Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Güncelleme Tarihi:

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 26, 2017 14:15

İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından, gelecek ay 15. kez düzenlenecek İstanbul Bienali’nin teması “İyi Bir Komşu” olarak belirlenince, komşuluk üzerine yeniden kafa yormaya başladık. Komşuluk, mahalle hayatına dair pek çok şey gibi mazide kalmış, nostaljik bir ilişki biçimi mi, yoksa dönüşebilir mi? Komşu hâlâ komşunun külüne muhtaç mı? Hem sonra kim o iyi komşu? Bize benzeyen, bizim gibi yaşayan biri mi? Rengi, dili, inanışı, cinsel tercihleri, siyasi fikirleri farklı olanlara, ön yargıya kapılmadan kapımızı açıyor muyuz? Rezidans ve modern site hayatının, geleneksel komşuluk ilişkilerini erozyona uğrattığını, kapı komşularının bile birbirini tanımadığını, yaşayanlar tespit ediyor ama uzmanlara göre bu ‘ilişkisizlik’ halinden ufak çabalarla dönüş mümkün.

Haberin Devamı

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

“Eskinin Erenköy’ü, Nişantaşı’sı, Kalamış’ı, Yeşilköy’ü, Bakırköy’ü ve
hatta Etiler’i bile yoktu artık. Bu mahalle ilişkileri ortadan kalkınca da hayatımızdan çok önemli bir şey eksilmişti. Bu eksiklik, ‘ait olma hissi’ydi. Çünkü Etiler de, Kalamış da, Yeşilköy de eskisi gibi değildi. Hiçbirimiz, yaşadığımız yere ‘ait’ hissedemiyorduk kendimizi, çünkü hem iş güç hem de zamanın şartları bizi hayatımıza anlam katan bir şeyden vazgeçmeye zorluyordu...” Rıfat Bali’nin 15 yıl önce yayımlanan kitabı ‘Tarz-ı Hayattan Life Style’a’da modern sitelerin ortaya çıkışı, bu sözlerle anlatılıyordu.

Güvenlikli modern sitelerin, rezidansların hayatımıza girişi 90’lı yılların sonları ile 2000’lerin başına denk geliyor. Benzer sosyal ve ekonomik sınıflardan insanların, güvenlik ve konfor beklentisiyle tercih ettikleri bu yaşam biçimi, İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde son 20 yılın en önemli
değişimlerinden birine yol açtı:
Mahallenin ve komşuluğun tanımı, yaşanma biçimi değişti.

Haberin Devamı

İstanbul Bienali, 16 Eylül-12 Kasım arasında bize ‘iyi bir komşu’ hakkında sorular sordurmak üzere geliyor. Bienal’in İskandinav küratörleri Elmgreen & Dragset sanatçı ikilisi, “Sana benzeyenlerle bir arada yaşamak kolay. Önemli olan, yeni hayatlara açık olmak” diyor. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Doç. Dr. İmre Özbek Eren’e göre, insan değiştikçe ilişki kurma biçimi de değişiyor: “Bütün kadim kültürlerin ve şehir hikâyelerinin bir yerlerinde saklıdır komşuluk. Belki insanın kendi iç dünyasının bir adım ötesinde olduğu için, belki ev’inden sonraki ilk sosyal bağı olduğu için, belki de ‘külüne muhtaç olduğu’ için... Günümüzde, insanın temel gereksinimleri değişmekle birlikte, toplumsal pratiklerin, kültürel normların veya günlük ritüellerin değişmesine bağlı olarak bu türden yakın ilişkilere yüklenen anlam biraz değişmiş görünmekte.”

Cep telefonu yüzünden neredeyse 7/24 çalışan, her gün trafikle boğuşan, sosyal medyadaki yüzlerce/binlerce takipçi ve arkadaştan günün her saati mesaj alan ve bu arada hakiki sosyal hayatı idare etmeye çabalayan günümüz insanı, komşusunu tanımakla eskisi kadar ilgili değil. Pek çok kişi, apartmanda veya asansörde kimseye rastlamadan evinin kapısını kapamanın derdinde. Tanımayınca, komşuya güven duymak da o kadar kolay değil. Ipsos araştırma şirketinin 2016 Türkiye’yi anlama kılavuzuna göre, komşusuna güven duymayanların oranı yüzde 7, ‘ne güveniyorum ne de güvenmiyorum’ diyerek umursamazlığını dile getirenlerin oranı ise yüzde 42.

Haberin Devamı

Geçen yıl, İstanbul Başakşehir’de güvenlikli bir sitede üç ay yaşayan ve izlenimlerini ‘Bir Güvenlikli Site Hikâyesi: Gündelik Hayatın Dönüşümüne Otoetnografik Yaklaşım’ başlıklı makalede toplayan bağımsız araştırmacı Leyla Bektaş Ata ise notlarında şöyle diyor: “Daireye taşındığımda kendi katımda yaşayanları en azından simaen görebilmek ve kendimi tanıtabilmek için küçük çay tabaklarına pişirdiğim kurabiyelerden koyarak dağıttım. Birçoğunun büyük bir şaşkınlık, beni tanımadıkları için tedirginlikler yaşadığı bu karşılaşmalar, birkaç gün sonra çay tabaklarını çeşitli ikramlarla geri dönmesiyle sonuçlandı... Karşı komşum akşam yemeğine davet etti. Balkonunda uzun uzun sohbet ettik.Suudi Arabistanlı erkek komşum, yarı Türkçe yarı Arapça şükranlarını sundu ve koca bir kutu hurmayla geri geldi.  Bazı dairelerin kapısı farklı zamanlarda denediğimde de açılmadı. Sitede yaşadığım süre içerisinde insanların birileriyle tanışmak için girişimde bulunmaktan çoğu zaman çekindiğini, ancak karşı taraf yaklaştığında çoğunlukla kapalı olmadıklarını gördüm.”

Haberin Devamı

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Cenk Öz’ün de yaşadığı türden, çok katlı, AVM’li rezidansların ıssız koridorları otelleri andırıyor.

NASA, MARS YERİNE BURADA HAYAT ARAYABİLİR

Cenk Öz / Gazeteci

Rezidans hayatındaki bu ıssızlık, İtalyan ‘spagetti western’ filmlerinin yalnız kovboylarına bile fazla gelebilir.

Rezidans hayatım, sevgilimden ayrılmamla başladı. ‘Rahat olsun, minimal olsun, beni yormasın’ diyerek,  iş yerime yakın bir rezidansa taşındım. Bu açıdan bakıldığında rezidanslar, bekâr erkekler için optimum çözüm sunan ‘kiralıklar’. Boya badanaydı, çöp toplama saatiydi, tesisatçı bulma gerginliğiydi gibi kaygılar, rezidans dairelerine çok uzak. Bir telefonla tüm bu işleriniz halloluyor, çöpünüzü de her katta bulunan ‘çöp odası’na bırakıp arkanıza bakmadan kaçabiliyorsunuz. Gelin görün ki, maddi hayata dair her türlü olanağı ve rahatlığı sağlayan bu konutlar, manevi hayata geldiğinde tam anlamıyla ‘kapı duvar!’

Haberin Devamı

Zaten daha daireyi kiralamaya gittiğimde, Hilton’da uzun süreli oda tutuyor hissine kapılmıştım. Kiralama sürecinde ortalıkta gördüğüm tek canlı, danışmadaki görevlilerdi. Danışmadan asansöre, asansörden uzun koridor boyu daireye gidene kadar, sinek bile yoktu. Bu kadar ıssızlık, İtalyan ‘spagetti western’ filmlerinin yalnız kovboylarına bile fazla gelebilir. Çünkü daireyi kiraladıktan sonraki altı ay içinde de gördüğüm insan sayısı 10’u geçmedi. Bu insanlardan biri gayet alımlı bir hanım, diğerleri ya benim gibi bekâr erkekler ya İstanbul’a geldiklerinde otelde kalmak yerine burada daire kiralayan işadamları ya da memleketlerindeki savaştan veya sıcaktan kaçan Araplardı.

Haberin Devamı

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Ailesiyle yaşayanlar sadece Arap olduğundan, arada bir duyulan çocuk bağırışları da doğal olarak sadece Arapçaydı. ‘Ne güzel uluslararası ortam’ diyebilirsiniz, ancak arada iletişim engeli var ve ayda yılda bir rastladığınız komşulara bir ‘Günaydın’ deyip karşılık alamayınca kendinizi Ay’daki Neil Armstrong gibi hissediyorsunuz.

Sözün özü, en azından oturduğum yaklaşık 500 daire ve üç dev bloktan oluşan rezidansta ‘hayat’ ya da daha doğrusu ‘hayatsızlık’ böyle. NASA, Mars yerine burada da hayat arayabilir. Herkes kendi halinde, kimse kimseyi görmüyor, komşuluk ilişkisi yok ve tüm rezidans sakinleri bunun asla gerçekleşmemesi için gerekli çabayı esirgemiyor.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

İYİ BİR KOMŞU GÜVEN VERİR, BİZE YALNIZ OLMADIĞIMIZI HATIRLATIR

Doç. Dr. İmre Özbek Eren / MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü, ‘Mahalle’ kitabının yazarı

Mimari, komşuluk ilişkilerini nasıl etkiliyor?

- Mekânın, toplumsal yaşam pratiklerini hatta insanın psiko-sosyal yapısını etkilediği bir gerçek. Örneğin, insanın aidiyet, yaşadığı yeri sevme gibi ihtiyaçlarıyla çelişen, kendisini yalnızlaştıran, güvenli kamusal mekânlara fırsat tanımayan yaklaşımlardan bahsedilebilir. Dolayısıyla, mekânın komşuluğu etkilediği, yeni komşuluk biçimlerine imkân tanıdığı söylenebilir.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Konut mimarisini biçimlendiren ne oluyor? Zamanın ruhu mu?

- Bugün konut mimarlığında, çoğunlukla yerden ve özgün koşullardan (iklim, yön, kullanıcı gereksinimleri vs) bağımsız bir üretim sürecine tanık oluyoruz. Hemen her yerde birbirinin benzeri konutlar, siteler var. Özellikle son yıllarda, konut mimarisinde popüler kültürün ve modern-sonrası dünyanın değişen gereksinimlerine bağlı  birtakım unsurların son derece etkili olduğunu görüyoruz. Örneğin, ‘kriz toplumu’nun ihtiyacı olan güvenlik arayışı, enformasyon teknolojileri ile olan bağ, kentsel hizmetlere hızlı erişim, yatırım aracı olarak uygunluk veya psiko-sosyal veya ekonomik bağlamda kendisi gibi olanlarla bir arada olma isteği gibi bazı taleplerin belirgin etkilere sahip olduğu söylenebilir. Kentsel doku ölçeğinde ise, planlama ve tasarım kararlarında son derece etkili olan yasal düzenlemelerden, kentsel politikalardan ve gayrimenkul sektörünün belirleyiciliğinden
bahsetmeliyiz.

Kitabınızın başında alıntıladığınız gibi bugün hâlâ komşu komşunun külüne muhtaç mı?

- Günümüzde değişen yaşam pratikleri içinde insanlar bir koşturma içinde. Bu hareketlilik, zamanın görece hızlılığı, çabuk geçmesi, gibi koşturmalar içinde, özellikle büyük şehirlerde sanırım bu ihtiyacı hissedecek bir boşluk da yakalanmıyor. Oysa, hızın göreceli olarak düştüğü, zamanın da benzer biçimde daha sakin aktığı söylenebilecek kent dışı yerleşmelerde veya ‘yazlıklarda’ bu türden yakın ilişkilere daha çok yer açıldığı söylenebilir. Komşuluk, bireysel ve toplumsal günlük döngülere oldukça bağımlı. Kendiliğinden, yerine özgü ve doğal süreçlerle biçimlendiğinde karşılıklı etkileşim ve mahalle kültürü canlılığını sürdürebilir. Suni birtakım araçlarla kurulmaya çalışılan mahalle veya komşuluk ilişkileri ise başka tür bir sosyal alana karşılık gelmekte. Ancak komşuluğun zayıf olduğu mahallelerde dahi, örneğin düğün, ölüm gibi olağan dışı durumlardaki dayanışma, komşuluğun toplumsal bellekte halen izlerini sürdürdüğünün de bir kanıtı sayılabilir.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Bugün büyükşehir insanı, geleneksel mahalle hayatını, TV dizisi nostaljisi ötesinde gerçekten istiyor mu? Mahalle içinde bazı sorumluluklar ve sınırlamalar da barındıran bir şey ve o sorumluluklara ayıracak zamanımız var mı?

- Aslında bu soru, bugün mahallenin içinde olduğu gerilime işaret etmekte. Bu türden bir sorumluluk ve paylaşımı istemeyen bugünün insanı, kolaylıkla kendisine bu anlamdaki ihtiyaçlarına cevap verecek veya tekillikleri destekleyebilecek türde konut ve yaşam alanları bulabilir. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde son derece çeşitli ‘yeni mahalleler’, ‘rezidans’lar olduğunu hep birlikte izliyoruz. Nerdeyse bir mahallede olabilecek her türlü hizmetin, güvenliğin sağlandığı konutlar söz konusu. Bunun dışına çıkarsak mahalle, zaten içe dönük bir sistemdir. Bu sistem içinde bir denge, karşılıklı paylaşım, sorumluluk vardır. Ancak mahallenin, modern paradigma ile karşı karşıya kalmaya başladığı noktada, mahalleyi kuran sosyal ilişkiler, günlük pratikler, beklentiler değişmeye başlamıştır. Geleneksel olan bütünlüğün bozulmaya başladığını görüyoruz. Büyük kentlerde yaşayanlar için, çalışma koşullarının, mesafelerin zamana karşı yarışması, zamanın yetmemesi, evet bu ilişkileri zorlamakta. Ama  her bireyin kendi seçimlerinde saklı bir payı da var tabii ki.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Araştırmacı Leyla Bektaş Ata, komşularıyla tanışabilmek için kurabiye ikram etmiş.

YENİ KOMŞULUK, YENİ TÜRKİYE’NİN SONUCU

Leyla Bektaş-Ata / Bağımsız araştırmacı

Güvenlik, mahalle seçiminde ne kadar etkili? Güvenlik için vazgeçilen şeyler var mı?

- Aslında güvenlik için arza paralel olarak yaratılan bir talep demek mümkün. Dünya metropollerine kıyasla, İstanbul hâlâ suç oranının çok yüksek olduğu bir kent değil. Ancak ‘güvenlikli site’ konseptinin geliştirilmesi ve çok güçlü bir güvenlik tehdidi varmışçasına reklamının yapılması bir hayli etkili oldu. Güvenlik kavramı bir anlamda statüyle eş tutuldu. Ataşehir’de çok lüks bir rezidansta yaşayan bir görüşmeci, beni yolcu ederken, “Koridorda şimdiye dek gördüğüm tek kişi sizsiniz” demişti. Yani güvenlik için insan ilişkilerinden, bir selamlaşmaya dayalı komşuluk ilişkisinden bile yoksun kalınıyor. Yüz yüze bakmadan, temassız bir şekilde yüzlerce kişiyle aynı ortamda yaşanıyor.

Deneyimlerinize bakılırsa, içeride güvenlik vaadeden sitelerin içiyle dışı arasında tezat var.

- Burada iç içe geçen birçok mesele var. Büyük siteler, ya daha önce kentleşmeye açılmamış ya da gecekondu mahallelerinin ortadan kaldırılmasıyla ortaya çıkarılan alanlara inşa ediliyor. Orada önceden oturan insanlar, kentin daha da periferisine itiliyor. Evlerini ve bazen işlerini de kaybedebiliyorlar. Böyle olunca geçimini sağlayamayan bir grup insan ortaya çıkarıyorsunuz ve bu gruba karşı güvenlik önlemleri alıyorsunuz. Bir de yol meselesi var. İstanbul’da uygulanan otoyol eksenli kent planlaması ve yerleşim, site reklamlarında çok matah bir özellikmiş gibi öne çıkarılıyor. Ancak böyle bir yerleşim kaçınılmaz olarak otomobile bağımlı bir hayatı dayatıyor. Sitede yaşarken elimden geldiğince toplu ulaşım araçlarını kullanmaya çalıştım. Otobüs durağına gidene dek, çevreyolunun kenarından yürümek gerekiyordu. Tahmin edeceğiniz üzere kaldırım yok. Yanınızdan 100 km’nin üstünde hızla araçlar geçiyor. Kadın olarak kentin her noktasında maruz kaldığımız güvenlik sorunu, elbette çevreyolu kenarında misliyle karşımıza çıkıyor ve yemediğiniz laf, küfür, korna kalmıyor.

Komşudan tek talep ‘Bana zararı olmasın’

Siz yeni komşuluğu nasıl tanımlarsınız?

- Bana kalırsa yeni komşuluğu yeni Türkiye’den bağımsız ele almak pek mümkün değil. İnsanların birbiriyle iletişime geçmekten imtina ettiği, herhangi bir konuda rahatsızlığını dile getirdiğinde başına ne geleceğinden emin olamadığı bir dönem yaşıyoruz. Bu durum komşuluk ilişkisine de yansıyor. Korku, içine kapanmayı ve kendini koruma mekanizmasını tetikliyor. “Bana zararı olmasın” diyor görüşmeciler, bir komşudan beklentilerini sıralarken. Talep temassızlık ve kendini koruma üzerine kurulu. Bu yüzden herhangi bir sorun söz konusu olduğunda iletişime geçmek, uyarmak, çözüm üretmek yerine sineye çekmek, geçiştirmeye, görmezden gelmeye çalışmak öne çıkıyor. Bu komşulukta bir diğer beklenti, gelir düzeyinde benzeşmek.

Yeni komşuluk, kadınları, erkekleri ve çocukları farklı farklı mı etkiler?

- Kadın çalışmıyorsa, yeni yaşam alanları daha yalnız ya da sınırlı alanlarda vakit geçirmeyi dayatıyor. Geleneksel komşuluk ilişkisinde bir hanedeki çocuk mahallenin çocuğudur ve sokakta oynarken herkesin gözü üzerindedir. Bu yeni tip yaşam alanlarında site güvenlikli olmasına rağmen kadın çocuğun peşinden beş dakika bile ayrılamıyor. Bütün sosyal ilişkileri çocuğun ihtiyaçları çerçevesinde kuruluyor. Çocuklar kavgalarında, oyunlarında, küskünlüklerinde kendi başına hareket edemiyor. Geleneksel bir mahallede, özlemini duyduğumuz komşuluk ilişkileri içinde büyüyen bugünün orta yaş grupları, bu yaşam biçiminin kendilerine kattığı en önemli özelliğin özgüven ve sorunlara çözüm üretebilme yeteneği olduğunu ifade ediyor. Bugünün çocuklarının ileride bunu söyleyebileceğinden emin değilim. Sitede yaşarken neredeyse hiçbir erkekle sohbet edemedim. Çünkü ortak alanları nadiren kullanıyorlar. Çoğunlukla işten eve, evden işe bir yaşam biçimine sahipler. Belki de sosyalleşme ihtiyaçlarını işyerlerinde giderdikleri için yaşadıkları yerlerden bu tür talepleri pek yok. Rezidansta yaşayan bir erkek görüşmeci, “Kutularda yaşıyoruz” diye kendini ifade etmişti. Sabah kalk, asansörle otoparka in, otomobili bir sonraki kutunun otoparkına bırak, asansörle çık ve gerisin geri eve dön.

Türk-Arap komşuluğuna dair gözlemleriniz neler?

- Arap ülkelerinden gelenler gürültücü, savruk, düzen bozucu, pis, dağınık olarak görülüyor. Yabancılar ise burayı bir tür yazlık, otelden daha rahat bir yaşam alanı olarak görüyor. Yerlilerin, yabancıların siteyi istila ettiğini, ev sahibi pozisyonundaki Türkiyelilerin elindekileri almakla, onun yerine geçmekle tehdit ettiğine dair endişeleri var. Burada yaşarken, müşteri pozisyonunda olmadığı sürece hiçbir yerlinin bir yabancıya selam verdiğine ya da göz teması kurduğuna tanık olmadım. Bir görüşmeci, “Peygamber soyu oldukları için ağır konuşmak istemiyorum ama pisler!” demişti.

Sizinİyi bir komşu’ tarifiniz nedir?

- Doktora tez araştırmamı yapmak için çocukluk mahalleme geri döndüm ve beni büyüten kadınlarla görüşmeler yapıyorum. Tırnaklarıma ilk ojeyi süren, annem işe gittiğinde yemek yapan, annemden yiyeceğim terliğin önüne geçen kadınlarla. Ancak bir yandan da bu koruma mekanizmasının ben ve benim gibi genç kadınlar üzerinde çok hızlı bir şekilde gözetime, baskıya uzanabildiğine tanık oldum. Ne giydiğine, nereye, kiminle gittiğine dek bir kontrol mekanizması vardı. Belki bu yüzden şimdi yaşadığım apartmanlarda anonimleşmeyi seviyor, bununla birlikte beni büyüten kadınları özlüyorum. Tarifim bu ikisinin arasında bir yerlerde geziniyor.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

ANKARA’DA 30 YILDA ÜÇ MAHALLE YOKTAN YAPILDI

Deniz Zeyrek / Gazeteci

Ankara’ya 1987’de geldikten sonra oturduğum ilk semt, Mamak’tı. Bir tarafında Ulucanlar Cezaevi’nden Ankara Kalesi’ne dek uzanan gecekondu evleri, diğer tarafında Hacettepe Üniversitesi Kampüsü’nü çevreleyen tarihi Ankara evleri... O yıllarda ‘dağ başında’ denilen ODTÜ’ye gidebilmek için çok uzaktı.

Sonraki yıllarda, Cebeci, Yenimahalle, Keçiören, Demetevler, Batıkent, Dikmen, Çukurambar ve Yüzüncü Yıl semtlerine yolumuz düştü.

Geçen 30 yılda Batıkent, Yenimahalle, Keçiören ve Demetevler genişledi ama imar yapısı çok değişmedi. Ümitköy, Yaşamkent, Çayyolu yoktan yapıldı. Macunköy, Dikmen, Çukurambar gibi şehrin orta yerinde kalan gecekondu semtleri başka yerlere dönüştü.

Yazıya oturmadan önce son üç mahalleyi gezdim. Başı göğe değen ultra lüks  rezidanslara, AVM’li, ofisli gökdelenlere, genişlemiş, aydınlanmış caddelerdeki restoranlara, lüks mağazalara, zenginlikle birlikte çoğalan banka şubelerine baktım.

Sokakta top oynayan çocuklar yok artık

Bir zamanların kiremit rengi çatıları, gecekonduların Turan Erol, Nevzat Akoral gibi Ankaralı ünlü ressamlara ilham veren rengârenk duvarları, dar sokaklarla gecekondular arasındaki taş duvarları, sokakta top oynayan çocukları, kapı önünde kadınlı erkekli sohbet eden mahalle sakinlerini düşündüm.

90’larda ODTÜ’nün hemen doğusunda Yüzüncü Yıl semti vardı. Yüzüncü Yıl’da ev kiralayamayanlar, Çukurambar’da bir gecekondu bulmaya çalışırdı. Çukurambar, Atatürk Orman Çiftliği’nin parçasıydı. Bakkalıyla, mahalle kahvesiyle taşradan gelen yoksul öğrenciler için ideal bir mahalleydi. Final haftasında ders çalışmak için toplandığımız arkadaş evinde, komşu ninenin getirip zorla yutturduğu okunmuş pirinçleri hâlâ konuşuruz.

Çukurambar, AK Parti iktidara geldikten sonra en çok değişen semt oldu. Gecekonduların tamamı yerlerini devasa plazalara ve sitelere bıraktı. Dar gelirlilerin yerine, yönetici, üst gelir grubu yerleşti.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Dikmen Vadisi

Geçmişle geleceğin kesiştiği yer: Dikmen

Dikmen sırtlarından Or-an semtine geçtim. O yıllarda milletvekili lojmanlarının bulunduğu yerde bugün lüks bir site ile iki büyük AVM var. O AVM’lerin arkasından Dikmen Vadisi’ne doğru yol aldım. Kuzeybatıya doğru uzayan vadinin beş etabından üçü dönüşmüştü. Altı kilometrelik vadide 785 gecekondu yıkılmış, iki yana lüks konutlar inşa edilmişti. Kalan 443 gecekondu ile anlaşılırsa Yukarı Ayrancı’dan başlayıp, Or-an semtine uzanan bir dönüşüm gerçekleşmiş olacak.

Kuzey batıya doğru ilerledim. Hiçbir düzeni olmayan şekilsiz sıralanmış gecekondular bitti ve dönüşmüş vadi evleri ile ortasındaki rekreasyon alanı başladı. Geçmişten geleceğe atlamış hissine kapıldım. Sağlı sollu kafeler, fıskiyelerle dolu süs havuzları, mahallenin yeni sakinleri için yapılan yürüyüş yolu...

20 yıl önce, bir arkadaşımız burada bir gecekonduda oturuyordu. Asgari ücretle gücü oraya yetiyordu. Şimdi, o gecekondunun yerine kurulmuş, yedi basamaklı rakamlara satılan evlerde büyük esnaf, ünlü müteahhitler, sanayiciler, siyasetçiler, üst düzey bürokratlar, diplomatlar oturuyor. Yüksek binalardaki dairelerde balkon, mahallede bakkal yok. Alışveriş için projenin parçası olan AVM’ye gitmeniz gerekiyor.

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

Yeni nesil konut projeleri, şehirlerin sınırlarını da genişletiyor, insanları merkezden koparıyor. Fotoğraf İstanbul Maltepe’den...

Tanımadığın komşuna ilk selamı sen ver

İstanbul’un gökdelenler bölgesi olarak anılan Maslak’ın silüeti, yeni tip yaşam biçiminin temsili: Yüksekli katlı binalarda güvenlikli, steril ve mesafeli...

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!