İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında!

Güncelleme Tarihi:

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında
Oluşturulma Tarihi: Ocak 03, 2021 07:00

Yuval Noah Harari bir tarihçi ama ona geçmişten çok gelecek soruluyor. Salgın patlak verdiğinde CNN, Financial Times, Time hemen onun kapısını çaldı, pandemiyle ilgili görüşlerini öğrenmek istedi. Biz de Harari’yle yeni kitabı vesilesiyle konuştuk. COVID-19’un bırakacağı izlere ilişkin sorularımızı her yıl girdiği iki aylık sessizlik inzivasından hemen önce yanıtladı.

Haberin Devamı

Doktorasını Oxford’da tamamlamış, Kudüs İbrani Üniversitesi’nde görev yapan bir tarih hocasıydı. Birinci sınıf öğrencilerine verdiği temel tarih dersi için hazırladığı notlardan yola çıkarak bir kitap yazdı. Aslında bu kitapta yeni bir bilimsel veri yoktu. Ama bilinenler özgün bir bakış açısıyla ve çok akıcı bir üslupla aktarılıyordu. 2011’de çıkan kitap üç yıl sonra İngilizceye çevrildi. Kısa sürede çoksatan oldu, Barack Obama’nın, Bill Gates’in önerdiği kitaplar arasına girdi, 100 milyona yakın bir satış rakamına ulaştı. ‘Sapiens’in yazarı Yuval Noah Harari (44) bugün dünyanın görüşleri en çok merak edilen entelektüellerinden biri. Sonraki kitapları ‘Homo Deus’ ve ‘21. Yüzyıl için 21 Ders’ de çok ilgi gördü. Şimdiyse insanlık tarihini grafik roman formatında, renkli kahramanlar ve eğlenceli hikâyeler eşliğinde okurla buluşturuyor.

Haberin Devamı

Sizinle 2018’in son günlerinde bir röportaj yapmış, “Yeni yıldan umutlu olmak için yeterince sebep var mı” diye sormuştum. Siz de “Tarihin en barış dolu dönemindeyiz. Artık kıtlık ya da salgın nedeniyle daha az insan ölüyor. Çoğu zaman ne kadar şanslı olduğumuzu unutuyoruz” demiştiniz. 2020 çok zor bir yıldı. İyimser bakış açınızı koruyor musunuz?

Global bir kriz yaşadığımız aşikâr; çok fazla kişi hayatını kaybetti, büyük ekonomik zorluklarla mücadele eden de çok. Ama pandemi geçecek. Uzun insanlık tarihinde herhangi bir olay olarak yerini alacak. 100 sonra gezegenimizde yaşayanlar bu pandemiyi zar zor hatırlayacak. Tıpkı bizim 1918’deki grip salgınını güçlükle hatırlamamız gibi.

Yaşarken öyle gelmiyor tabii...

COVID-19’dan çok daha beterlerini görmüştük. Dünya Savaşları daha kötüydü. Soğuk Savaş daha kötüydü. Veba çok daha kötüydü. Bu pandemi ‘büyük resmi’ görmemizi engellememeli.

Şeker baruttan tehlikeli

Nedir o ‘büyük resim’?

21’inci yüzyılın başı hâlâ tarihin en barışçıl ve en refah dolu dönemi. Artık açlık, obeziteden daha az insanın ölümüne sebep oluyor. Şiddet, kazalardan daha az can alıyor. Koronavirüse rağmen salgınlar daha az ölümcül. Bu çağda şeker, baruttan daha büyük bir tehlike!

Haberin Devamı

İnsanlık bunu nasıl başardı peki?

Bu büyük başarılar; işbirliği, ortak çıkarlar ve hoşgörü gibi kuralları olan global liberal düzen sayesinde oldu. Rusya gibi çarpıcı istisnaları saymazsak bugün çoğu ülke komşularını işgal etmenin hayallerini kurmuyor. Gayrisafi milli hasılalarının sadece yüzde 2’sini savunmaya, bunun çok daha fazlasını eğitime ve sağlığa harcıyorlar.

‘Mutlu son’a ulaştık mı yani?

Maalesef. Vardığımız bu harika noktayı kanıksadık. Bunun sonucu olarak da aşırı derecede dikkatsiziz. Kırılgan global düzeni güçlendirmeye çalışmak yerine onun altını kazıyoruz. Global düzen, herkesin içinde oturduğu ama kimsenin kırık dökük yerlerini onarmadığı bir ev gibi... Birkaç yıl daha dayanır. Bu şekilde devam edersek çöker. Ve biz kendimizi yine savaş halinde buluruz. Eğer bu olursa tekrar şeker yerine barut için endişelenmeye başlayabiliriz.

Haberin Devamı

Seks, AIDS’e rağmen hayatımızda kaldıysa sarılmak da COVID-19’a rağmen kalacaktır

Bu pandemi insanlığın daha önce yaşadığı sağlık krizlerinden ne kadar farklı?

2014’teki Ebola salgınında dünyaya liderlik eden ABD bu kez bu işi üstlenmedi. O zaman salgının küresel bir faciaya dönüşmemesi için yeterince ülkeyi desteklemişti. Ama bu kez Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara desteğini kesti. Ve bu ABD’nin artık kimseyi dost olarak görmediğini, sadece çıkarlarını gözeteceğini çok açık şekilde ortaya koydu. Bu pandemi, milletleri işbirliğine teşvik etmek yerine uluslararası sistemdeki tansiyonu arttırdı. Şu an global liderlik diye bir şeyden söz etmek mümkün değil. Dünyanın bu hali, içinde yetişkinin olmadığı bir odaya benziyor.

Haberin Devamı

Geçmişe kıyasla bugün hiç avantajımız yok mu?

Var, hem de çok büyük bir avantajımız var; bilimde geldiğimiz nokta. 14’üncü yüzyılda veba Asya ve Avrupa nüfusunun çeyreğiyle yarısı arasında insanı öldürmüştü. Çünkü o dönemde hem ülkelerarası işbirliği azdı hem de bilim daha emekleme dönemindeydi. İnsanlar virüs ve bakteri diye bir şey olduğunu bile bilmiyordu! Salgını bir büyü zannediyorlardı ya da Tanrı’nın onları cezalandırdığını düşünüyorlardı. Nasıl korunacaklarına dair bir fikirleri yoktu. Ama bugün biliminsanları COVID-19’u iki haftada tanımladı, bir yıldan daha kısa sürede ona karşı aşılar geliştirdi. Pek çok açıdan insanlığın COVID-19’la savaşı müthiş bir bilimsel başarı örneği. Biliminsanları dünya liderlerinin yapamadığını yaptı. Birçok makalede ortak imzası olan araştırmacılar dünyanın farklı üniversitelerinde çalışıyor. Düşünsenize aynısını politikacıların yaptığını! Dünyanın durumu şu ankinden çok daha farklı olurdu... 

Haberin Devamı

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

Hâlâ sosyal hayvanlarız 

Koronavirüs sonrası dünya neye benzeyecek?

Uzun vadede en önemli değişiklik dijitalleşme olacak. COVID-19 bu süreci müthiş hızlandırdı. Bazı kurumlar ve işyerleri pandemiden sonra da büyük ölçüde dijitalde kalmaya devam edecek. Uzaktan çalışma ve uzaktan eğitim pandeminin hiç tahmin edemeyeceğimiz sonuçları. Artık kaynaklarımız tamamen değişebilir. Mesela üniversitelerde öğrenciler çevrimiçi eğitim almaya devam edecekse artık dersi Hindistan’da yaşayan bir da hoca verebilir.

Bu virüs hayatımıza girdikten sonra insanlar arasındaki fiziksel temas çok büyük ölçüde azaldı. Bu mesafelenmenin toplumlar üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

COVID-19 insan doğasının temel özelliklerini değiştirmeyecek. Veba değiştirmedi. 1918 salgını değiştirmedi. AIDS değiştirmedi. Bütün bu korkunç tecrübelerden sonra fiziksel teması seven sosyal hayvanlar olmaya devam ettik. Seks, AIDS’e rağmen hayatımızda kalmaya devam ettiyse sarılmak da COVID-19’a rağmen hayatımızda kalmaya devam edecektir. 

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

Sağlığa daha çok yatırım

AIDS’in büyük bir tehlike olduğu günlerden alınabilecek dersler var mı?

Kesinlikle. Hatta bir anlamda LGBTİ topluluğu pandemi sonrası dünya için bize bir model olabilir. 1980’lerde AIDS patladığında gay komünitesi çok zor zamanlar yaşadı. Pek çok ülkede hükümetlerin tavrı işleri onlar için daha da zorlaştırdı. Hastalığın tedavisi ve aşısı için çok az kaynak ayırdılar. AIDS’in nasıl yayıldığını, güvenli seksin ne demek olduğunu açıkça konuşmayı bile reddettiler.

LGBTİ topluluğu bu durum karşısında daha da kenetlendi...

Evet. Çaresizlik içinde kıvranmak yerine tepeden gelen bu ihanet onları güvenilir bilgi sağlayacak ve hakları için mücadele edecek taban örgütlenmeleri yaratmaya yöneltti. Korkunç hastalık yıllarından hiç olmadıkları kadar güçlenerek çıktılar. Ben de koronavirüsün tek bir davranışsal değişiklik yaratmasını dilerim; birlik olma. Bu kriz hiç olmazsa şunu görmemizi sağlasın: Herkes daha güvende olduğunda, biz de daha güvendeyizdir. Dünyada herkesin kaliteli bir sağlık sistemine erişimi varsa bundan sonraki pandemilerin kontrolü de daha kolay olur. Detaylar konusunda fikir ayrılıkları yaşayabiliriz ama sağlık sistemlerine daha fazla yatırım yapılması gerektiği 2020’den çıkarılacak ortak ders.

Bu röportajı okurken neler hissettiğinizi bilmek de mümkün olacak

Korkarak soruyorum; bu denli büyük bir salgınla baş etmek söz konusu olunca otoriter bir rejim demokrasiyle yönetilen bir ülkeye kıyasla daha mı etkili?

Çin’in salgının kontrolü için kullandığı yöntemleri kanıt gösterip “Otoriter sistemler bu tip krizlerle baş etmek için daha uygun” diyen yorumcular çıktı. Ama bu her zaman doğru olmak zorunda değil. Yeni Zelanda ve Güney Kore gibi demokratik değerleri askıya almadan, özgürlükleri ve insan haklarını feda etmeden de iyi iş çıkaran ülkeler var. Ayrıca İran gibi otoriter olup da korkunç yetersizlik gösterenler de oldu. Otoriter rejimler bu gibi kriz dönemlerinde çok hızlı karar alabilmelerinin ve bu kararları acımasızca uygulayabilmelerinin avantajını yaşarlar. Çünkü bütün önemli kararları tek bir kişi alır. Ama böyle zamanlarda otoriter olmanın dezavantajları vardır.

Mesela?

Güçlü liderler kötü haberler veren ya da kendi fikirlerini dürüstçe söyleyen devlet görevlilerini cezalandırır. Bu da bu görevlilerin hayati önemde bilgileri saklamalarına yol açar. Ama demokratik ülkelerde yetkililer bu hatayı yapsa bile bağımsız gazeteciler gerçekleri yayımlar. Herkes hata yapar. Ama pek çok diktatör hata yaptığını asla kabul etmemiştir. Sorumluluğu ‘yabancı düşmanlar’a ya da ‘vatan hainleri’ne yüklemek için medya üstündeki güçlerini kullanırlar. Ve sorunlarla baş etmek için daha fazla güç talep ederler. Oysa mesela ABD’de başkan hatalı bir iş yapsa bile kongre üyeleri, valiler, belediye başkanları başka yollar deneme özgürlüğüne sahiptir. Ve vatandaşlar da daha sonra bu yetersiz başkanı değiştirme özgürlüğüne...

Bu kriz dönüm noktası

Pek çok ülkede salgınla mücadele kapsamında vatandaşların sağlık ve lokasyon bilgilerini toplayan telefon uygulamaları kullanılıyor. Bugün gönüllü olarak verilen bu veri ileride nelere yol açabilir? ‘Biyometrik devletler’ mi geliyor?

Yaşadığımız kriz istihbarat tarihinde bir dönüm noktası. Çünkü kitlesel veri toplama araçlarını -şimdiye kadar bunları kullanmayı reddeden ülkelerde bile- meşru ve normal kıldı. Daha önemlisi, eskiden ‘derimizin üstündeki bilgiler’ önemliydi, artık ‘derimizin altındakiler’ önemli. Önceden nereye gittiğinizin, kiminle buluştuğunuzun bilgisi toplanırdı. Şimdi vücudunuzda neler olup bittiğinin bilgisi toplanıyor. Sağlık durumunuz, ateşiniz, tansiyonunuz... Eski istihbarat sistemleri sayesinde bu röportajı okuyup okumadığınızın bilgisine ulaşılabiliyordu. Ama artık bunu okurken neler hissettiğinizi bilmek de mümkün olacak. Okuduklarınıza şüpheli mi yaklaşıyorsunuz? Kızdınız mı? Korktunuz mu?

Bu veriyle yapılabilecek çok korkunç şeyler akla geliyor. Peki bu, iyiye de kullanılabilir mi?

Tabii. Dünyanın şimdiye kadar görmediği kadar iyi bir sağlık sistemi tasarlamakta kullanılabilir mesela. Siz daha vücudunuzda bir terslik olduğunu hissetmeden grip ya da kanser gibi hastalıkların teşhisi koyulabilir. Salgınların kontrolden çıkması engellenebilir. Ama bu güç 21’inci yüzyıl Stalin’inin eline geçerse ortaya insanlık tarihinde görülmemiş bir totaliter rejim çıkar.

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

Şu an dünyada yaşadığımız şey bir doğal afet değil, insan hatası!

Bu krize bu kadar hazırlıksız yakalanmamız sizin için de şaşırtıcı mı? En medeni, en varlıklı ülkeler bile sağlık sistemlerinin zayıflığı nedeniyle büyük sorunlar yaşadı. Hastanelerin kapasitesi yüzünden hasta seçmek zorunda kalanlar oldu! Pandeminin ilk günlerinde basit bir maske bulmak bile bir problemdi. Yüzbinlerce kişi işini kaybetti. Eğitimi sürdürmenin bir yolunu bulmak haftalar aldı, hâlâ her yere eşit koşullarda ulaştıramıyoruz. Tamam, pandemi bu yıla kadar hayatımızın bir parçası değildi ve hepimiz şoke olduk ama sonuçta bu yüzyılda, bu ekonomik ve teknolojik gelişmişlik seviyesinde insanlığın bu kadar çaresiz, kurduğumuz sistemlerin bu kadar kırılgan olması normal mi?

Şu an dünyada gördüğümüz şey bir doğal afet değil. İnsan hatası! Sorumsuz hükümetler sağlık sistemlerini ihmal etti. Zamanında harekete geçemedi. Ve hâlâ küresel seviyede bir işbirliğinden söz etmek mümkün değil. Test kitleri ve solunum cihazları gibi temel sağlık ekipmanlarının üretimi ve adil dağıtımı konusunda işbirliği yapılmalıydı. Yapılmadı. İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında... Salgını kontrol altına almak için küresel bir plan yapmadık ve bunun sonucu olarak da çok fazla sayıda insan hayatını kaybetti. Ama geç değil. Aşıyı adilce dağıtmak ve ekonomik durumu kötüleşen ülkelere yardım konusunda bir plan yapabiliriz. Tek endişem; işbirliğini geliştirme konusunda başarısız olmamız ve kendimizi bir kısır döngünün içinde bulmamız. Bu umutsuzluk insanları otoriter liderlere yöneltebilir, bu da global işbirliğini daha da zor hale getirebilir.

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

2050’de yeni bir sınıf doğacak; işe yaramazlar sınıfı

Koronavirüs iş piyasasını da değiştirdi. Çok fazla sayıda insan işsiz kaldı ya da gelirinden oldu. Hemşireler, süpermarket çalışanları, kuryeler... Onların da ne kadar önemli işler yaptığı anlaşıldı. Gelecekten ne bekliyorsunuz? Hangi işler daha güvenilir olacak?

Milyonlarca insan işsiz kaldı ve kriz bittiğinde bile birçoğunun işlerini geri alması mümkün görünmüyor. Bu durum çok daha kötü bir hal alabilir çünkü yapay zekâ tam kapasitesiyle sahneye çıkmadı bile. Robot teknolojisi neredeyse bütün mesleklerde değişim yaratacak. Tişört üretmek, taksi sürmek, hastalıklara teşhis koymak, sigorta satmak, kimya öğretmek gibi işlerin çoğu 2050’de yok olabilir. Makinelerin işlerimizi elimizden alacağı korkusu yeni değil elbette. Ama yapay zekâ makinelerden farklı. Makinelerle, elle yapılan işler konusunda rekabet ediyorduk. Şimdi bilişsel yetenekler konusunda bir rekabet başlayacak.

Yeni işkolları ortaya çıkmayacak mı?

Elbette çıkacak. Ama yeterince çıkacak mı ya da işsiz kalanlar bu yeni işlerin gerektirdiği seviyede uzmanlığa ve yaratıcılığa sahip olacak mı, bunu bilmiyoruz. 2040’ta bir kasiyer ya da kamyon şoförü işini bir yapay zekâya kaptırırsa yoga eğitmeni ya da yazılım mühendisi olarak iş bulması zor olacaktır. Kendilerini bu yeni meslekler için yetiştirseler bile bu uzun vadeli bir çözüm olmayacak. Çünkü bu yeni işler de kısa süre içinde yok olacak. Bu nedenle insanların kendilerini yeniden yeniden eğitmesi gerekecek. Diyelim ki 2040’tayız ve siz de işini kendi kendine giden bir kamyona kaptırmış bir şoförüsünüz. İki yılınızı yoga öğrenmeye adadınız. 10 yıl sonra da yoga öğretmenleri işsiz kalacak çünkü biyometrik sensörlerle donanmış bilgisayarlar insana kıyasla daha iyi yoga öğretmeye başlayacak. Bu kez sanal dünyada tasarımcı olmak için kendinizi yeniden eğitmeniz gerekecek. Bu iş de bir 10 ya da 20 yıl idare edecek.

Yapay zekâ kovalayacak biz kaçacağız yani...

Muhtemelen hükümetler bu zorlu geçiş dönemlerinde insanlara yardım etmek için devreye girecektir. Nasıl 20’inci yüzyıldaki hükümetler genç kitleleri eğitmek için okul sistemini kurdularsa bu yüzyılda da yetişkinler için ‘yeniden eğitim sistemleri’ kuracaklardır. Ama bunlar yeterli olmayacak. Çünkü asıl sorun psikolojik... Kendinizi yeniden eğitmek için yeterli imkânınız olsa bile 40 yaşında yeterli zihinsel esnekliğe sahip olacak mısınız? Ayrıca kamyon şoförleri yoga eğitmenlerinden farklı karakterde insanlardır. Birinden öbürüne geçiş yapmak birkaç vücut hareketi öğrenmekten fazlasını gerektirir. Ve dediğim gibi, diyelim ki bunu yaptınız, 50’de yeniden yapabilir misiniz? 60’ta bir daha? Yaşam sürelerinin uzamasıyla emeklilik yaşı 70’e, 80’e, hatta 90’a yükselecek. Bunun sonucu olarak da 2050’de yeni bir sınıf doğacak; işe yaramazlar sınıfı. Milyonlarca insan işsiz kalacak evet, dahası bu kişiler iş verilemez insanlar olacak. Bu durum için henüz bir ekonomi modelimiz yok.

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

Bilim dünyasıyla halk arasındaki köprü ancak güçlü hikâyeler aracılığıyla kurulabilir

Pandemiyle komplo teorileri iyice arttı. Bu çağda neden bunun yerine bilimi koyamıyoruz?

Komplo teorileri karşısında bilimin çok büyük bir dezavantajı var: Çok karmaşık! Koronavirüs gibi virüsler mesela... Yaşayan organizma değiller, bir çeşit biyolojik kod bunlar. Yemiyorlar. Kendilerini yeniden üretmiyorlar. Hücrelerimize girme ve bu hücrelerin iç düzeneğini gasp etme yeteneğine sahipler. Bu yabancı kod, hücreye girip kendisinin kopyalanmasını emredebiliyor. Hastalık böyle yayılıyor. Bunu anlamaya çalışmak yerine birkaç multimilyonerin dünyayı ele geçirmek için böyle bir pandemi yarattığına inanmak çok daha kolay.

Çözüm ne olabilir?

Biliminsanları halkla bilimsel terimleri kullanarak konuşuyor. Kendi aralarında sayılarla, istatistiklerle, grafiklerle anlaşıyor olabilirler. Ama bu şekilde sıradan insanlarla iletişim kurulamaz. Bir tarihçi olarak hikâyelerin gücünün farkındayım. Bilim dünyasıyla halk arasındaki köprü ancak güçlü hikâyeler aracılığıyla kurulabilir. İnsanların çoğu hikâyeler üzerinden düşünür. Nature ya da Science gibi prestijli bir yayında makaleniz çıksın istiyorsanız tabii ki bilimsel verilere hikâyeden daha fazla önem vermelisiniz. İlginç bir keşfiniz varsa onu iyi bir şekilde yazmamış olsanız da muhtemelen makalenizi yayımlarlar. Ama kamuoyuna açıklama yaparken hikâye anlatır gibi anlatmalısınız. 

Bütün gizemli kapıları açar

Komplo teorilerine inanan birine ne söyleyebiliriz?

Komplo teorileri caziptir çünkü karmaşık süreçleri tek bir açıklamaya indirger. Savaşlar, devrimler, krizler, salgınlar... Bir komplo teorisiyle her şey açıklanmış olur. Suriye’de savaş? Oturup Ortadoğu tarihini çalışmama gerek yok. Nasılsa o da büyük bir komplonun bir parçası. 5G teknolojisi? Radyo dalgalarının fiziğini araştırmasam da olur. O da bir komplo. Pandemi? Ekosistemle, yarasalarla, virüslerle alakası yok. Tabii ki o da bir komplo. Komplo teorileri dünyanın bütün gizemli kapılarını açar ve sizi çok seçkin bir gruba dahil eder; anlayan insanlar grubuna... Eğer etrafınızda olan biteni anlıyorsanız, ortalama bir insana göre daha zekisinizdir ve bu durum da sizi entelektüel elitlerin ve yöneticilerin sınıfına terfi ettirir.

Komplo teorilerine inanmak inanmamaktan daha kârlı göründü gözüme...

Evet, öyle görünüyor ama bütün komplo teorilerinin temel bir açığı vardır: Dünyayı çok basite indirgerler. Onlara göre küçük bir grup insan; savaşlardan teknolojik devrimlere, pandemilere kadar her şeyi anlar ve 10 hamle sonrasını kontrol eder. Dünyaya bir virüs yaydıktan sonra onun nasıl ilerleyeceğini ve bir yıl sonra küresel ekonomiye nasıl etkileri olabileceğini tahmin edebilirler. Ya da bir savaş başlatıp bunun nasıl biteceğini bilebilirler. Oysa dünya bundan çok daha karmaşıktır. ABD’nin Irak’ı işgali mesela... 2003’te dünyanın tek süpergücü orta büyüklükte bir Ortadoğu ülkesini kitle imha silahları var diye ve Saddam Hüseyin rejimini bitirmek için işgal etti. Dünyanın en iyi ordusunu bölgede konuşlandırdı ve trilyonlarca dolar harcadı. Peki sonra ne oldu? Tam bir felaket. Kitle imha silahı bulunamadı ve ülke kaosa sürüklendi. Savaşın asıl galibi de bölgedeki gücünü arttıran İran oldu. Peki şimdi George W. Bush ve Donald Rumsfeld’in aslında birer İran köstebeği olduğunu ve bütün bunların şeytani bir İran komplosu olduğunu mu iddia edeceğiz? Hayır, tabii ki. 

Planlar geri teper

Peki bundan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz?

Bundan çıkarılacak sonuç şu; insan ilişkilerini tahmin ve kontrol etmek inanılmaz derecede zordur. Bunu anlamak için illa ülke işgal etmenize de gerek yok. Annenize sürpriz bir doğum günü partisi düzenleyip yakınlarınızı davet edin, insanları kontrol etmenin ne kadar zor olduğunu görürsünüz. Bir plan yaparsınız ve geri teper. Bir şeyi saklamaya çalışırsınız, ertesi gün herkes onu konuşur. Güvendiğiniz biriyle birlik olursunuz, en kritik zamanda sizi arkanızdan bıçaklar. Komplo teorileri 100 kişiyi bile kontol etmenin çok zor olduğunu bildiğiniz halde 8 milyonu parmağınızda oynatmanın çok kolay olduğuna inanmanızı gerektirir. Bundan sonra komplo teorilerine inanan biriyle karşılaştığınızda ona şunu sorun: “Gerçekten dünyanın bu kadar basit olduğunu mu düşünüyorsun?

Meditasyon olmasaydı kitaplarımın hiçbirini yazamazdım

Sokağa çıkamadığınızda günleriniz nasıl geçiyor?

Kısıtlamalar nedeniyle bu yıl öncekilere göre çok daha az seyahat ettim. Pandemi sırasında bir kitabı bitirip çıkarmak kesinlikle çok ilginç bir tecrübeydi. Ama rutinim pek değişmedi. İşimin çok büyük bir kısmı yalnız başıma oturmak, okumak ve yazmaktan ibaret. Salgının en kötü günlerinde bile buna devam edebildim. Ve hiç olmadığı kadar çok çalıştım çünkü pandemi bilimsel bilgiyi halka aktarmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Aksi takdirde alanı gülünç komplo teorilerine bırakmış oluruz.

Meditasyon rutininiz çok etkileyici. Biraz bahseder misiniz?

2000’den beri Vipassana yapıyorum; günde iki saat ve yılda bir ya da iki ay. Gerçeklikten kaçmak değil bu. Gerçeklikle temas etmek. Günde en az iki saat gerçeği gözlemliyorum, kalan 22 saatte e-postalar, tweet’ler ve komik kedi videolarıyla bunalıyorum. Bu pratiğin sağladığı odaklanma ve berraklık olmasaydı kitaplarımın hiçbirini yazamazdım. Eğer zihniniz sürekli illüzyonlar üretiyor ve bunlara inanıyorsa dışarıdaki dünyayı berrak bir şekilde görmeniz çok zor. Zihninizi o illüzyonların tuzağına düşmeden nasıl gözlemleyebileceğinizi öğrendiğinizde tarihi, ekonomiyi ve biyolojiyi anlamak da daha kolay hale geliyor. Bu röportajı yıllık sessiz meditasyon inzivasından hemen önce veriyorum. Bu yıl bunu yapmak özellikle önemli. Son birkaç aydır hepimiz hem bulaşıcı bir virüsle hem de bulaşıcı düşüncelerle uğraşmak zorunda kaldık. Rollercoster’a benzeyen bu yılın sonunda umarım herkes arınıp iyileşmek için biraz ara verir ve zihnini karantinaya alır.

İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında
Yetişkinler için hazırlanan grafik roman formatındaki dört ciltlik ‘Sapiens-Grafik Tarih’ serisinin ilk cildi ‘İnsan Türünün Doğuşu’ Kolektif Kitap etiketiyle çıktı. Kitapta uyarlayan olarak David Vandermeulen’in, uyarlayan ve resimleyen olarak da Daniel Casanave’nin imzası var.
İnsanlık virüsten daha güçlü ama sadece işbirliği yaptığında

Üniversite öğrencileriyle tartışmak pek çok fikrimi geliştirmemi sağladı

‘Sapiens’in bu grafik versiyonu asıl kitabın yapamadığı neyi yapıyor?

Bu grafik kitabı çıkarmaktaki amacımız ‘Sapiens’ gibi bilim kitaplarını okumayanlara ulaşmak. Eşim Itzik bir süre çizgi roman eğitmeni olarak çalışmıştı. İki yetenekli sanatçıyı, Daniel (Casanave) ve David’i (Vandermeulen) de alarak bir takım kurduk ve tarihin vahşi tarafına doğru bir yolculuğa çıktık. Bu kitap ‘Sapiens’in illüstrasyonlu versiyonu değil. Tarihin ne anlama geldiği üzerine yenilikçi bir keşif. Kitabın bir bölümünde insanların diğer hayvanların soyunu tükettiğini bir cinayet gizemi gibi anlatıyoruz. Bunun için dünyayı dolaşıp tüm zamanların en kötü seri katillerini yakalamaya çalışan Dedektif Lopez karakterini yarattık. Başka bir bölümde evrimi farklı türlerin hayatta kalmak için yarıştığı bir reality show gibi anlatıyoruz. Üçüncü bölüm bir süperkahraman filmi gibi. İnsanın mitoloji yaratma ve sonra buna inanma gücünü aktarmak için Dr. Fiction isminde bir süperkahramanımız var. Ama tabii ki yine temel bilimsel gerçeklere bağlı kalıyoruz. Ayrıca bu bir çocuk kitabı da değil. Gençler ve yetişkinler için yazılmış, ciddi bir kitap.

Tarihi çizgiyle buluşturmak nasıl bir tecrübeydi?

Çok ilginçti. Çünkü görsel bir dil kullanmak pek çok yeni soruyu da beraberinde getiriyor. Mesela bazı sapien’lerin neanderthal’lerle seks yaptığını biliyoruz. Bu genel bilgi çok soyut. Bunu nasıl çizeceksiniz? Birini kadın diğerini erkek olarak mı? Peki hangisi hangisi? Gay bir çift olabilirler mi? Ten renkleri nasıl olacak? Geri dönüp bu sorulara yanıt olabilecek bilgileri aradık. 

Okulum yuva oldu

Bu kitap da siz de bir çizgi karakter olarak varsınız...

Evet. Başta tereddüt ettim ama sonra kabul ettim. Tek şartım vardı, kitaptaki karakterim her şeyi açıklayan kişi olmayacaktı. Benimle birlikte birkaç başka biliminsanı daha var. Çünkü bilimin ortak çalışmaya dayalı olduğu ve biliminsanlarının bazen farklı görüşleri olduğu mesajını iletmek önemli.

Kudüs’te bir üniversitede hocayken birkaç sene içinde dünyanın en etkili entelektüellerden biri oldunuz. Ama aynı okulda ders vermeye de devam ediyorsunuz. Yaşadığınız değişim hayatınızı, öğrencilerinizle ilişkinizi nasıl değiştirdi?

İbrani Üniversitesi’ne 1993’te öğrenci olarak gelmiştim sonra da hoca olarak... Hayatımın çoğunda burası bana yuva oldu. Öğrencilerle ilişkilerim çok değişmedi. Kitaplarım dünya çapında satılıyor olabilir ve röportajlar veriyor, televizyona çıkıyor olabilirim ama hâlâ öğrencileri ikna etmekle uğraşmam gerekiyor. Biliminsanlarının zihinlerinde her zaman çok parlak olduğunu düşündükleri fikirler olur ama bunları birine anlatmaya kalktıklarında çok da bir anlam ifade etmediklerini görürler. İsrailli üniversite öğrencileriyle tartışmak pek çok fikrimi geliştirmemi sağlıyor.

‘Sapienship’ hakkında bilgi verir misiniz?

Eşimle birlikte kurduk. Önemli küresel sorunlar üzerinde kamusal tartışmaya odaklanmayı amaçlıyor. Eğlence ve eğitim projeleri geliştiriyoruz. Televizyon dizileri, insanlığın hikâyesini anlatan seyahat programları... Gelecek yıl 10-12 yaşındaki okurlara yönelik bir çocuk kitabı çıkaracağız. Dijital platformlarda paylaşılacak, düşünmeye teşvik eden ‘sohbet başlatıcı’lar geliştiriyoruz. Ayrıca okullar için atölyeler hazırlıyoruz. Bu atölyeler öğrencilere günlük hayatta olup bitenlere ve yakın gelecekte olacaklara geniş bir perspektiften bakmayı sağlıyor.

HÜRRİYET YAZARLARI SORUYOR...

Vedat Milor: Institute for Advanced Study’deyken Albert O. Hirschman’a “Doğu’yla Batı arasındaki kültür farkını nasıl açıklarsınız” diye sormuştum. O da bana şu örneği vermişti: “Kural ihlali yaptığı için trafik polisi tarafından durdurulan ünlü biri polisle konuşurken adını vermeyip hemen ceza fişini almak istiyorsa Batılıdır. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” diyorsa Doğuludur. Bu gözlemden yola çıkarak siz bu kültür farkını nasıl açıklıyorsunuz? Ekonomik gelişmişlik düzeyi bu farkı açıklamak için yeterli mi?

Bir tarihçi olarak Batı ve Doğu arasındaki sabit özellikler hakkındaki görüşlere şüpheyle yaklaşıyorum. 1945’te pek çok kişi tarihlerine, kültürlerine, hatta biyolojilerine bakıp Almanların vahşi ve otoriter olduğuna karar vermişti. Ulusal karakterlerinin böyle olduğunu, hiçbir şeyin bunu değiştiremeyeceğini düşünüyorlardı. Ama Almanya bugün dünyanın en demokratik ve barışçıl ülkesi. Bunu sağlamak için Almanları başka bir ülkeye yollamadılar ya da DNA’larını, dillerini, kültürlerini değiştirmediler. Sadece geçmişte yaptıkları hatalar konusunda dürüst olmaları gerekti. Başka bir örnek; pek çok Hıristiyan, İslam’ın doğasında şiddet olduğunu iddia eder. Fakat İslamiyet’in yüzlerce yılı Hırıstiyanlıktan çok daha hoşgörülüydü. Bunu kendi aile hikâyemden de biliyorum. Kocamın ailesi Mısırlı. Ama soyisimleri Rodriguez. Bu isim kulağa Mısırlı ismi gibi gelmiyor değil mi? Ailesi İspanya’dan göçmüş. 1492’de bütün Yahudi halkıyla birlikte sürülmüşler. Dini hoşgörüsüzlük nedeniyle Batı Avrupa’dan sürülenler Ortadoğu’da kendilerine yeni birer yuva kurmuşlar. Yani Doğu’nun özüyle Batı’nın özü hakkında tartışmanın bir anlamı yok. Kültürlerin özü değişmez değildir.

Mehmet İren: Artık epey bir süredir hayatımızda olan pandemiyle ilgili hâlâ bilmediğimiz çok fazla şey var. Bildiklerimiz de sık sık değişiyor. Bu bize bilimin doğasına dair bir şey söylüyor mu?

Bilimin çözemediği daha pek çok şey var. En önemli biliminsanları bile hata yapıyor. Einstein yanılmaz değildi. Ama bilim mütevazıdır. Kitapların bütün yanıtları içermediğini ve hatayı kabul eder. Eğer bir felaket yaşandıysa ya da bir tahmin yanlış çıktıysa biliminsanları teoriyi değiştirmeye isteklidir. Bilim kendini ve bulduklarını eleştirmeye davet eder. Dinle arasındaki en büyük fark da budur. Din her zaman çok gururludur. Hayatın bütün büyük sorularına yanıt verdiğini iddia eder. Eğer bir felaket yaşanırsa başkasını suçlar. İnsanların kutsal kitabı anlamadıklarını, yeterince dua etmediklerini ve Tanrı’nın kızdığını söyler.

Umut Fırat Eroğlu: Her canlının hayatta kalmasına yarayan nitelikleri var, insanınki alet yapabilmesi, yani teknoloji. Hayvanlar yeteneklerini doğaya uyumlanmak için kullanıyor, bizse üstün gelmek için. Belli ki teknolojik ilerleyişimiz, bir noktada doğal dengeyi bozuyor. Durdurmamız da söz konusu değil, öyleyse dengeyi nasıl bulacağız?

İnsanlık güç ve bilgelik arasındaki kritik farktan çok çekiyor. Ne yazık ki sistemleri manipüle etmek onları derinden anlamaya çalışmaktan daha kolay. Nehrin üstüne bir baraj yapmak, onun ekosistem üzerindeki etkilerini anlamaktan daha kolay mesela. Bu nedenle de sonuçları üzerine kafa yormadan bir şeyleri manipüle etmeye başlıyoruz. Ama yerkürenin karmaşıklığını anlayamadığımız için gücümüzü hatalı kullandık. Ekolojik sistemin dengesini bozduk. Bu nedenle şimdi bir çöküş yaşıyoruz. 21’inci yüzyılda içimizdeki dünyayı manipüle etmeyi öğreneceğiz. Genetik mühendislik ve yapay zekâ vücutlarımızı ve zihinlerimizi yeniden tasarlamamıza, duygularımızı, düşüncelerimizi ve algılarımızı manipüle etmemize imkân verecek. Ama zihnin karmaşıklığını da tam olarak anlayamadığımız için bu manipülasyonlar yine istenmeyen sonuçlara neden olabilir. Akıl sistemimizin dengesini bozabilir ve ekolojik krize paralel olarak bir de kolektif bir zihinsel çöküş yaşayabiliriz. Bu nedenle insan vücudunu daha iyi anlamadan gen editleme gibi teknikleri kullanmamamız gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca yapay zekâyı araştırmaya ve geliştirmeye yatırım yaptığımız kadar insan zihnini araştırma ve geliştirmeye de yatırım yapmalıyız.

Savaş Özbey: Koronavirüs aşısını ilk mümkün anda yaptıracak mısınız, yoksa bir süre bekleyecek misiniz?

Aşı çağı başlamadan önce çocukların üçte biri bulaşıcı hastalıklar yüzünden yetişkinliğe varamadan hayatlarını kaybediyordu. Yetişkinler de ölümcül salgınların korkusuyla yaşıyordu. Bugünlerde insanlar aşıların müthiş faydalarından tek bir sebeple şüphe ediyorlar: Onlarsız hayatın ne kadar korkunç olabileceğini hayal edemedikleri için. Pek çok kişi aşıları doğal bulmuyor. Vücudumuza yabancı bir madde zerk edildiğini ve bu maddenin hayatımızın sonuna kadar orada kalacağını düşünüyor. Ama aşılar bağışıklık sistemimizi çalıştırmanın etkili bir yoludur. Aşı sayesinde bağışıklık sistemimiz ölü ya da zayıflatılmış virüsleri tanır ve yok eder. Vücutta kalan tek şey virüsün nasıl yok edileceğine dair bilgidir. Sistem bu bilgiyi saklar ve ileride bu virüsle karşılaşırsa vücudu işgalden korur. Bazı aşıların kötü yan etkileri olduğu doğru. Yeni aşılar da milyonlarca insana yapılmadan önce çok dikkatli şekilde test edilmeli. Hatta sadece otoriter hükümetler tarafından değil, demokratik şekilde seçilmiş yetkililer ve bağımsız bilim kuruluşları tarafından kontrol edilmeleri çok önemli. Ama aşının basit çalışma mekanizmasına güvenmemek için hiçbir sebep yok. Tarihteki en iyi icadı seçmem gerekseydi, bu kesinlikle aşı olurdu. Sorunuza gelecek olursak, ulaşabildiğim en kısa zamanda özgür ülkelerdeki bilim kurumlarının onayladığı bir aşıyı yaptırırım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!