Güncelleme Tarihi:
Hop yine sokaktayım. Sanata gideceğim. Ama öncesinde hem ilkokuldan hem de Türkiye’nin kaymağını yediğimiz mahallemden arkadaşım Ercan’la bir çay içmeye buluştum. Eskiden şöyleydi böyleydi, konuşuyoruz.
“Önceden mahallede üç-beş ünlü anca vardı. Barış Manço, Enis Fosforoğlu, bir de ‘Olacak O Kadar’daki kelbaş mesela. Şimdi her yerden ünlü çıkıyor” dedi Ercan. “Nitekim eski sinemaların da çoğu sahne oldu” diye de tespitini tamamladı. “E ne güzel işte oğlum, sinemalar ilk kapanmaya başladığında PlayStation kafeye dönüyorlardı, ne güzel sahne doldu etraf, fena mı” dedim. “Ben o işleri çok sevmiyorum abi, hâlâ öyle elde kurukafa falan” dedi Ercan.
Tam ben “Abi ne yaptın, kaç yılından bildiriyorsun” derken eşbaşkan aradı, son dakikada iş patlamış, oyuna gelemeyecek. Kapattım telefonu, dedim “Ercan kalk, modern dans izlemeye gidiyoruz. Gel bir bak bakalım, sen gitmeyeli iş nerelere varmış...”
Hidrolik platform oyunları
Bindik metrobüsümüze, vardık performans sanatları merkezine. Ercanımın şansına, iddialı bir prodüksiyona da denk geldik. Mahallenin bütün ünlüleri de burda. Ercan esnaf olduğu için hepsini az çok tanıyor. “Ooo X Abi, ooo Y Abla”, selamlaşmadık ünlü bırakmadı. Bir süre sonra havaya da girdi, buralar benim ortamlarım modunda selamlaşa selamlaşa yürüdü; ben de yanında ünlünün arkadaşı gibi, selamlaştıklarına omzunun arkasından gülümsedim.
Performanstan acayip randıman aldık. Ercan daha önce boş konuştuğunu kabul etti. En çok sahneye kurulan hidrolik platformdan etkilendi, “Valla bravo, ben onun üzerinde iki dakika duramam, bunlar bir de bir saat dans ediyorlar” dedi. 30 yıllık hukukumuzun, entelektüel seviyesi en yüksek sohbetini yaparak muhitimize döndük.
Ben o günden sonra hızımı alamadım, Tiyatro Festivali’nin de başlamasıyla yanıma yeni eküri katarak oyundan oyuna sekmeye devam ettim.