Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum

Güncelleme Tarihi:

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum
Oluşturulma Tarihi: Ocak 08, 2015 14:11

İideolojisiyle değil de sanatıyla ön plana çıkan, sanatçı Nurettin Rençber ile yeni albümü ‘Sessiz Nehir’i, öğretmenlik ve müzik hayatı başta olmak üzere birçok konuyu konuştuk.

Haberin Devamı

- Öncelikle merhaba Nurettin Bey. Albümünüzün dinleyeni bol olsun . İlk olarak albümüzden başlayalım isterseniz. Albümününüz yapım aşaması, başlayış hikayesi, bunun üzerinden biraz konuşalım.

Ben genelde albümlerimi yapmadan önce şarkılarımı yapıyorum. Yani; şarkılarımı, repertuvarımı tamamlıyorum. Sadece şarkıları değil, çünkü yaptığım eserleri ben de isimlendiremiyorum. Eserleri bitiriyorum ardından aranjör ile konuşup neler yapacaklarımızı belirledikten sonra yapımcı ile görüşme aşaması geliyor gündeme. Biz Ufuk bey ile daha önce de birkaç işte beraber çalışmıştık. Hem albüm olarak çalışmıştım hem de karma albümlerinde konuk sanatçı olarak katılmıştım. Oradan da bir tanışıklığımız vardı. Bu iş ile ilgili Ufuk bey ile konuştuk ve sıcak baktığını belirtti. Repertuvarı dinledi ve beğendi. O da beğendikten sonra aranjör ile tekrar görüştü, ayrıntıları konuştuktan sonra işi onlara verdik. Böylelikle çalışmamız başlamış oldu. Stüdyo Aleka'da yaptık. Bütün düzenlemeleri, aranjeleri, Ali Ekber Kayış yaptı. Değerli müzisyen arkadaşlarımız katıldı. İsmail Soyberk başlarda bize yardımcı oldu. Cem Yıldız ve hatta Ersin Korkut da geldi. İyi ıslık çalıyormuş kendisi. Bir şarkımızda bize eşlik etti. Diğer sanatçı arkadaşlarımız da sağ olsunlar, destek oldular ve 6 aylık bir süreç boyunca stüdyoda çalışarak bu albümü yaptık.

Haberin Devamı

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum


- Siz aynı zamanda felsefe öğretmenisiniz. Peki sizi müziğe başlatan şey ne oldu?

Müzik sektörü ile tanışmam 1991'lı yıllara dayanıyor ama bu müzikle tanıştığım ilk yıllar değil. İlk albümümü 31 yaşında "Dağ Türküleri ve Deniz Şarkıları" ile yaptım. Ondan önce müzik ile tanışıklığım 1977'de bağlama ile oldu ama ondan önce de tanışıklığım vardı. Şöyle ki; insan hayatı içinde tanışır müzikle. Çok görgülü kültürlü bir aile ortamında büyüyor ise erken yaşlarda tiyatroyla bile tanışabilirsin. Keza sinema ile çocuk yaşlarımda tanışmıştım. Bu tanışıklığım ise yazlık sinemalar aracılığı ile olmuştu.

Müzik; düğünlerde, balık tutarken, yürürken, bir yerde oturup dinlenirken, üç beş arkadaş ile muhabbet ederken birileri türkü söyler dinlersiniz, hoşunuza gider ve "Ben de yapabilir miyim?" diye denersiniz. - Bir de o dönemlerde gerek Halk Müziği olsun gerek diğer alanlarda olsun sanatçıların kasetleri çıkıyordu. Onları dinliyorduk, öykünüyorduk, söylüyorduk gençlik yıllarımızda. Ondan da önce Yunus'un ilahilerini çocukken okumayı seviyordum. - Hayatın içinde müzikle tanışmak olağan bir şey.

Beni müziğe iten etkenler ise; Mahallemizde güzel türkü söyleyen arkadaşlarım vardı, öncelikle onlardan çok etkileniyordum. O arkadaşlarıma öykündüm. Yani, "Madem onlar söyleyebiliyor, ben de söyleyebilirim" dedim. Daha sonra sanatçılardan çıkan albümleri ve radyolarda çalan türküleri dinliyorsunuz. Dinlediğiniz türküler sizi etkiliyor ve o türküleri ezberlemeye ve söylemeye başlıyorsunuz.

Haberin Devamı

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum


- Doğup büyüdüğünüz coğrafya Türk, Kürt ve Arap kültürlerini bünyesinde barındırıyor. Bu çeşitlilik nasıl yansıdı müziğinize?


Çocukluk yıllarımın çoğu Mersın'de geçti. Mahallemizde çok etnik kültürel zenginlik vardı. Araplar, Hristiyanlar, Sünniler, Kürtler, Türkler, Sivaslı Türkmenler, Hristiyan Araplar, Alevi Araplar vardı. Sivasli Türkmenlerden Alevi Bektaş kültürünü öğrendim mesela. Alevi Bektaş deyişlerini onlardan öğrendim ve hala söylüyorum. Türkü kültürüm biraz öyle oluştu. Türkü kültürünüzün gelişmesi doğal olarak hayattaki temaslarınızla ilgili bir şey. Yani, Kırşehir diye bir yerde öğretmenlik yaparsınız da oranın türkülerinden etkilenmemek gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Bütün bu birikimler üst üste geldiği vakit bir şeyler yapmaya başlıyorsunuz.

- Doğulu bir çocuk olarak Mersin'de büyümenin zorlukları var mıydı?

Çok zordu ama bir trajedi değildi. Aynı zamanda zevkliydi. O dönemde insanlar arasında bugünkü ayrışma da yoktu. Türkler, Kürtler ve Arap Aleviler hep beraberdik. Mahalledeki kadınlar gündüz kavga eder akşam birbirlerine örgü motifleri gösterirdi! Liseyi Mersin'de bitirdikten sonra babamın, bekçiliğini yaptığı bez fabrikasında çalışmaya başladım.

TRABZON BENİM İLK GÖZ AĞRIMDIR

- Belirli bir süre Trabzon'da da yaşamıştınız. Trabzon'da nasıl bir etkileşim yaşadınız?

Trabzon benim ilk göz ağrımdır. 1987'li yıllarda Tonya'da öğretmenlik yaptım. İlk atanma yerim burasıydı ve 4 sene kadar kaldım. Orada Karadeniz kültürü ve 'kemençe' ile tanıştım. Daha önce kemençeyi hiçbir yerde dinlememiştim. Tabii dinlemiştim de bu kadar iç içe olmak bambaşka bir şey. Yaylada arkadaşlar ile otururken, piknik yaparken, birisinin kemençesini çıkartıp o yaylaların havasını kemençede dinlemek benim için apayrı bir zevkti. Oradaki insanlar yapay bir şekilde değil de direkt konuştukları şekilde Türkü söylemeleri çok güzel. Aslında doğru olan da bu şekilde söylemektir. Söyledikleri türküdeki kelimelerin ne anlama geldiklerini, türkülerin oradaki coğrafi koşullarla nasıl bir ilişki içinde olduğunu anlıyorsunuz. Acı bir bitkiden bahsediyorlardı 'Levor' diye. Yenilecek türden bir bitki değil. Adam sevdiği kadına 'Baldan tatlıymış bahçenizin levorları' diye türkü yapmış. Yani acı bir bitkiyi, sevdası ile, baldan tatlı bir hale getiriyor. Levor'un ne olduğunu bilmezseniz, o kelimeyi İstanbul'dan dinleyerek anlayamazsınız, haliyle türkünün içine giremezsiniz. Bu her coğrafya için geçerli bir durumdur. Hangi bölgede yaşarsanız, ister istemez o bölgenin türkülerine daha çok giriyorsunuz. Ayrıca Tonya benim için Karadeniz yemek kültürünün doruk noktasıdır. Fasulye, mıhlama, karalahana dolması olsun hepsini çok severim. Lahana ve mısırdan başka bir şey yetişmiyor ama bu kadar sınırlı sayıdaki bitkiden bu kadar leziz şeylerin çıkması müthiş bir yaratıcılık örneğidir. Halk kültürünün nelere kadir olduğu görüyorsunuz. O yoksulluktan ne kadar büyük güzelliklerin çıktıklarını görüyorsunuz. Çok büyük bir mutlulukla ayrılmıştım Tonya'dan. Bu röportajı okuyan Tonyalılara da sevgilerimi iletiyorum buradan.

Haberin Devamı

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum


- Türkiye'de müzik kültürü; pop, arabesk, türkü gibi parçalara ayrılıyor. Size türkücü denilmesinden rahatsız olduğunuz oldu mu?

Rahatsız olmadım. Aslında tam bir tanım değil bu. Altını doldurmuyor. Kimisi özgün müzik diyor ki aslında bu isimlendirmenin de çok doğru olduğunu düşünmüyorum. İsterseniz bunu biraz daha açabilirim. Bir müzik türünü tanımlamak sanıldığı kadar kolay bir olay değil. Mesela eskiden "Pop müzik"in neler ile isimlendirildiğini ben size söyleyeyim; ilk çıktığı zamanlarda "Türkçe sözlü yabancı müzik" diye isimlendiriliyordu. Ardından "Aranjman" diye isimlendirilmeye başlandı. Sonraları "Hafif müzik" diye isimlendirildi. Hafif müzik de olmadı "Hafif Türk Müziği" dediler. Hafif Türk olmaz "Türk Hafif Müzik" olsun dediler. Oradan da geldi "Pop"a. Bu da Türkçe bir isimlendirme değil. İnanın belki ciddi bir müzik eleştirmeni bu işe kafa patlatsa, halk tarafından hemen benimsenecek bir ad bulsa ismi hemen değişir. Yani kolay değil isim bulmak. Son 30 yılda pop müziğine 6 - 7 isim verilmiş. Yeni doğan bir çocuğa isim verirseniz de müzik türlerine isim vermek o kadar kolay değil. Mesela "Özgün müzik" diyorlar. Özgünün kelime anlamı, nevi şahsına münhasır diye geçiyordu. Eskiler bunu böyle isimlendiriyordu. Yani şahsa özel. Şimdi bakalım, Aşık Veysel şahsa özel yapmıyor muydu yani? Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş, şahsa özel yorum yapmıyorlar mıydı? Baba - oğul Kırşehirli fakat ikisi de türküleri aynı şekilde söylemiyordu. Eğer özgün müzik, nevi şahsına münhasır bir müzikse, bunları en iyi Aşık Veysel, Muharrem Ertaş, Neşat Ertaş yaptı. O zaman özgün müzik, bir söylem tarzının adı olabilir. Müzik türünün adı olamaz diye düşünüyorum. Aynı şekilde "Çağdaş Halk Müziği"nde de çekincelerim var. Onun için isimlendirmeyi çok doğru bulmuyorum ama şöyle bir tanımlama yapabilirim ancak müziği ikiye ayırabilirim - ki benden önce de ustalar söylemiş bunu -; iyi müzik ve kötü müzik. Ben iyisini yapmaya çalışıyorum ama bu yaptığım her şeyin iyi olduğu anlamına gelmiyor.

Haberin Devamı

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum

"O AĞAÇ OLMADAN BESTE YAPAMAM"

- Sizin besteleriniz de var. Peki bestelerinizi yaparken belli bir ortam,belli bir saat arar mısınız? Beste yapacağınız zaman olmazsa olmazınız var mıdır?

Benim hayali bir ağacım var. O ağaç olmadan beste yapamam. Aslında beste yapmanın bir ilhamından bahsederiz. Bir ilham aşaması vardır, bir bilgi ve çalışma aşaması vardır. Bunun yanında bir yanılgı aşaması vardır. Bir de can sıkıntısı aşaması var. İnsan canı sıkılmadan hiçbir şey yapamaz. Bir şey yapabilmesi için canının sıkılması gerekiyor. Hani Newton'un yer çekimini bulma hikayesi vardır ya, bu büyük bir ihtimal söylence olsa dahi o kadar yerindeki insanın altında oturup, bir şeyler yapacağı ağacının olması lazım ve benim hayali bir ağacım var. O ağacın altına oturarak besteleri yapıyorum. Yürürken de o ağacın altındayım, ilham aşamasında melodi bulurken de o ağacın altındayım. Sözlerimi yazarken biraz ayrıldığım oluyor. Çünkü orada daha çok kitaplara sığındığım oluyor. Daha önce dinlediğim masallar, hikayeler, gerçek yaşam öyküleri, okuduğum kitaplar, edebiyatçılardan aldığım bilgiler ile kelime hazinemi genişletiyorum ve şarkı sözlerine dolguyu bu şekilde yapıyorum. Çünkü söz yazmak lazım. Ben genellikle sözleri kendim yazıyorum. Zaman zaman büyük şairlerin; Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmaz, Ahmet Telli, Ali Garip, Fikret Dikmen gibi şairlerden de şiirler bestelediğim oldu.

- Buraya gelmeden önce sizin bir şarkınızla ilgili ,kısa bir anket yaptım. Herkesin merak ettiği bir soru vardı akıllarda; "Aşk sana benzer" şarkısı, nasıl bir olay yaşadınız ki bu şarkıyı yazdınız? Çünkü bu şarkıya hemene hemen herkesin dilinde Kime sorsak en beğenilen şarkınız olarak bunu söylüyorlar? Bu şarkının hikayesi nedir? Bizimle paylaşır mısınız?

Her yaptığınız şarkının mutlak bir muhatabı yoktur. Öncelikle bunu söyleyeyim. Bundan 15 yıl önce yaşadığınız bir hikaye de size bugün bir cümle yazdırabilir. Burda aşkın muhatabını tanımlayamam, o cümlenin ortaya çıkış aşamalarını açıklayabilirim. Eski türküler vardır, "sevdiğin aya benzer güneşe benzer" diye türküler vardır. Öncelikle, sevdiğim aya benzemiyor; ay sevdiğime benziyor. Tersten söylemeyi doğru buldum. Sen aya benzer değil ay sana benzerden sonra kelimeler artık türemeye başlıyor; "Aşk sana benzer" çıkıyor. "Su sana benzer", "Söz sana benzer" çıkıyor. Bunları şarkının içine kurgulayarak yerleştiriyorsunuz. Melodisinin ortaya çıkışı; çalışarak, ilhamla gelen bir melodiyi öksüz bırakmıyorum, üzerinde çalışıyorum, farklı farklı bölümlerini yazıyorum onun üzerine de söz kurgusunu yazıyorum ve böylelikle eser ortaya çıkıyor. Ama şunu da söylemek gerekir ki; bazen yaptığınız bir şarkının mutlak bir muhatabı da olabiliyor.

Haberin Devamı

Nurettin Rençber: Öğretmenlikle müziği bir arada yürütüyorum

- Az önce büyük şairlerden bahsettiniz. İki soruyu tek seferde sormak istiyorum; mesleğinizin müziğinizi nasıl etkilediğinizi düşünüyorsunuz? Felsefe öğretmenisiniz ve bu iki işi aynı yapmak sizin için zor olmadı mı? Bırakmayı düşündünüz mü? Çünkü günümüzde bakıldığı zaman müzikle uğraşan bir kişi daha önce yapmış olduğu mesleği bırakıyor. Ayrıca okuduğunuz kitaplardan da bahsettiğiniz, bu okuduğunuz yazarlar ve kitaplar içinde sizi en çok etkileyen eser nelerdir?

Öncelikle şiirlerden başlayalım. Ben 2000 yılında öğretmenliği bırakmak zorunda kaldım, yani bitiremeden, dışarıdan ödemeler yaptım. Kimleri okuduğumdan ise, yabancı yazarları daha çok okuyorum. Eski klasik yazarlardan; Dostoyevski, Gogol ve Tolstoy okuyorum. Latin Amerika edebiyatından Blanco İbanez ve Gabriel Garcia Marquez. Yeni çıkan yazarlarımızdan da okuyorum; Emrah Serbes, Hakan Günday gibi yazarları okuyorum. Klasik yazarlarımızı saymaya gerek yok, Yaşar Kemal özellikle vazgeçilmezimdir. Ben iyi bir kitap okuyucusuyum. Mesela; Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam kitabı elime geçmişti, farkında olmadan bir arkadaşımın tavsiyesi ile almış olduğum bir kitaptı, Türk Edebiyatı'nın dönüm noktası olan adamı olduğunu orda keşfettim.

- Siz resmi sitenizden 3 tane şarkınızı, internet kullanıcıları ile paylaşmıştınız. Türkiye'de korsan yüzünden , albümler satmıyor, bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?


Ben teknoloji özürlü bir adamım, neyin hangi sonuçlara yol açacağını bilmem. İnterneti daha bu son cep telefonlarından bir tane aldım da girebiliyorum. Yoksa bu benim yaptığım şeyler değil. Benim yardımcılarım, arıyorlar bu şekilde yapacağız diye, ben de kararlarına hiç itiraz etmiyorum. Korsan konusu ise tabii ki şık bir şey değil ama insanları İsviçre koşullarında yaşatıyor musunuz da korsana karşısınız. Böyle bir soru da sormak lazım. Bu insanlar müzik dinlemesin mi yani? Çocuklar bana bir şey danışmadan yaparlar ki bilirler benim hayata nasıl baktığımız. Yani bu konuda niye böyle yaptınız diye çıkışta bulunmayacağımı bilirler. Kendi kafalarına göre yapmışlar bir şey ve iyi de yapmışlar. Ama bu sözlerim korsanı desteklediğim anlamına gelmez. İnsanlar bir şeyler uğraştıkları zaman yapıyorlar. Baktığınız zaman büyük şirketlerin, uluslararası tekellerin hangisi korsan değil ki?

- Şarkılarınızda bir hüzün havası hakim, çok da yanık bir sesiniz var. Herkesin ortak paydası bu. Neden bu kadar yanık türküler yapıyorsunuz? Çünkü yorumlara baktığımda çoğunlukla söylenen şey; "Bu adamı dinleyip de içmemek elde değil."

Bu yorumlar güzel bir şey. Şunu söyleyeyim ki; her sanatçının hayata bir bakış şekli var. O hayata bakış şekli neyse, eserlerini o bakış şeklinin dışına taşırmaz. Taşırabilenler de yok değil. Bunu cidden büyük bir başarı ile yapanlar da var ama büyük bir çoğunluğu fiyasko ile sonuçlanıyor. Onun için hayata nasıl bakıyorsanız, öyle yapıyorsunuz, öyle söylüyorsunuz. Benim hayattaki temalarım suskun ve yalnızlık üzerine kuruludur. Yani, türkü söylemeseydim hep susmayı söylerdim. Suskunluk hayatın ana damarıdır, bazen bir sessiz bir isyandır aynı zamanda. Olan bitene sırt dönmenin en güzel yoludur. Yalnızlık insanın büyük ilacıdır. Yalnızlık her zaman övünülecek, üzerine bir şeyler yapılacak değil ama kimseye de yalnızlığı bir yaşam biçimi olarak, ömür boyu evlenmeden yaşamasını, aile ortamından kopuk yaşamasını tavsiye etmem. Fakat, yalnızlık bazen de büyük bir ilaçtır. Alıp başını gitmek, bir sahil kenarında oturmak, elini yüzünü yüksek bir dağ başında pınar suyunda yıkayıp yüzünü rüzgara dönmektir. Bunu kalabalık olmaktan daha önemli buluyorum. Bende böyle, neden bilmiyorum. Bu da şarkılarıma yansıyor.

- Acaba, insanları kırmamak incitmemek adına yüzlerine karşı söyleyemediğiniz kelimeleri türküler ile söylüyor olabilir misiniz?


Genelde ikinci tekili küçümseyerek, "nerden rastladım sana, allah belanı versin" şeklinde değil benim yaptığım yakınmalar. Beni rahatsız eden sosyolojik bir örgü var ve bu sosyolojik örgüden bu anlamda uzak durmayı, içime kapanmayı, kitap okumayı, saz çalmayı, müzik yapmayı bu yüzden önemsiyorum, değer veriyorum. Bir içe kapanma var. Zaten sanatın, içe kapanan yanı vardır. Kendi kabuğuna çekilme potansiyeli taşır sanatçı. Belki nitelikli ürünler böyle çıkıyor ama yaptığım eserlerin niteliğinin büyük olduğunu da söylemiyorum. Kesinlikle niteliksiz olmadığını söyleyebilirim. Kavgayı, tartışmayı, bağırışmayı, rencide etmeyi, incitmeyi, göze almayan şarkılardır bunlar.

- Peki sizin etkilendiğiniz müzikler nelerdir?

Türk müziğinden örnek vermek gerekirse, Metin Kemal Kahraman dinlerim, Sezen Aksu, Kardeş Türküler ki bütün solistleri başarılı, tabii ki Zülfü Livaneli. Eskilerden Ruhi Su ve tabii kendi yerel sanatçılarımız, Muharrem Ertaş, Hisarlı Ahmet, Cizreli Muhammed Arif, Malatyalı Fahri gibi isimler önemli değerlerimizdir.

- Ahmet Kaya için neler düşünüyorsunuz?


Ahmet Kaya önemli bir müzisyendir, bestecidir, büyük bir sestir, yorumcudur. Kendi tarzının önemli ve en değerli ismidir. Ahmet Kaya sadece bir müzisyen değil, bir fenomendir.

- Türkiye'de konser kültürü var mı sizce?

Aslında konser salonlarımızın azlığına bakarsanız, ciddi bir konser kültürü olmadığını görürsünüz. Konser salonlarımız yok. Bazen gidiyoruz mesela kapalı spor salonlarında konser yapıyoruz. Bu inanılmaz bir durum, akustik sıfır, verdiğiniz bir ses size dönerek geliyor. Konser vermek zorunda kalıyorsunuz. Gençliğimde bunları yapabildim fakat artık dayanamıyorum. Şimdi sadece kültür merkezlerinde çıkıyorum ve bir türkü evinde kalıcı program yapıyorum. Kültür merkezleri fena değil. Bir de tabii konser öncesi ve konser sonrası hizmetlerini, lojistik hizmetler gelişmemiş. O konuda büyük sıkıntılarımız var. Her yerde istediğiniz gibi bir ses düzeni bulamıyorsunuz. Ses düzeni önemlidir, binlerce kişi gelmiş sizin sesinizi dinlemeye. Ben bir de sahnede yalnızım bir tek bağlama ile çıkıyorum, bir saz ve bir ses, o da iyi olmadığı zaman gelen insanlara, kalabalığa ne anlatacaksın. Gelen kalabalıklar da fazla olabiliyor. Mesela 500 kişilik bir salonda 1000 kişi olabiliyor. Korkuyorsunuz yani, ben bu sazla tek başıma ne iş diyorsunuz ama sonuçta şöyle söyleyeyim yüzlerce konser verdim hatta abartısız binlerle ifade edilebilir. Hiçbir konserim böyle kötü sonuçlanmadı. Belki bir iki tane vardır ama genelde iyi geçmiştir.

- Bayan solist kullanmıyorsunuz, sahneye de tek çıktığınızı söylediniz. Bir orkestra düşündünüz mü?

Aslında isteriz yani ki Ufuk Bey'de bundan bahsetti. Bir orkestra olabilir aslında ama ben şimdi 55 yaşındayım, bu yaştan sonra orkestraya çok fazla zaman ayırmak istemiyorum. Ölene kadar mümkünse yapabileceğim kadar beste yapmak, stüdyoda zaman geçirmek istiyorum. Hatta konserlerimi de azalttım. Her konsere gitmiyorum artık. Tamamen reddedebileceğim bir şey değil ama ben yaptığım şarkıları ve türküleri, halk türkülerini de söylüyorum konserlerde, bu anlamda ozanlık geleneğini sürdüren bir tarafım var. Tek sazla o kadar insanı yıllarca tutmak, çok zor ve imkansız bir şey. Buna birçok müzisyen arkadaşım inanamıyor. Nasıl oluyor? diyorlar. Gidiyorsun ve tek saza 1000 tane bilet mi satıyorsun diyorlar. Ayrıca her şehire yılda bir defa gidiyorum. O şehirde ilgi devam edebiliyor ve hoşuma da gidiyor bu durum. Şimdi hakikaten çok ciddi, her şeyi yerli yerinde ne yapacağını bilen bir orkestra ile sahne almak benim de hoşuma gider. Tek başına çaldığınız zaman çok özgürsünüz. Nerde akor basacağınıza siz karar veriyorsunuz. Belki ilerde yapabilir. Olmaz gözüyle bakmıyorum. Uygun şartlar olduğunda böyle bir deneyimim olmasını isterim.

- Bir televizyon programı yapmayı düşündünüz mü? Çok röportaj göremiyorum sizinle ilgili. Çok piyasada olma, yüzünüzü ön plana çıkarma değil de sadece müziğinizle ön planda olmayı istiyorsunuz. Peki televizyonda kalıcı bir program yapmayı düşünüyor musunuz?

İnanın bazen televizyon programlarına konuk olarak gitmeye bile zamanımın olmadığı dönemler oldu. Çok çalıştım, bir yandan öğretmenlik bir yandan konser salonları bir yandan ev bir yandan yeni beste yapma kaygısı bir yandan yolculuklar.. Yani hiç öyle isteğim olmadı, talebim de olmadı, arayışım da olmadı. Mesela, ben çok konser vermek çok televizyon programı yapmaktan ziyade çok şarkı yazmak istedim her zaman. Hatta keşke zamanım olsa da elime kalem kağıt alsam şiir yazsam diyorum ama kalemi hiç beceremiyorum. Çünkü ciddi bir zaman, ciddi bir kahramanlık gerektiren şeyler. Günde en az 4 saatinizi okumaya vereceksiniz, 3 - 4 saatinizi yazmaya vereceksiniz, 2 - 3 saatinizi yürüyüşe vereceksiniz, çok disiplinli bir hayat. Kolay değil yazmak. "Ben oturup yazacağım " tabii yazarsın da yazdığın bir şeye benzemez. Eğer onu planlı bir şekilde yapmazsan.

- Peki kalıplaşmış sorular dışında, sizin içinizden gelen eklemek istediğiniz şeyler var mı?


Açıkcası içimden gelen şeyler var, güzelliğin olmadığı, estetiğin olmadığı bir hayatı çekilmez buluyorum diyesim geliyor. Estetikten yoksun bir hayatı çekilmez buluyorum. Şarkı yapmamın, türkü yapmamın amacı da bu. Beni dinlediğinde kavga etmekten vazgeçsin. Biraz noluyoruz desin, biraz kendine baksın, kendini eleştirebilsin mesela. Yaptığım yorumlar ile heyecandan ve yorumdan uzak ruhtan ve nefesten yoksun şarkılardan hoşlanmıyorum. Ben kendi tarzım ile bu popüler kültüre en azından bir set çekmeye çalışıyorum. Bunu bilerek, isteyerek ve planlayarak yapmadım ama öyle oldu. Böyle bir yer geldi oturdu başıma böyle bir şey çıktı. Bir de kalıcı olmak diye bir şeyden bahsediyorlar. Kalıcık nedir? Kalıcılık dünyaya kazık çakmaksa böyle bir şey yok. Dünyada sonsuz olan hiçbir şey yok ama eğer sanat anlık ilgilerin ötesine geçmek ise basit, ritmik melodilerin arkasına böyle ne olduğu belli olmayan iki cümle ile şarkı yapmak değildir şarkıcılık. Eser yapmak bu değil. Bu anlamda ben mesela anlık ilgilerin ötesine geçmek istiyorum ama dünyaya kazık çakamayacağımı da biliyorum. Öyle bir şey yok.

- Siz de eserlerinizle dünyada unutulmak istemiyorsunuz herhalde.


Mesela hayat sadece türkü söyleyerek, şarkı yaparak güzelleştirelemez. Bunu en iyi bilenlerdenim. Bunları cümle içinde kullanabilirsiniz ama benim yapabildiğim bu. Hayatı türkü yaparak ve şarkı yaparak, eser üreterek güzelleştirmeye çalışıyorum. Birçok alan bir şeyler yapmaya çalışmayı çok doğru bulmuyorum. Bir de buna bağlı olarak söyleyeceğim bir tek şey şudur; sanatsal etkinlik ya da sanat, fetişlere sembollere feda edilemeyecek kadar değerlidir ama bu bir sanatçının kendi siyasal eğilimlerini, ideolojik yönelimlerini eserlerine yansıtmaması gerektiği anlamına gelmiyor. Bunu çok dikkatli yapmak zorunda ve buna kendini mecbur hissetmek zorunda. "Benim yapacağım bu eser gerçekten bu döneme tanıklık yapacak mı?" diye bir duyguya kapıldığında da asla o eseri yapmaktan vazgeçmeyek.

- Nazım Hikmet'in bir sözü vardır "...Beni bahtiyar etmedi türküler kadar" diye, bu söze katılır mısınız?

Bazen öyle oluyor gerçekten. Mesela öyle bir şey oluyor, bahtiyar olmak, mutlu olmaktır. Başka bir ruh halidir o. Mutlu olmaktan bahsettiğim şey, bütün bir hayatı sırıtarak geçirmek de değildir. Yani "Oh be! İyi ki bu dünyaya geldiğim" dediğin an, işte o anı bir türküyle yakalayabilirsiniz çoğunlukla veya bir dehanın yaptığının tabloyla karşı karşıya kaldığınızda, bazen o duyguyu yaşarsınız. Bazen doğal bir güzellikle karşılaştığınızda, tabii bir güzellikle, bu bir kadın olabiliyor, doğal başka bir güzellik olabiliyor, nehir olabilir, dağ olabiliyor, bir çağlayan - dere olabiliyor. Yaşamın güzel olduğunu hissettiren her şeye selam, her şeye.

- Son olarak bir sanatçı ideolojisiyle sanatını nasıl dengelemeli?

Bizim cenahtan gelen bazı sanatçılar konserlerde siyasi söylem kaygısıyla ciddi hezeyanlar yaşadı. Bu durum, insanlar arasındaki kutuplaşmayı artırdı. İlle de bir fikir beyanım olacaksa ilerde kendimi yenileyebilirsem gerçekten orijinal fikirlerim olduğu kanısına varırsam bunu insanlarla paylaşabilirim.

- Bunları bir kitap ile paylaşmak istermisiniz?

Evet olabilir. Belki bir kitap yazabilirim. Bu bir roman olabilir mesela. Tabii bu zaman ve birikim işi. Belki de hiç yapamayacağım bunu. Bilmiyorum.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!