‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...'

Güncelleme Tarihi:

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2020 07:00

İletişim Yayınları tarafından yayımlanan, Sibel Öz imzalı ‘Oyuncu’ kitabı, can verdiği karakterlerin hemen hepsiyle gönülleri kazanan Adile Naşit’in yaşam öyküsünü anlatıyor. Öz, eserinde Naşit’in sinema sektörünün katı yıldız sisteminde nasıl yıldızlaştığını da gözler önüne seriyor.

Haberin Devamı

Sahne tozu yutmak da ne kelime! Adile Naşit sahnede doğdu. Annesi de babası da Direklerarası’nın ünlü sanatçılarındandı. Babası Naşit Bey, tuluat tiyatrosunun en büyük yıldızlarından biri... Annesi ise kantocu Amelya Hanım...

Yetiştikleri mahalle, Direklerarası, Haldun Taner’in sözleriyle: “...Londra’daki tiyatrolar semti Shaftesbury Avenue, New York’taki Broadway, Berlin’deki Kurfürstendamm ne ise Direklerarası da işte onların bizdeki bir benzeri ve alaturkası idi...”

İki kardeş: ‘Sürpik ve Haçik: Selim (1928) ve Adile (1930), Şehzadebaşı’ndaki Millet Tiyatrosu’nun üst katındaki evde dünyaya geldiler. Çocuklukları da sahnede geçti. Kardeşlerin oynadığı ilk oyun, babalarının canlandırdığı karakterler ‘Sürpik ve Haçik’ti; babalarını taklit ederek oyunculuğa ilk adımlarını attılar. Naşit Bey, her ne kadar gururlansa da çocuklarının tiyatrocu olmalarından ziyade okuyup mühendislik ya da doktorluk gibi bir meslek edinmelerinden yanaydı... Çünkü aile ekonomik darboğazdaydı. Üstelik Naşit Bey’in sağlığı da iyi değildi.

Haberin Devamı

Hayatını değiştiren kayıplar

Naşit Bey hayatını kaybettiğinde Adile 13, Selim 15 yaşındaydı. Yazar Levent Özata, Adile Naşit’in yaşadıklarını şöyle anlatacaktı: “Hayatını değiştiren yegâne ölüm bu olmasa da, ilkiydi. ...Kasımpaşa’da bir konfeksiyon atölyesinde işe girdi. Girdi de, aklı gitmişti bir kere tiyatroya. Bir gün tesadüfen gittiği İstanbul Şehir Tiyatrosu’ndan Adile Naşit sahne adıyla ayrıldı. Allem etmiş kallem etmiş, tiyatrocu olmayı başarmıştı.” İşi kolay değildi ama! “Bu çarpık bacakların ve bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın” diyenleri yanıltmalıydı. Yanılttı da...

20 yaşında, 1950’de, Ziya Keskiner’le evlendi. Bir yıl sonra oğlu Ahmet doğdu. Ancak Ahmet, kalp kapakçıklarında bir sorunla dünyaya gelmişti. 16 yaşında hayatını kaybetti. Oğlunun ölüm haberini aldığında Adile Naşit turnedeydi. Bu acı habere rağmen İzmir’de sahneye çıktı ve hayatı boyunca kendisini iyi eden tiyatrosuna sarılarak izleyenleri güldürdü.

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...
Oğlunu kaybetti ama herkesin ‘ana’sı oldu

Haberin Devamı

Ertem Eğilmez, Arzu Film yapımlarıyla 70’lere damgasını vuruyordu. Adile Naşit bu kadronun en önemli isimlerinden biriydi. Hababam’ın ‘Hafize Ana’sı olarak kalpleri kazandı. TRT’de yayımlanan ‘Uykudan Önce’de de ‘kuzucukları’nın masalcı teyzesi oldu. Öyle ki, 1985’te ‘Yılın Annesi’ ödülü verildi. Oğlunu kaybetmiş bir anneydi, belki de bu nedenle ‘herkesin annesi’ rolüne soyundu. Kalplere girmeyi de başardı.

1987 yapımı ‘Annem / Bırakmam Seni’nin çekimleri sırasında rahatsızlandı. 11 Aralık’ta hayatını kaybetti. Gazanfer Özcan, Adile Naşit’in vefatını şu sözlerle duyurdu: “Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi, gülüyor gibi gözüktü; tabii ki zaman zaman tebessüm etti ama o bilindiği gibi her dakika kahkahalar atan, neşe içinde, mutlu bir insan değildi.”

Haberin Devamı

Küçücük fıçıcık, içi dolu oyunculuk

Şener Şen
Hayatı bir oyun gibi algıladı. Acılarını, sevinçlerini, bedenine büyük gelen keskin zekâsı ve bir çocuğun sınırsız düş gücüyle harmanlayarak yaşadı. Ağlarken gülerek, gülerken ağlayarak insana ait tüm duyguların dibine kadar tadına vardı. Hayatın bir oyun olduğunu ondan öğrendim.
‘Küçücük fıçıcık, içi dolu oyunculuk’...

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

‘Neşeli Günler’ (1978)

Kavukluların, Pişekârların ruhunu taşıyordu

Yavuz Turgul

‘Adoş’ derdik... Ertem Eğilmez hep başının üzerinde taşıdı. Hem Münir Ağabey’e hem Adoş’a en olgun yaşlarında başroller verdi. Hak etmişti. O, küçücük bedeninde geleneksel tiyatrocuların, Kavukluların, Pişekârların, meddahların ruhunu taşıyordu. Cıvıl cıvıldı görünüşte. Ama derinlerde hüzün ve acı vardı...

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

Haberin Devamı

‘Gırgıriye’deki ayı, kafayı Adile Abla’ya takmıştı

Türker İnanoğlu

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

Türk sinemasının kadın karakter oyuncularının en başında gelen yıldızıydı. 7’den 77’ye her yaştaki izleyiciye, dinleyiciye hitap eden bir karakterdi. Benim yaptığım altı filmlik ‘Gırgıriye’ serisine büyük bir canlılık, neşe getirdi. Kendisini Türk sinemasındaki herkesin sevdiği gibi ben de çok seviyordum. Erken yaşta kaybettik, rahmet diliyorum... 
Unutamadığım bir şey var: ‘Gırgıriye’ filminde bir ayı da rol alıyordu. Ayı bazen huysuzlaşıyordu. Kafayı bir ara Adile Abla’ya takmıştı, kovalıyordu. Adile Abla bağırarak kaçıyor, bütün set kahkahalar içinde kalıyordu. Rahmetli Münir Özkul da “Ayı sana göz koydu Adile” diye takılıyordu. Adile Abla da “Ulan bula bula beni mi buldun?” diye ayıya kızıyordu.
‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...
Kavuk onun hakkıydı!

Haberin Devamı

Türk bir babayla; baba tarafından Ermeni, anne tarafından Rum bir annenin kızı olarak Adile Naşit’in Adela olan gerçek ismini hiç kullanmadığını belki bu kitabın satırlarında okuyacaksınız ilk kez. Ayrıca İsmail Dümbüllü’den Münir Özkul’a, ondan Ferhan Şensoy ve en sonunda Rasim Öztekin’e geçen kavuk, tahminlerine göre, babası Naşit Bey’indi... Erkek egemen sektör, babasının kavuğunu takmasına bile müsaade etmemişti!

Kaybettiği oğlu Ahmet’e olan özlemi hiç dinmedi, acısını unutamadı
Müjde Ar

Günün birinde Ertem (Eğilmez) bana dedi ki: “Müjde, özel şoförü alıyorsun, arabaya atlayıp tedavi olması için Adile’yi Paris’e götürüyorsun.” Adile uçaktan çok korkardı ama öte yandan kanser olduğundan haberi yoktu. Yaklaşık dört yıl önce bir ameliyat geçirmiş ve vücudundaki kanserli parçalar alınmıştı. O ameliyata da yakın dostu olan kadın doğum uzmanı doktoru ikna etmişti. Ama hangi hastalıktan dolayı ameliyat olduğunu bilmiyordu, rutin kontrollerde yumurtalık kanseri olduğu anlaşılmıştı.

Paris yolculuğumuz ilginçti; Bulgaristan’da yolda aç köpekleri gördü, yanında bir torba ekmek getirmişti. Arabayı kenara çektirdi, yarım saat onları “Yavrularım benim” diyerek doyurdu. Cenevre’ye ulaştık. Bütün bu tedavi sürecini Erol Simavi üstlenmiş, şoförü Turan Bey’i de bize tahsis etmişti. Cenevre’den Paris’e geçtik. Bir devlet hastanesinde o dönemin en ünlü kanser uzmanı olan Dr. Mathe adlı bir uzmanın karşısına çıktık. Bir gece hastanede kalması gerekiyordu. Bana “Beni burada yalnız bırakma” dedi, her zaman bir çocuk gibiydi. Her şeyden korkardı ve hep yanında birisinin olmasını isterdi. Yatağının altına bir battaniye serdim, birlikte el ele uyuduk o gece. Dr. Mathe yeni bir operasyon yapılması gerektiğini söyledi ama o tedaviyi reddetti. Bunu kanser olduğunu bildiğinden değil istemediğinden kabul etmedi. Yine karayoluyla Türkiye’ye döndük.

Onun gibisi bir daha gelmez

Sonrasında bir ameliyat daha geçirdi ama zaten kanser bütün vücudunu sarmıştı. O dönem Ankara’da gazinoya çıkmaya başlıyorum, gitmem gerekiyor. Ona veda ettim, ertesi gün sahnedeyken ölüm haberi geldi. Kaybetmiştik... Bütün bu süreçte Sezen (Aksu), Erol (Simavi) Bey, ben; her zaman yanındaydık, onunla her zaman ilgilenmeye, dertlerini paylaşmaya çalıştık.

Bu arada ismini vermeyeyim ama bazı dostlar onu arayıp “Sen kansersin, Müjde seni ‘Bir şeyin yok’ diyerek kandırıyor” diyorlarmış. O da bana “Bu doğru mu?” diye sorardı, ben de “Hiç doğru olur mu?” derdim. Kim bilir, belki de kanser olduğunu biliyordu ama bize hiç belli etmedi.

Bugünden bakıldığında büyük bir yeteneğin, büyük bir zekânın, doğuştan son derece sevimli bir kişiliğin artık aramızda olmadığını görüyorum. ‘Adile Teyze’ derler ve insanlar hep onu yaşlı hayal eder... Oysa 57 yaşında aramızdan ayrılmıştı. Tertemiz, saf bir kişilikti. Çok küçük yaşlarda kaybettiği oğlu Ahmet’e olan özlemi hiç dinmedi, acısını hayatı boyunca unutamadı, bu keder, bu yokluk hep yanı başındaydı. Şunu çok iyi biliyoruz, bir daha onun gibisi gelmez, tıpkı Münir Özkul’un da gelmeyeceği gibi...

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

‘Gülen Gözler’ (1977)

Tanıdığım en cesur, en savaşçı kadınlardan...
Itır Esen

Adile Naşit’i ilk gördüğüm yer, Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Tiyatrosu’ydu. Babam bizi zaman buldukça tiyatro ve sinemaya mutlaka götürürdü. Hatta oyunun başında ya da sonunda kuliste arkadaşlarını ziyaret ederdik, Adile Abla’yı da öyle tanıdım; kulisini de hatırlıyorum, sahnesini de... Ama elbette Arzu Film’de yollarımız kesiştikten sonra farklı bir abla-kardeş bağımız oluştu. Adile Naşit, herkesin bildiği tatlı, kahkahalarıyla, ortalığı çınlatan, komik, taklit yeteneği güçlü, çok yetenekli bir oyuncuydu.
Gülerken ağlayan, ağlarken gülebilen; çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı becerebilen bir kadındı. Fakat benim tanıdığım Adile Abla aynı zamanda çok acılar çekmiş, yokluk içinde büyümüş, biricik oğlunu kaybettiği akşam ekmek parası için sahneye çıkmak zorunda kalmış bir kadın! Tanıdığım en güçlü, en cesur, en savaşçı kadınlardan biri olduğunu söyleyebilirim.

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...


İnsanların yüzünün gülmesini ister, çaba sarf ederdi
Hülya Koçyiğit

Yaşamın kendisine acı olarak verdiği hiçbir duyguyu çevresine hissettirmezdi. Çevresindeki tüm insanların yüzünün gülmesini ister; hatta onun için çaba sarf ederdi.
Bir nevi insanları mutlu etmeyi kendine misyon edinmiş biriydi.
İş yaşamında son derece disiplinli, özverili, ekibin işini kolaylaştıracak kadar işe hâkim, etrafına sevgi ve gülücük yayan, pırıl pırıl bir insandı Adile Naşit.
İster sette, ister set dışında onunla beraber olabilmek çok büyük bir mutluluktu. Şimdi düşünüyorum da ne çok birbirinden güzel anım var onunla. Birlikte oynadığımız filmlerden biri olan ‘İşte Hayat’ ile kazandığı ödül benim için de büyük mutluluk olmuştu elbette. Biz bir değil, birçok seti paylaştık Adile Abla ile...
Hani ‘hayatımdan hiç çıkmasın’ dediğimiz insanlar vardır ya, Adile Abla da benim için öyleydi. Onunla paylaştığım her an kıymetli, değerli ve mutluluk vericiydi. Türk tiyatro sanatına çok önemli izler bırakmış bir ailenin ferdi olan Adile Naşit’in yeri apayrı. Nesiller de geçse bir Adile Naşit daha gelmeyecek.

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...


KİTABIN YAZARI SİBEL ÖZ SORULARIMIZI CEVAPLADI

Çocukluk dünyamızın masumiyetini korumaya çalışıyorsak onun katkısı çok büyük

'Oyuncu’ kitabının önsözünde kuşağınız adına ‘Adoş’a olan borcunuzu ödemek istediğinizi söylüyorsunuz. Adile Naşit’in devrin çocuklarına katkısı neydi?

Adile Naşit, tek kanallı siyah-beyaz televizyondan biz ‘kuzucuklarına’ seslendiğinde 7-8 yaşlarında olmalıyım. ‘Uykudan Önce’yi beklerken yaşadığımız heyecanı hâlâ hatırlıyorum. İçimizi ısıtan gülüşüyle, içtenliği ve sevgisiyle o kadar doğaldı ki; sanki ailemizden, mahallemizden bir büyüğümüzdü, belki de onlardan yakındı. Ama kimdi Adile Naşit? Bu soruya bir cevap bulmaya çalışarak, araştırarak borcumu ödemeye çalıştım. Hâlâ ‘biz’e inanıyorsak, çocukluk dünyamızın masumiyetini, saflığını korumaya çalışıyorsak Adile Naşit’in katkısı çok büyük.

Naşit ailesinin hikâyesini anlatırken sizi en çok etkileyen ne oldu?

Aslında kitabı çalıştığım beş yıllık sürecin tümü benim için sarsıcıydı; bu süreçte pek çok şeyle yüzleştim. Adile Naşit’i konu alan bir çalışmaya girişmek adeta bir kazı çalışması yapmayı, ufacık bir bilginin peşine düşmeyi gerektirdi.  

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

Aradan geçen on yıllardan sonra bile sinema sektörünün bir kadın yıldız için öngördüklerinin değişmediğini söylemek doğru olur mu?

Evet. Hem ülkemizde hem de Hollywood gibi önemli endüstriyel sinema merkezlerinde kadın yıldız, büyük oranda bedeni üzerinden tanımlanıyor ve bir imaj olarak inşa ediliyor. Kadın yıldız güzel olmak, dahası cinsel çekim merkezi olmak zorunda. Adile Naşit’in, soydan sanatçı geçmişine, tüm o eşsiz yeteneğine, tiyatro ve sinemaya dönük büyük tutkusuna rağmen sahneye adım atmasıyla birlikte karşılaştığı ‘çarpık bacakların ve bücür boyunla asla başarılı olamazsın’ yaklaşımı aslında belirtilen ölçütlerin bir dayatması. Ancak Adile Naşit mevcut yıldız kalıbını yıkarak seyircinin takdiriyle yıldız sisteminin dışında bir yerlerde yıldızlaşıyor.

Adile Naşit’in ‘Mavi Boncuk’tan başlayarak canlandırdığı karakterlerde kendi adını kullanmasını nasıl yorumlamak gerekir sizce?

Yıldız oyuncular, seyirci için gökteki yıldızlar gibi ulaşılmaz, ışıkları da doğal olarak yapay. Seyircinin hayranlığı bu yapay imaja karşı beslenen yoğun duyguların, yıldızların etrafında yaratılan ‘ulaşılmazlık’ mitiyle sürekli beslenmesinden kaynağını alıyor. Oysa Adile Naşit her şeyiyle gerçek ve sahici; imaj danışmanları, asistan ekipleri, menajeri yok; bir imaj ya da proje değil.

Adile Naşit’in aramızdan ayrıldığı günü hatırlıyor musunuz?

O yaşımızda bile çok sahici bir acıydı Adile Naşit’in ölümü. Okuldan gelmiştim, televizyondan duydum galiba. O güne dair bugün hatırladığım tek duygu şu: “Nasıl olabilir böyle bir şey, nasıl ölebilir?” Çok ağlamıştık kardeşlerimle. Sanki anneannemiz ölmüştü.

‘Hep güldürdü, kendi gülmedi, hiç gülmedi...

 

SON 24 SAATTE YAŞANANLAR

 

BAKMADAN GEÇME!