Huzur gelirse aşk gider

Güncelleme Tarihi:

Huzur gelirse aşk gider
Oluşturulma Tarihi: Haziran 23, 2011 01:00

Geçtiğimiz yıl “Aşk ve Baştan Çıkarma Üzerine” adında bir kitap çıkaran Başak Sayan, şimdilerde ikinci kitabının heyecanını yaşıyor. Ünlü oyuncunun üç genç üzerinden aşkı ve bağlılığı sorguladığı “Bağlanma Korkusu”, 1 Temmuz’da raflarda olacak.

Haberin Devamı

“Aşk ve Baştan Çıkarma Üzerine” geçen yıl çıkmıştı. İkinci kitap için de çok fazla beklemediniz...   

- Bu benim zaten aklımda olan bir hikâyeydi. Sadece kafamda şekillendirmem, karakterleri oturtmam gerekiyordu. O biraz zaman aldı. Aynı esnada “Yaprak Dökümü” dizisinin çekimleri olduğu için her gün oturup yazamadım. Aralık ayında dizi bitince, günde altı-yedi saat sadece “Bağlanma Korkusu” üzerinde çalıştım. Nisan ayında da bitirdim.

İlk kitabınıza gelen yorumlar nasıldı? İyi olmalı ki ikinci için sizi teşvik etti...    

- İlk kitap hakkında güzel yorumlar aldım ve o kitap bana köşe yazılarını armağan etti aslında. Çünkü ondan sonra köşe yazarlığı teklifi geldi. Ama ben ikinci kitaptan daha umutluyum ve daha heyecanlıyım, çünkü çok çalıştım. İlk kitap bir tez hazırlar gibiydi, şimdi ise heyecandan geceleri uyuyamıyorum.

Kitap ne zaman çıkıyor?

- 1 Temmuz’da kitapçılarda olacak. 

Peki, kitap yazma fikri ilk ne zaman oluştu?

- Çocukken... Ama zamanla kayboldu. Yine de yazı yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim. Tabii kendim için yazıyordum, bunları ortaya çıkarmak gibi bir kaygım yoktu. İki sene önce, yazdıklarımı okuyan yakınlarımın teşvikiyle kitap çıkarmaya karar verdim.

Kitabınız, Cem adlı playboy üzerine kurulu. Neden hikâyeyi bir erkek karakter üzerinden anlatmayı tercih ettiniz?

- Cem bir playboy değil. Başarılı bir reklamcı, ilgi gören bir adam. Fakat aşkı zayıflık, evliliği de ilkellik olarak görüyor. Ona göre hayat çok kısa ve bu zaman, derin ilişkilerle geçirilmeyecek kadar kıymetli. O tarz ilişkilerin içine girmek, hayatı kaçırmasına sebep olacakmış gibi hissediyor. Gerçek hayatta da böyle insanlar var. Hatta yeni neslin hastalığı neredeyse bu. O yüzden evlilik, modası geçmiş bir kurum gibi algılanmaya başlandı... Kitabımda ‘bağlanma korkusu’ erkek üzerinden anlatılmıyor. Karakterlerimden Cem’in çok belirgin özelliği bu sadece. Tamam, böyle kadınlar da var ama daha çok erkeklere özgü bir davranış şekli bu. Bağlanmak, kadına küçüklüğünden beri empoze edildiğinden, onlar için bir gereklilik.

BİR YAKINIMDAN ETKİLENDİM

İlk kitabınızda gerçek hayattan kesitlere yer vermiştiniz. “Bağlanma Korkusu”na da sizi etkileyen olaylar yansımıştır o zaman...

- Tamamen kurmaca bir hikâye ve gerçek değil. Ama yola çıkışım, bir yakınımdan etkilenmemle oldu. O da böyle bir olay yaşadı. Yıllarca uzun bir ilişki yaşamadı ve evlenmedi, çünkü çok popülerdi. Bir davası vardı uğrunda koşturduğu. Sürekli “Önce şunu yapayım, bunu yapayım” diyordu. Ve bir gün geldi, sevdiği insanı kaybetti. Bir keresinde karşımda ağlamıştı, çok etkilenmiştim.

Sizin evlilik hakkındaki düşünceniz nedir? “Evlilik önceden bana uzaktı, çünkü özgürlüğümü geç elde etmiştim” demişsiniz. Şimdi yakın mı?

- Benim babam asker, annem de öğretmendi. Çok katı bir disiplin içinde büyüdüm. 18 yaşıma dek, İstanbul’a gelene kadar üzerimde ciddi bir baskı vardı. Her şey yasaktı bana. Üniversite dönemimde de ailem oyunculuk yapmamı istemedi, bezdirme politikası uyguladılar. Bütün bunlarla tek başıma başa çıkmak zorunda kaldım. Belki benim yerimde başkası olsa geri dönerdi Ankara’ya ama ben özgürlüğümü kazanmak için devam ettim. Bu nedenle evlenmek, o güne kadar uğruna çabaladığım her şeyi yerle bir etmek demekti. Evlilik o yüzden uzaktı. Bundan birkaç sene önce de erkek arkadaşımla bir öpüşme sahnesi yüzünden sorun yaşadık ve ayrıldık. Annem o zaman bana “Herhalde bu adam yüzünden bu sahneyi çekmezlik yapmayacaksın. Bu iş uğruna yıllarca bizimle konuşmamayı göze aldın. Şimdi bütün bunları elinin tersiyle itmeyi mi düşünüyorsun” dedi. Haklıydı, benim hayatıma girecek adamın önce işime saygı göstermesi lazım... Öyle bir korkum vardı, şimdi bunu yendim. Beni anlayan ve benim anlayabildiğim biriyle hayatımın sonuna kadar beraber olabilir miyim bilmiyorum ama ‘hayat arkadaşlığı’ çok özel bir kavram ve onu yaşamayı istiyorum. Kitabımda da bunu sorguluyorum aslında...

SENARYOSU YAZILIYOR

“Bağlanma Korkusu”nun filmi de çekilecekmiş, doğru mu?

- Senaryosu yazılıyor şimdi. Görüştüğümüz birkaç kişi var. Kısmet tabii... İnsanlar önce bir kitabı sevsinler, filme ondan sonra bakacağız. Benim yazdığım her kitabı senaryo haline getirmek gibi bir isteğim yok, bu durum sadece “Bağlanma Korkusu” için geçerli. Çünkü insanlara “Bir dakika, hey, durun!” demek, şunu anlatmak istiyorum: Hayat çok hızlı akıyor ama bundan 30 sene sonrasını hiçbirimiz bilmiyoruz. Önümüze gelen fırsatları elimizin tersiyle itip geçiyoruz, fakat yaşlanınca ne olacağını bilmiyoruz...

Sadece yaşlılığı düşünerek evlenmek, o döneme yatırım yapmak, ikiyüzlülük olmaz mı?

- Kitap da bunu sorguluyor zaten. Hayat böyle bir şey. Kimse yaşlandığı zaman kendini yalnız hissetmek istemez. Belki de benim en büyük korkum yaşlanmak ve yalnız kalmak olduğu için bunu yazdım... Yaşlanmaktan kastım şu görüntümü kaybetmek değil. Bana haz veren, yapmaktan zevk aldığım bir sürü şey var. Amaçlarım, hayallerim var. Bunları gerçekleştirmek için başka şeyleri hep erteledim. Fakat bir süre sonra bana zevk veren her şey anlamını yitirecek, çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. O zaman hayat ne olacak? Hayat, başka türlü akıyor olacak...

O TEŞEKKÜRÜ YAZMALIYDIM

İki kitap ve köşe yazılarınızdan sonra oyunculuğu bırakmayacaksınız değil mi?

- Hayır, şu an yeni projeler için görüşmeler yapıyorum. Senaryo konusunda seçici davranıyorum, çünkü yapacağım işin çok doğru olmasını istiyorum. Bundan sonra yapacağım işin bir öncekinden üstte olması gerekiyor. Doğru hikâye ve doğru karakteri bulmaya çalışıyorum.

İlk kitabınızın arkasında Ahmet Hakan’ın yorumu vardı, “Kitabı okudu ve yazdı” demiştiniz. Teşekkür yazısında da “Ahmet’e teşekkür ederim” yazmışsınız. Bu teşekkür yazısını koyarak haber olacağınızı biliyordunuz sanırım, aşk dedikodularının tekrar çıkacağını da...

- Teşekkür yazısını koydum, çünkü kitabın adını koyma aşamasında çok büyük yardımı dokundu. Benim kafamda başka isimler vardı, o yüzden o teşekkürü yazmak zorundaydım. İki kişiye teşekkür ettim; biri yayın yönetmeni, diğeri de o.

“Benim içimdeki, kendimin bile bilmediği gizli kalmış bir yeteneğin ortaya çıkmasına neden olduğu için...” diyorsunuz teşekkür yazınızda. Yazmaya sizi Ahmet Bey teşvik etti diyebilir miyiz?

- Ben bunları çok konuşmak istemiyorum aslında. Zaten orada yazdım. Gerektiği anlarda gerektiği gibi destekledi, bunun için teşekkür ettim sadece.

Haberin Devamı

NE KADAR KAVGA O KADAR AŞK

Kitapta aşkın tanımları da var. Sizce aşkın tanımı var mı?

- Aşkın tanımı herkese göre farklıdır. Kitaptaki Bahar karakterinin aşktan anladığı şu mesela; “Belki de aşk, hiç gelmeyeceğini düşündüğün birini beklemekten hiç vazgeçmemektir.” Aşkın en gizemli tarafı, tam olarak bir tanımının olmaması... Huzursuzluktur aşk. Bir ilişkinin içine huzur girdiğinde, orada aşk kalmıyor aslında. Ne kadar gelgit, kavga gürültü varsa, o kadar aşk vardı. Kalp atışı gibi. Hani hastanelerdeki cihazlarda kalp atışı görünür ya, onun gibi inişli çıkışlı bir şey benim için aşk. Hayat da öyle bence, benim hayatım hiçbir zaman düz bir çizgi olmadı.

Haberin Devamı

HERKES ‘ÇAKARAK’ GÜNDEME GELİYOR

Köşe yazısı yazmaya devam ediyorsunuz. “Medya bir cadı kazanı” demişsiniz ama içinde olmaya da devam ediyorsunuz...

- Bir sene oldu yazmaya başlayalı. Gayet güzel gidiyor. Bir şekilde kendimi yansıtan bir format oluşturduğuma inanıyorum. Eleştirilen konumundan eleştiren konumuna geçmek de keyifli. Mesleğim gereği bu dünyanın içindeyim. Ve bu dünyada herkes birbirine deyim yerindeyse ‘çakarak’ gündeme geliyor. İnsanlar sorunlarını anlatmaktansa, birbirlerinin yazılarını okuyup “Hadi ona çakayım” diyorlar. Bir de kendilerini Tanrı zannetme durumları var. Bu yüzden kaynayan bir kazan burası. İki camia için de “acayip” derler ama öbür tarafta arkadan hançerleme durumu olmaz.

Oyuncular arasında da basına demeç verme, arkasından konuşma gibi durumlar olmuyor mu?

- Sırtından bıçaklamaları pek görmedim ben. En azından benim etrafımda yoktu böyle şeyler.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!