İnanılmaz bir trafik kazası

Güncelleme Tarihi:

İnanılmaz bir trafik kazası
Oluşturulma Tarihi: Ekim 27, 2004 00:31

Gaza sonuna kadar yüklenip, kamyonu geçer geçmez direksiyonu sağa kırdı. Karşıdan gelen araçla çarpışmaktan kurtuldu ama arkadan aldığı bir darbeyle sarsıldı.
(...)
Altuğ’un zihninde hala tam olarak aydınlanamamıştı kaza. Bağlantıyı görebilmek için sağ tarafa geçti. iki araç birbirine sağdan incecik bir çelik halatla bağlanmıştı.

Altuğ ve eşi Çiğdem’in spor yaparak geçirdikleri pazar günlerinden biriydi. Spor salonunda Çiğdem’in arkadaşı Aysel ile karşılaştılar. Her zaman kocasıyla gelen Aysel, bu kez yalnızdı. Çiğdem, sordu. ‘Ne oldu? Hasta mı yoksa?’

Aysel, ‘Hayır, hasta değil ama hastanede’ dedi. Kaza geçirmişler, kocası ağır yaralanmıştı. ‘Bizimki hatalıydı. Hatalı sollama yaptı’ diyerek kazayı anlattı:

‘Önümüzde giden kamyonu sollamaya kalktı. Karşıdan gelen var, risk aldı. Baktı geçemeyecek, onu da sollamaya niyetlenmez mi? Ama karşıdan gelen koca otobüs. Bankette olmamıza rağmen geniş bir araç olması bizi oradan çıkarmaya yetti. Vurdu, savrulduk.’

Yanlarında durmuş, sessizce dinleyen Altuğ, ‘hatalı sollama’ denince, geçmişe gitti. Onun yaşamında da ‘Hatalı sollama’dan kaynaklanan benzer bir kaza vardı.

FREN YERİNE GAZA BASMANIN SONUCU

Yedeksubaylığının bitmesine yakın, izinli gelmişti İstanbul’a. Döndüğünde işi hazır olsun istiyor, o nedenle de iş başvurularında bulunuyordu.

Asıl isteği büyük bir beyaz eşya firmasında çalışmaktı. Bir gün, lacileri çekti, babasının ‘Kara Şahin’inin anahtarını alıp yola koyuldu.

Fabrikanın girişi biraz karmaşıktı. Kapıya ulaşmak için, semt sapağından çıkıp yan yola girmek, sonra E-5 akışına ters istikamette devam etmek gerekiyordu.

Sapağa geldiğinde yağmur başladı. İş başvurusu için kötü bir gün seçmişti. ‘Kara Şahin’in silecekleri pervane gibi çalışıyordu. Yan yolda ilerlerken bir viraj döndü ve emektar bir kamyonla karşılaştı Altuğ.

‘Böyle tıngır mıngır gidilir mi?’ diyerek hiç düşünmeden solladı kamyonu. Yolu tek yönlü sanıyordu, karşıyı kontrol etmeden çıktı sol şeride. Bir baktı ki, karşıdan gelen bir araç kendisine selektör yapıyor!

‘Bu adam ters yönden geliyor’ diye geçirdi aklından. Bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu ışık hızıyla. Frene basmak ıslak yolda riskli olabilirdi. ‘En iyisi hızlanıp bir an önce geçmek’ dedi.

Gaza sonuna kadar yüklenip, kamyonu geçer geçmez direksiyonu sağa kırdı. Karşıdan gelen araçla çarpışmaktan kılpayı kurtuldu ama rahat bir nefes almaya bile fırsat bulamadan, arkadan aldığı bir darbeyle sarsıldı. Hızını alamayan kamyon, ‘Kara Şahin’in bagaj kısmını dağıtmıştı.

Talihsizliği o kadarla kalmadı. Fabrikanın kapısından araçla giremedi içeri. Binalar neredeyse 1 kilometre uzaktaydı ve hala yağmur yağıyordu. Üstelik ne şemsiyesi vardı, ne de yağmurluğu. İnat etmişti. Sırılsıklam olmayı göze alarak başvuru formunu doldurmayı başardı.

Eve döndüğünde babasından dünyanın azarını işitti Altuğ. Buna rağmen sevincinden birşey kaybetmedi. İdealindeki iş için fabrikaya başvurmuştu ya, gerisi vız geliyordu.

Nitekim o yaptığı başvuru kabul edilmişti, hala o şirkette çalışıyordu. Yıllar içindeki tek değişiklik fabrikayla birlikte Eskişehir’e taşınmasıydı.

KAZAYI KAVRAMAYA ÇALIŞIYOR BİR NEDEN BULAMIYORDU

Altuğ, bu düşüncelerden sıyrılıp o ana geri döndüğünde Aysel, kaza sırasında yaşadıklarını anlatmayı bitirmişti. Spor salonuna, küçük kızıyla birlikte otobüse binerek geldiklerinden söz ediyordu.

Çiğdem, dönüşte arabayla bırakmayı teklif etti. Aysel, arabaya binmek istemedi; ‘Çok heyecanlanıyorum trafikte’ dedi. Fakat Çiğdem, ‘Bir şey olmaz, gideceğimiz yer şurası zaten’ diye ısrar edince kabul etmek zorunda kaldı.

Spor yaptıktan sonra Aysel ve kızını da alıp yola çıktılar. Yolun iki tarafı kaldırım boyunca sağlı sollu park etmiş araçlarla doluydu. Arada kalan iki şeritten biri gidiş, diğeri geliş istikametlerine hizmet ediyordu. Yol iyice daralmış, araç sollamak zorlaşmıştı.

Önlerindeki iki araç çok ağır seyrediyordu. Biri Toros, öbürü de Şahin’di. O iki aracı geçmek için fırsat kollayan Altuğ, bir ara istediği gibi bir boşluk yakaladı. Karşıdan bir belediye otobüsü geliyordu, ama uzaktaydı.

‘Şunlardan birini geçeyim, otobüs geçtikten sonra diğerini de geçerim’ diye hesapladı. Sinyal verip, gaza bastı. Toros’u geçer geçmez ustaca sağa kırıp iki aracın arasına girdi. Fakat ne olduğunu anlamadan öndeki Şahin’e çarptı, arkadaki Toros da gelip onun aracına vurdu. Arada tost olmuşlardı.

Şiddetli bir çarpışma değildi ama birkaç gün önce geçirdiği kazanın şokundan henüz kurtulamamış olan Aysel, kendini kaybetti. Korkudan sinir krizi geçiriyordu. Küçük kızı da annesinin haline bakıp ağlıyordu.

Çiğdem, arkada oturan arkadaşına yardım etmek üzere arabadan inmek istedi. Telaşla kapının kolunu çekti ancak açmayı başaramadı. Kapı sıkışmıştı. Baktı inemiyor, arkasına döndü arkadaşını teskin edebilmek için.

Bu sırada Altuğ, koltuğunda donmuş kalmıştı. Bir mühendis olarak ihtimalleri hızla gözden geçirip kazayı kavramaya çalışıyor, bir türlü mantıklı bir neden bulamıyordu. Eşinin bulunduğu sağ taraftaki kapının açılmaması onu iyice şaşkına çevirmişti. Fazla süratli gitmediği için çarpışma da şiddetli olmamıştı. Peki o zaman kapı neden açılmıyordu?

Öndeki ve arkadaki iki araç sahibi araçlarından inmiş hasar tespiti yapıyorlardı. Altuğ, onları farkedince kapı kolunu çekti. ‘Açılacak mı?’ diye merak ediyordu bir yandan da. Hiç sorun çıkarmadı kapı, her zamanki gibi kolayca açıldı. İyi de o zaman eşinin tarafındaki kapı neden açılmıyordu? Yandan vurmamıştı ki!

SANKİ FARKEDİLMEMEK İÇİN ÖZEL BİR DÜZENLEME VARDI

Altuğ’un geldiğini gören iki sürücü ona dönüp, ‘Geçmiş olsun’ dediler. Yeni karşılaşmışa benzemiyorlardı, sanki birbirlerini tanıyorlardı. Altuğ, onları yanyana gördüğü ilk an hissetti bunu.

Merakını gidermek için hemen konuya girdi. ‘Kazanın nasıl olduğunu anlayamadım. Siz bir anda durdunuz, ben duramadım tabi. Arkamda seyreden arkadaş da duramayınca çarpıştık herhalde. Doğru mu?’ İkisi de onaylayınca Altuğ’un sorularıyla yönlendirdiği ilginç bir sohbet başladı aralarında:

- Peki yol boş, önünüzde herhangi bir şey yok. Neydi sizi durduran? Hani ben göremedim ama köpek falan mı fırladı?

- Yok arkadaşım, ne köpeği. Ben seni dikiz aynamda görünce heyecanlanıp frene bastım.

- Niye? Arabalar sizi geçerken heyecanlanır mısınız? Hem daha sizi geçmiyordum ki.

- Eğer biri arkamdan çektiğim aracı solladıysa biraz heyecan duyarım tabii.

- Nasıl yani?

- Ben arkadaki aracı çekiyordum, sen araya girdin kardeşim!

- Siz arkadaşınızın arabasını çekerken ben arkadaşınızı sollayıp araya mı girdim?

- Evet, aynen öyle. Benim aracın sağ arkasından uzattığımız çelit halatı arkadaki aracın sağ önüne bağlamış çekiyordum. Bozulmuş garibin arabası. Ne yapalım, yolda mı bırakalım?

- Yok yani, estağfurullah. Karım onun için inemedi o zaman.

Altuğ’un zihninde hala tam olarak aydınlanamamıştı kaza. Bağlantıyı görebilmek için sağ tarafa geçti. Evet, iki araç birbirine sağdan incecik bir çelik halatla bağlanmıştı. Kendi arabasının kapısının açılmasını engelleyen de o halattı! Gözlerine inanamadı!

Sanki farkedilmemek için özel bir düzenleme hazırlamışlardı! Hiçbir uyarı işareti yoktu. Ne bir kırmızı bayrak, ne flaşörler!

Arkadaki aracın sürücüsü genç, öndeki ise yaşlıcaydı. Altuğ’un ‘Ben birbirinizi çektiğinizi farketmedim. Hiçbir işaret koymamışsınız’ sözleri üzerine yaşlı sürücü, gence döndü;

- Vahdet. Sen işaret etmedin mi arkadaşa öndeki beni çekiyor diye?

- Ben işaret edene kadar solladı beni Selim abi. Hem zaten bana bakmıyordu ki, önüne bakıyordu kendisi.

- Dörtlülerini yakmamış mıydın peki oğlum?

- Selim abi, ben dörtlüleri yakmamıştım daha. Yakacaktım ama fırsat olmadı abi.

10 dakikadır yoldaydılar, birkaç kilometre yol katetmişlerdi ama arkadaki araçta oturan Vahdet, flaşörleri yakacak fırsat bulamamıştı! Savunmasının saçmalığının farkında olduğu için başını önüne eğdi. Yaşlı sürücü, bir güzel azarladı onu.

Tabii hata sadece Vahdet’in değildi. Sağdan halat bağlayan yaşlı sürücü de aynı oranda hatalıydı. Altuğ, yaşlı sürücüye dönerek, onun da sorumluluğunu olduğunu hatırlattı:

- Serçe parmağım çapındaki halatı sağdan sağa bağladığınız için hem görünmüyor, hem de aranıza rahatlıkla araba yerleşebiliyor. Uzun da bağlamışsınız.

KENDİNE GELSİN DİYE HIZLI BİR TOKAT ATTI AYSEL’E

Altuğ’un aracından çığlıklar geliyordu hala. Yaşlı sürücünün dikkatini çekti bu çığlıklar. ‘Sizin araba çığlık çığlığa, yenge çok heyecan yaptı herhalde’ dedi. Altuğ, ‘Hayır, birkaç gün önce büyük bir kaza atlatmış arkadaşı var arabada. O panikledi’ diye cevapladı onu.

‘Kolonya verelim abi’ dedi genç sürücü. Aracına koşup, getirdi kolonya şişesini. Kolonyayı alan Altuğ, arabasına yöneldi. Eşi, hala ön koltuktaydı, çıkamamış, arkaya dönerek yatıştırmaya çalışıyordu krize girmiş olan arkadaşını.

Altuğ’u görünce ‘Deminden beri vücudu kilitlenmiş titriyor kızcağız korkudan. Kustu da azıcık’ dedi. Bir şişe su bulmasını istedi. Altuğ, biraz ilerdeki büfeye koşarak gidip, getirdi suyu. ‘Al canım, içiriver.’

O sırada Vahdet adlı genç sürücü, yaklaştı yanına. ‘Ne oldu? Kadıncağız kendisine gelmedi mi hala?’ diye sordu:

- Yok yahu, hala tir tir titriyor. Sinirden kasılmış iyice.

- Bassaydın tokadı o halde. Hiç görmedin mi filmlerde?

- İyi, hanıma söyleyeyim de birkaç tokat atsın.

- Hanımla olur mu? Sert vuracaksın, bu erkek işi.

- İyi, ben vurayım bari.

Başka zaman olsa ‘Hadi canım sende’ diyeceği öneri, kazanın şokunda olan Altuğ’un aklına yatmıştı. Camdan uzanıp iki tokat attı Aysel’e.

Tokadı beğendirememişti. Genç sürücü, ‘Olmadı’ dedi. Yaşlı olanı da katıldı ona. ‘Biraz hızlı vur. Yoksa yenge mi yapsaydı acaba?’ Erkekliğine laf edilmiş gibi geldi Altuğ’a. O sinirle öyle sert bir tokat yapıştırdı ki Aysel’e, eşi tepki gösterdi; ‘Yuh! Ne yapıyorsun kızcağıza? Döverek öldürecek misin?’ Altuğ, kendini savundu:

- Yok, yani kendine gelsin diye sadece. Arkadaşlar önerdi de.

- Sen de onların aklına uydun. Ne biçim vurdun kızcağıza ya. Git şuradan.

Kafasını çekti arabadan. Kaza yaptığı iki sürücüden takdir aldı. Tokadın şiddetini beğenmişlerdi. ‘Hah işte böyle. Helal sana’ dediler.

Bu arada çelik halatı çözmüş, Altuğ’un aracını aradan çıkardıktan sonra yeniden bağlamışlardı. Araçlarda ciddi bir hasar olmadığı için gitmeye hazırlanıyorlardı. ‘Bizden istediğin bir şey var mı?’ diye sordular. Altuğ, teşekkür etti.

Araçlarına doğru ilerlerken yaşlı sürücü, yine uyardı genç olanı. ‘Vahdet, yak şu dörtlüleri, hasta etme adamı.’ Vahdet, yine ‘Vallahi yakacağım Selim Abi. Tam yakıyordum zaten’ diyordu yürürken.

Onlar gittikten beş dakika kadar sonra kendine geldi Aysel; ‘Özür dilerim. Trafikten çok ürküyorum şu sıra’ dedi. Sonra sordu:

- İyiyim, iyiyim de bir tek yüzümün sağ tarafı çok acıyor. Neden acaba?

Kızı atıldı, ‘Bu amca sana tokat attı anne!’ Aysel, ‘Kendime geleyim diye vurmuştur canım’ diyerek yatıştırmaya çalışsa da kızı itiraz ediyordu; ‘Yok anne, çok fena vurdu. Teyze kendisine kızdı hatta.’ Altuğ, yerin dibine girmişti onlar konuşurken.

Sonraki hafta spora gittiklerinde yine karşılaştılar Aysel ile. Elmacık kemiğinin üzerinde koca bir morluk vardı. Belli ki, yüzüğü morartmıştı Aysel’in suratını.

O morluğu gördükten sonra bir daha hiç yüzük takmadı Altuğ. Araç sollarken de hep dikkat etti, aralarında çekme halatı var mı diye...

OKURA PUSULA

Mühendislerin hayatı değişiyor

Altuğ Hocaoğlu, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu bir mühendis. Gerçi mühendislerin üstadı Sezai Türkeş, ‘Mühendisin hayatı siyah beyazdır. Kimsenin ilgisini çekmez, hiçbir hikayeye konu olmaz’ demiş ama Hocaoğlu, başına gelenleri yazıyor. Mühendis arkadaşlarının toplandığı ortak mail grubuyla paylaşıyor yaşadıklarını. Genç mühendisler, eskilerden farklı galiba, yaşadıkları öykü oluyor artık!

Yaşam öykünüzü bekliyoruz

Fax: (312) 428 53 18
e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr
Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur
Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/Ankara
Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam

CUMA: ÖLÜM DÜĞÜNÜ BEKLEMEDİ, DÜĞÜN DE CENAZEYİ
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!