz’ü gecenin bir yarısı arayıp “Oğlum gazı kapattın mı” diye sorup duruyorum. Galiba yaşlandıkça daha çok benziyorum anama.

TARKAN’DAN BİR ŞEY İSTEMEDİK AMA TELİF HAKKINI ÖDEDİ

Telif hakları deyince, Tarkan annenin evinde peçetede bulduğu “Sevdanın Son Vuruşu” sözleri için telif ödedi mi?

- Biz kendisinden hiçbir şey istemedik. Hatta ben “Hediyemiz olsun, annemiz mutlu olur” dedim Tarkan’a. Ama hemen sonra menajeri aradı, para yatırmak için hesap numaramı istedi. İstese “kendim yazdım” der, annemin ismini bile koymazdı. İşte bunun için Allah da onun yolunu hep aydınlık tutuyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!