İlk Türk lokumu

Güncelleme Tarihi:

İlk Türk lokumu
Oluşturulma Tarihi: Nisan 10, 2011 00:00

Nejla Ateş... Amerika’yı gerçek anlamda kasıp kavuran dans yıldızı ya da Amerikalılar’ın deyişiyle “The exquisite Turkish delight” yani “Nefis Türk lokumu”... Central Park’a heykeli dikilecek kadar ünlü olan Ateş’in hikâyesini, Atlas Tarih dergisi için Sermet Erkin kaleme aldı.

Haberin Devamı

Nejla Ateş, Paris’e gelişinin ikinci yılında dikkatleri üzerine çekmeyi bilmiş ve Maurice Chevailer, Josephine Baker, Edith Piaf gibi dünya starlarını programına almış olan Casino de Paris adlı dünyaca ünlü müzikholde 1951 yılında sahnelenen “Gay Paris” adlı revüde birinci dansçı olarak dans etmeye başlamıştı. O yıllarda Paris’te hem Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gidip hem de memleketteki bazı gazete ve dergilere yazılar gönderen Metin Toker, Paris sahnelerinde bir senedir fırtına gibi esen Nejla Ateş ile Yıldız dergisi için röportaj yaptı. Toker işte o röportajda henüz 22 yaşında olmasına rağmen dünyanın en büyük gece kulüplerinden birinde seyircilerin nefesini kesen bu genç Türk kızına “Türk lokumu” yani “Turkish delight” sıfatını yakıştırdı. Şov dünyasında kendileri için söylenen “diva, star, süperstar” sıfatlarını kabullenen Türk sanatçıların günümüzde dahi erişemedikleri çıtasını, Nejla Ateş bundan böyle artık bu sıfatla yükseltecekti.    

Bu öyle bir başarı çizgisiydi ki, Nejla Ateş’i uluslararası çapta ulaşabileceği en üst noktaya çıkarmıştı. Özellikle Amerika’da sadece büyük müzikhollerin dans yıldızı olarak kalmamış, Türkiye’deyken rol aldığı 1947 yapımı “Kerim’in Çilesi” filminde edindiği sinema tecrübesini Hollywood’a taşımasını bilmişti. Ateş, 1954 yılında Türkiye dağıtımını Lale Film’in yaptığı ve “Türk dansözü Necla Ateş’in ilk hakiki sinemaskop filmi” diye gazete ilanlarıyla lanse ettiği “King Richard and the Crusaders” yani “Arslan Yürekli Rişar” filminde İngiliz asıllı aktör sir Rex Harrison ile 1955 yılında ise Dale Robertson’un başrolünü üstlendiği “Son of Sinbad” yani “Sinbad’ın Oğlu” filminde oynamıştı. Her iki filmde de sözlü bir rolü olmamasına karşın sanatını beyazperdeye taşıyarak bir anlamda ölümsüzleştirdi.

BROADWAY’DE DE SAHNEYE ÇIKTI

Broadway’in ünlü yapımcılarından David Merrick, ona 1954 sezonu için sahnelenecek olan “Fanny” müzikalinde rol teklif etti. Artık devrin en önemli müzikal oyuncularından olan Ezio Pinta, Walter Slezak ve soprano Florence Henderson ile aynı sahneyi paylaşacaktı. Oyunu sahneye koyan Joshua Logan, Nejla Ateş’i provalarda görür görmez Mısırlı ünlü virtüöz ve besteci Muhammed el Bakkar’a onun için bir beste ısmarladı. Yer yer Türkçe okuduğu “Shika, Shika” isimli şarkı ile dans eden Nejla Ateş, müzikalin en parlak sanatçılarından biri olarak milyonlarca seyircinin hafızalarındaki yerini aldı.

Nejla Ateş, Türk lokumu olarak Paris’te hepsi birbirinden ünlü Lido, Folies Bergeré, L’Aglion, Sherezade, Casino Pigall gibi gece kulüplerini dansı ile yakıp yıkarken, Lou Walter adlı Amerikalı bir artist organizatöründen şov dünyasının bir numarası Latin Quarter’in Miami’deki yazlık kısmında sahneye çıkması için teklif aldı. Hayatının ikinci dönüm noktasının başlayacağı bu ülkeye Queen Libert transatlantiği ile giden Nejla Ateş, burada da tıpkı Paris’te olduğu gibi seyircileri büyüledi. Latin Quarter’deki gösteriyi o yılların Amerika’sındaki büyük sunucu Joe Lewis sunmaktaydı. Joe Lewis bu ufak tefek kızın sahnede nasıl bir pırıltı saçtığını gördükten sonra sunuşunda kullandığı “Tukish delight” sıfatına bir de “The exquisite” yani “nefis” tamlamasını ekledi. Böylece bir daha hiçbir Türk sanatçısının bugüne dek elde edemeyeceği bir şöhret başlamıştı.

AMERİKA GECE HAYATININ EN PARLAK İSMİYDİ

Nejla Ateş sadece ABD’deki gazetelerde haber olmakla kalmıyor, Türkiye’deki gazeteler de neredeyse attığı her adımı takip ediyordu. Uzun yıllar Amerika’da gece hayatının en parlak isimlerinden biri oldu, aşklarıyla konuşuldu.

Dansözlük gibi sanatla zanaat arasında çok keskin bir zeminde duran bu meslekte, böylesine büyük başarılar elde etmiş, şov dünyasına adını altın harflerle yazdırmış, dünyanın tartışılmaz en büyük sahnelerinde baş dansçı olarak varlık göstermiş olan Nejla Ateş, bu görkemli revüsünü bir süre de Anadolu turnesi yaparak sergiledi.

Bu turne sonrasında Safiye Ayla’nın o yıllarda İzmir Fuarı içinde işlettiği “Ayla Mehtap Çay Bahçesi”nde çalıştı ama ondan sonra her nedense sanatsal alanda önemli hiçbir şeye imza atmadı. 70’li yılların sonlarına gelindiğinde ise kendisiyle benzer kaderi paylaşan Nebile Teker, Cahide Sonku, Gönül Bayhan ve pek çokları gibi tamamen unutuldu.

Haberin Devamı

Ateş’in Central Park’taki heykeli nasıl kaldırıldı?

İlk Türk lokumu
 

Haberin Devamı

Life dergisinin 6 Haziran 1955 tarihli sayısında Central Park’taki bir heykelle ilgili şu haber yer alıyordu: New York devriye polislerinden Peter Witkus, sabahın erken saatlerinde Central Park’ta gezinti yaparken yanından hep geçtiği heykellere göz attı. Burns, Scott ve sonra tuhaf Venüs heykeli... Witkus daha önce görmediği bu çıplak heykele hoşnutsuzlukla baktı ve yetkilileri çağırdı. Bu sırada gazete muhabirlerinin yakında olduğunu fark etti ama onları görmezden gelmeye çalıştı. Heykel, Türk dansöz Nejla Ateş’e aitti ve New Yorklu heykeltıraş Albino Manca’nın bir çalışmasıydı. Gazetecilerin telefonla haberdar etmeleri üzerine Nejla Ateş heykelin yanına geldi, gazetecilere heykeltıraşa nasıl poz verdiğini gösterdi. Bu sırada Central Park yetkilisi, heykelin kaidesine bağlı olmadığını keşfetti ve heykel kaldırıldı.

Haberin Devamı

Cambazhanede başladı Hollywood’a ulaştı

Nejla Ateş ya da gerçek adıyla Naciye Batır, 7 Mart 1927 yılında Romanya’nın Köstence şehrine bağlı Kanara kasabasında dört kız kardeşten biri olarak dünyaya geldi. Yol yapım işçisi olan babasının geçirdiği iş kazasından sonra ölmesi üzerine aile Türkiye’ye geldi. Bir çorap fabrikasında çalışmaya başlayan Naciye, Madam Esther adındaki dansçıdan dersler aldı. Madam Esther, kabiliyetini fark ederek onu Ses Opereti’ne götürdü. 1942 yılında profesyonel dans hayatına başladı. Ses Opereti’nde şansı açıldı ve Tepebaşı Bahçesi’ndeki revü gösterilerine katılmaya başladı. Burada Tenasüp Onat ve Marco adındaki Macar dansçı ile çalıştı. Akrobatik dans etmeyi Marco’dan öğrendi. Marco dansı bırakınca Rıfat Telgezer’in cambazhanesinde çalışmaya başladı ve adını Nejla olarak değiştirdi. Kıbrıs’ta başlayan yurtdışı serüveni, Beyrut’tan sonra Bağdat, Kahire, Roma derken onu eğlence dünyasının kalbinin attığı Paris’e götürdü. Paris’in en ünlü müzikhol ve gece kulüplerinde çalıştı. 1952 yılında aldığı teklif sonrası Amerika’ya geldi. Burada başarıdan başarıya koştu. Ancak menajeri bütün servetini kumarda kaybetti. Sonu hep hüsranla biten aşk ve evlilik maceraları, sahnede düşüp uzun müddet hasta yatması ve içine düştüğü borçlarla büyük bunalıma girdi. 1965’te Türkiye’ye dönerek sanat hayatına yeniden başladı. Kurduğu revünün kadrosunda akrobat olarak çalışan Özer Beyşehir ile yaşamını birleştirdi. 2005’te İstanbul’da hayatını kaybetti.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!