Karşıma üçgen giysileriyle ölüm çıktı, seni öldüreceğim, deyip üstüne atladım bir koşudur başladı

Güncelleme Tarihi:

Karşıma üçgen giysileriyle ölüm çıktı, seni öldüreceğim, deyip üstüne atladım bir koşudur başladı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 18, 2003 22:32

Nazım Hikmet'in şiirlerine esin kaynağı olan atların, hayal çiçekleri ve puslu Salacak manzaralarının ressamı Avni Arbaş perşembe günü hayata veda etti.

30 yıl Fransa'da yaşayan, resimleri Picasso Müzesi'nde sergilenen Arbaş 1976'da İstanbul'a dönmüş, daha sonra Foça'ya yerleşmişti. Hastalığı ilerleyene kadar çalışmayı sürdürmüştü. Yıllar sonra yine manolya resimleri yapmaya başlamıştı. Ilık bir sonbahar sabahı, Foça'daki atölyesinde bize atlara olan sevgisini, çiçekleri ve ölümle karşılaşmasını anlatmıştı.

RÜYAMI RESMETTİM PETER USTİNOV ALDI

Bazı resimler rüyalarım üzerinedir. Bunlardan biri Peter Ustinov'un arşivinde. Adı: Rüya. Bir ağaç, üstünde maymun gibi bir figür, altında kuyu, içinde bir adam; yani tuhaf bir atmosfer. Uyanınca düşündüm, çok hoşuma gitti. Resmini yaptım. Ustinov atölyeme geldiğinde çok beğenmişti. Ona verdim. Bazen rüyalarım hayatla ilgili ipuçları verir bana. Mesela balık görürsem mutlaka arkasından elime para geçer. Bir, iki, üç, beş değil. O kadar çok oldu ki...

ÜÇGEN GİYSİLİ ADAMI KOVALADIM

Bir kez rüyamda mahzene kapatılmıştım. Telefon kulübesi gibi bir kabine koydular. ‘‘Buradan çıkma, bekle, ölüm gelecek’’ dediler. Beklemekten hiç hoşlanmam. Kabinden çıkıp bağırdım. ‘‘Neredesin ölüm, çık ortaya’’ diye. Karşıma üçgen giysileriyle ölüm çıktı. Şimdi seni öldüreceğim, deyip üstüne atladım. O önde ben arkada bir koşudur başladı. Bir yandan koşuyorum, tutar gibi oluyorum. Bir yandan çok korkuyorum. Tutarsam öleceğim. Ter içinde uyandım. Oturup eskizini çizdim, sonra resmini yaptım. Sonra resme ne oldu hatırlamıyorum.

PARİS'TE BENİ ÇİÇEKÇİ YAPMAYA KALKTILAR

1965'te Paris'te bir dizi çiçek resmi yapmıştım. (Bunlara natürmort denmesin lütfen. ‘‘Ölüdoğa’’ diye bir şey yok, hiçbir şey ölü değildir. Bu çiçekler doğadan kopya edilmemiştir. Düşüncemin ürünüdür) Çiçek dizisi büyük ilgi çekmişti. Hatta Paris'in bir galericisi bunları takip ederdi. Bir gün ‘‘Avniciğim, seninle kontrat yapmayı düşünüyorum. Ama bir şartım var, sadece çiçek yapacaksın’’ dedi. Ben de ‘‘Çiçekçi değilim ki, o bir dönemdi’’ dedim. İşte bu dönemde yaptığım ve çok sevdiğim resimlerden biri, sergide satılmıştı. Yıllarca o resmi düşündüm. Bir gün yine Paris'te karşıma çıktı. Epeyce yüklü para ödeyip geri aldım. 2001'de Kibele'de açılan retrospektif sergimde bu resim de sergilendi.

ATLILAR GERİCİLİĞE KARŞI SAVAŞIYOR

Son resimlerimden birinde kılıçlı bir atlı var. Gericiliğe, irticaya karşı mücadelenin bir simgesi. (...) Resimlerimde atlarla birlikte süvariler vardır. Yıllar önce bir sergiye hazırlanıyordum. At figürleri çiziyorum sürekli. Bir arkadaş geldi ‘‘Nasılsın, ne yapıyorsun’’ diye sordu. Savaşıyorum, dedim. ‘‘Durum nasıl’’ diye sordu. Çok zayiat var, cevabını verdim. ‘‘Yardımım dokunur mu’’ deyince, bir tümen yolla yeter, cevabını vermiştim. Yıllarca bu diyaloğu hatırlayıp güldük.

KENDİMİ AT GİBİ HİSSETTİĞİM OLUR

Babamın çok güzel Arap atları vardı. Çocukluğumda benim de küçük bir atım vardı. Binicilik yaptım. Şimdilerde sokaklardan geçen tüm atlar benim. O kadar çok severim ki atları. Bir gün, bir panelde söz atlardan açıldı. ‘‘Bazen kendimi at gibi hissettiğim olur’’ dedim. Panel yöneticisi hanım ‘‘Estağfurullah’’ diye müdahale etti. Bu hakaret değil, o kadar güzel bir şey ki at. Benim için özgürlüğün simgesi. Resimlerimdeki atlar özgürlüğün, doğaya yakın olmanın, kahramanlığın ifadesidir.

İNSANLAR HAYAL KURSUN İSTEDİM

30 yıl Paris'te yaşadıktan sonra İstanbul'a döndüğümde Kabataş, Setüstü'nde bir atölyede çalışmaya başladım. Sabah çok erken kalkıp çalışmaya başlarım. Saat 5'te Boğaziçi'nde tül gibi sis perdesi olur. İçinden siluetler geçer. Tekneler, gemiler, büyülü bir manzaradır bu. Şunu düşündüm: İnsanların artık hayal kurmaya zamanı yok. Öyle resimler yapayım ki, bakarken hayal kursunlar. Diğerlerinden çok daha fazla uğraşıp sade resimler yaptım. Yazar Zeyyat Selimoğlu ‘‘Bunları satamazsın, bitmemiş sanırlar’’ demişti. Sergide bir gün bir vatandaş gelip kulağıma eğildi ‘‘Avni Bey bu resim bitmiş mi’’ diye sordu.

MAVİYİ ÇOK SEVERİM

Cafcaflı resim yapmayı sevmem, bu yüzden göz alan tonlardan kaçındım hep. Maviyi çok severim. Yeşili, griyi de... Her zaman disonans olarak kırmızıyı sevmişimdir. Yeşillerin, mavilerin içine koyduğunuzda hepsini canlandırır. Çok kullanırım kırmızıyı, hatta bazen imzamı kırmızıyla atarım. Resmin içine girer, bir görev üstlenir.

ÇOCUK RESİMLERİNİ DE...

Çocukları, çocuk resimlerini çok severim. Resimlerimdeki figürlerin bazıları arkadaşlarımın çocukları, onların dünyasıdır. Deniz resimlerini severim. Bir zamanlar dalgıçlık bile yapmıştım. Denizatı resimleri bu günlerin ürünüdür. Kedi ve köpeği çok severim, resimlerimde görürsünüz.

RESMİM SİZİNLE DOST OLMALI

Fransa'da, Avrupa'nın en büyük çağdaş resim arşivine sahip bir koleksiyoncu vardır. Evinin her köşesinde bir resim asılıdır. Bir karşılaşmamızda, üç ayda bir evindeki tüm resimleri değiştirdiğini söylemişti. Sadece benim resmimi bırakıyormuş. ‘‘Bir seferinde değiştirmeyi denedim, özlediğimi hissettim ve hemen eski yerine astım’’ demişti. Benim de istediğim bu. Resimle yaşayabilmelisiniz, hayatınıza girmeli, sizinle dost olmalı.

ÇALIŞIRKEN YEMEĞİ UNUTURUM

2001'e kadar her gören çok formda olduğumu söylüyordu. O yıl nazar değdi galiba. Birkaç kez ağır grip geçirdim, hastanelik oldum. Ardından düştüm. Timurlenk oldum, bastonla gezmeye başladım. Tempom bozuldu. Genelde uzun saatler çalışıyorum. Sabah başlarım, yemeği bile unutur, akşama kadar çalışırım. Bazen gecenin ikisinde uyanır, sabaha kadar resim yaparım. Sadece tuval karşısında çalışmaz ki ressam. Günün geri kalan kısmı da düşünerek geçiyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!