‘Mahalle baskısı hissetmiyorum demek mümkün değil’

Güncelleme Tarihi:

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’
Oluşturulma Tarihi: Ekim 01, 2022 07:00

Önce İstanbul Film Festivali’nden, sonra da Adana Altın Koza Film Festivali’nden aldığı ödüllerle dikkatleri çekmeyi başardı ‘Çilingir Sofrası’. İki eski lise arkadaşını Beyoğlu’nda bir masada buluşturan hikâye ‘kendimizi kabul etmenin’ zorluğunu hatırlatıyor sıklıkla. Oyuncular Ahmet Rıfat Şungar, Barış Gönenen ve yönetmen Ali Kemal Güven’le bir araya geldik.

Haberin Devamı

Yapımcılığını Witchcraft Films’in üstlendiği ‘Çilingir Sofrası’ iki eski lise arkadaşının yıllar sonra rakı sofrasında bir araya gelmesiyle gelişen olayları konu alıyor. Aralarındaki hesap henüz kapanmamış. Dört parçaya bölünmüş uzun bir gece bekliyor karakterleri. Diyaloglar üzerine kurulmuş bu kuir hikâye tek bir mekânda geçiyor, toplum baskısının altını kalın kalın çiziyor ama bayrak sallamıyor, aktivizm yapmıyor. Üstelik mağdur olan karakter de bu defa alıştığımızın dışında...

* Önce İstanbul Film Festivali’nde, ardından Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü paylaştınız. Ne hissettiniz ödül alınca?
Barış Gönenen:Biz festivale giderken jüriye bakıp “Bu jüriden bize ödül çıkar mı” diyoruz (gülüyor). Kimse sonuncu olmak için yarışmaya katılmaz. Tabii ki onurlandırılmak, alkışlanmak istiyorsunuz. Ama ödül almanın en iyi yanı söz hakkı sahibi olmak. Kamusal alanda ortaya çıkıp bir şey söyleme hakkımız da oluyor, bu bir lüks.
Ahmet Rıfat Şungar: Ben iki festivalde de yoktum maalesef.

* İki ödül alıp ikisinde de orada olamamak...
Ahmet Rıfat Şungar: Gerçekten mücbir sebep sayılabilecek konulardan katılamadım. Neyse ki Ayvalık Film Festivali’nde ekiple bir arada vakit geçirme şansım oldu (gülüyor). Mesela ‘Barış ve Rıfat ödül aldı’ deniyor ya, bana Barış’la Rıfat ödül aldı gibi gelmiyor. İki kişinin bütüne hizmet ettiği bir iş bu. İki adet ödül oluyor ama tek bir kişiymiş hissi var bende.

* Sizce neden bu kadar sevildi ‘Çilingir Sofrası’?
Barış Gönenen: Bu filmde bayrak sallamaya gerek yok. Hiç didaktik bir film değil, aktivizm yapmıyor. Böyle bir film yapmak yeterince politik zaten. Hiçbir şeyi söylemeye, bağırmaya ihtiyaç yok. O yüzden insanın ayarlarıyla oynuyor. O masada üç kadın da oturabilir, hiçbir şeyi değiştirmez. Yarım kalmış bir aşk hikâyesi bu. Dolayısıyla bu insanları olumlu anlamda provoke ediyor bence.

Haberin Devamı

Ahmet Rıfat Şungar: Ben toplum baskısının göbeğinde doğdum, büyüdüm ve çok fazla tabu yıktım.

* Filmin sinopsisinde “Özgür ve toksik maskülenliğin hâkim olmadığı bir coğrafyada daha başka hikâyelerinin olabileceğini fark ederler” diye bir açıklama var...
Ahmet Rıfat Şungar: Bunun olmadığı bir coğrafya söyleyin, hemen gideceğim.

Haberin Devamı

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’

Ahmet Rıfat Şungar: “Barış ve Rıfat ödül aldı deniyor ya, bana Barış’la Rıfat ödül aldı gibi gelmiyor. İki adet ödül oluyor ama tek bir kişi hissi var bende.”

* Mümkün mü sizce?
Ahmet Rıfat Şungar: Benim oturduğum masalarda mümkün, toplumlarda da mümkün olmaması için bir neden görmüyorum. ‘Çilingir Sofrası’ buna bir örnek; hikâye anlatım diliyle, bağırmamasıyla... Aslında birileri savundukları konularla ilgili bağırmayı keserse, bayrak sallamayı keserse böyle bir coğrafya olabilir. Biri eğer bir konuyu savunurken çok bağırıyorsa, gizlemeye çalıştığı bir kabahati varmış gibi geliyor bana.

* Sizin, kariyerinizi daha çok tiyatro üzerine kurduğunuzu düşünüyorum. Sinema nasıl bir deneyim?
Barış Gönenen: Kamerayla alakalı olan her şey beni çok korkutuyordu. Tiyatro daha çok oyuncu sanatı. Yönetmenimiz Ali Kemal’le daha önce tanışıyorduk, birkaç kez çalışmanın eşiğinden döndük. Bu metin zaten biraz tiyatro oyunu gibi, oturuyoruz ve konuşuyoruz. Benim için iyi bir geçiş süreci oldu.

Haberin Devamı

Barış Gönenen: İnsanın kendini tanıması, kabul etmesi ve bunu yüksek sesle söyleyebilmesi bir yolculuk.

‘Herkese ulaşsın istiyorum’

* Emircan kendi olmayı başarabilmiş bir karakter, geçmişteki hatalarının farkında ve bunu yüksek sesle söyleyebiliyor. Emircan’ın hikâyesinde sizi etkileyen neydi?
Barış Gönenen: İnsanın kendini tanıması, kendini kabul etmesi ve bunu yüksek sesle söyleyebilmesi bir yolculuk aslında ve birbirinden çok bağımsız şeyler değil. Kendi cinselliğini kamusal alanda konuşabilmek, aslında birbirinin uzantısı olarak kendi hatalarını da konuşmayı beraberinde getirir. Ama Emircan’ın bir de hayat yenilgisi var bunun altında.

* Diğer temsillerin aksine mağdur olmayan bir eşcinsel karakter.
Ahmet Rıfat Şungar: Evet, biz gerçekten Yusuf Efe’yle daha çok bağ kuruyoruz, aslında tam aksi olur. Yusuf Efe gider oturur, arkadaşlarıyla devam eder, yapayalnız arkadaşımız Emircan ağlayarak evine döner. Filmde bunun tersinin olması çok kıymetli. Filmin herkese ulaşmasını çok istiyorum, sanırım dijital platformlarda olacak. Bu bile tek başına umut verici. Fakat filmin yayımlanacak olmasının umut verici olduğunu dile getirmek ne kadar üzücü.
Barış Gönenen: Hayatın içinde dezavantajlı insanların hem sinemadaki hem tiyatrodaki temsiliyeti genelde mağduriyet üzerine. Eğlenen, içki içen, sokaklara çıkan bir kadının başına bir şey gelir bizim sinemamızda. Translar dayak yer tiyatromuzda, gay’ler baba şiddeti görür falan... Bizim hikâyemizde kendini kabul etmiş ve kendiyle barışmış karakter mutlu; mağdur olan diğeri. Bunun bence temsili yok sinemamızda. Film için farklı bir şey söylemek gerekirse, bundan bahsetmek gerekir.

Haberin Devamı

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’



* ‘Elâlem ne der’ baskısının altını kalın kalın çiziyor film. Siz ne tür baskılar yaşıyorsunuz? Ne kadarına boyun eğdiğiniz?
Barış Gönenen: Hangimiz yaşamıyoruz! Filmin ana meselelerinden biri toplum baskısı. Mahalle baskısını üzerinde hissetmiyorum demek özellikle bizim gibi toplumlarda mümkün değil. İşin kötü tarafı şu: Erkekler-kadınlar herkes bu baskıyı hep beraber hissediyor ve herkes birbirine yapıyor. Sözlü olmayan bir anlaşmaya gitmek, bu meseleyi bitirmek gerekiyor.

* Belli bir yaş ve deneyimden sonra yıktığınız tabular var mı?
Barış Gönenen: Yüzde yüz. Ben mesela çok hayır demeyi bilen biri değildim. Bugüne kadar yaptığım şeylerin yarısını hayır diyemediğim için yaptım, hatta bunun üzerine bir kariyer oluşturdum. Şimdi mesela gitmek istemediğim bir yere ‘Gelmiyorum’ diyebiliyorum ya da ‘Yapmıyorum’...
Ahmet Rıfat Şungar: Ben toplum baskısının göbeğinde doğdum, büyüdüm ve çok fazla tabu yıktım bugüne kadar. Doğup büyüdüğüm yerden oyuncu olarak çıkmam ve çevremin, ailemin mesleğimle artık empati kuruyor olabilmesi bile birçok önyargıyı aşmış olduğumuz anlamına geliyor. Bu, belki de bitmeyecek bir süreç, kendime koyduğum duvarları, blokları aşmakla ilgili yaklaşık üç seneden beri psikoloğumla çalışıyoruz. Ortaokulda bayağı kötü günler geçirdim, erkek çocuklarının arasında sağa sola itilip atılmaktan yılmıştım. O ortaokuldan sonra başka liselerde okuyabilirdim. Ben aynı liseye gitmeyi tercih ettim. Aralarına girip kendimi kabul ettirecektim. Bunun için başka biri olmam gerekiyordu. Yaz boyunca annemin Parizien çorabını saçıma geçiriyordum geri yatırmak için. Ayna karşısında sert çocuk imajları yaparak, ceketi omzuma atarak, gömleğin önünü açarak... Lise dönemine ‘Artık kendimi ezdirmeyeceğim’ diyen bir ergen olarak başladım. Kabul ettirdim de sanırım kendimi o çevreye; ancak hâlâ o dönemden kalma, bana ait olmadığını düşündüğüm reflekslerimden sıyrılmakla ilgili çalışmaya devam ediyorum.

Haberin Devamı

Yönetmen Ali Kemal Güven:

‘Bu kadar ses getireceğini hiç düşünmedim’

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’

* Diyaloglar üzerine kurulu bir film ve tek bir mekânda geçiyor. Mekân için meyhaneyi seçmenizin sebebi neydi?
Çünkü rakı içmeleri gerekiyordu. Çilingir sofrası denince benim aklıma ufak ufak içmeye başladıkça açıldığın, karşılıklı daha dürüst bir hale dönüştüğün bir sofra geliyor. Yıllar sonra iki kişinin bir araya geleceği yer meyhane olmalıydı.

* Bazı sinema yazarları ‘Çilingir Sofrası’ için ‘İlk açık açık konuştuğumuz kuir filmi’ diyor, katılıyor musunuz?
Herhangi bir film türünün ilkini yapıyoruz diye yola çıkmadık, böyle bir sorumluluğu omzumuza asla almadık. Sadece iki adamın hikâyesini anlatmak için yola çıktık. Türk sinemasında da kuir temalı birçok film var ama bir sebepten her izleyen bu bir ilk hissine kapılıyor.

* Neden sizce?
Bir karakterin “Ben gay’im” demesine sanırım alışkın değil seyirci. Aralarındaki ilişkide bir süre sonra açık açık konuşmaya başladıkları için insanlarda ‘Bir dakika, böyle bir şeyi ilk defa seyrediyorum’ hissi yaratıyor olabilir.

* Önce İstanbul Film Festivali’nde ödül aldınız, daha sonra Adana Altın Koza’da... Filmin buraya geleceğini düşünmüş müydünüz?
Böyle bir ses getireceğini asla düşünmüyordum. Biz böyle kendi kendimize, kendi çapında, sessiz, sakin, iddiasız bir iş yapıyorduk. En kötü YouTube’a koyarız diyorduk. Ben hâlâ şaşkınım. Çünkü çok farklı bir seyirci yelpazesi var. Her yaştan, her kesimden insan beğendi. Adana’ya gittiğimizde evli çiftler, amcalar, abiler yanımıza gelip “Ne kadar güzel film” dediler, hiç böyle bir şey beklemiyorduk. Festival yolculuğumuz devam ediyor hem yurtiçinde hem de yurtdışında. Bir süre sonra da dijital bir platformda yayına sokacağız.

Ahmet Rıfat Şungar:

‘Bu hikâyeyle geçmişe gittim’

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’

* Yusuf Efe, yaşadıklarını iyi anladığınız bir karakterdi sanki...
Doğru. Benim bunca yıldır üzerine çalıştığım, ilgilendiğim birçok soruyu Yusuf Efe üzerinden bir daha değerlendirme şansı buldum. Kendi olmaktan çok fazla korkan Yusuf Efe’nin yaşadığı semtte, mahallede o atmosferde yaşayan insanlarla büyüdüm ben. O sebeple bir daha bu hikâyeyle geçmişime gittim. Filmi izlerken gözlerim dolmaya başlıyor. Bu kadar kendi olamamış insanların arasından çıkan biri olarak kendim olduğumu zannetmek bile ağırıma gidiyor.

* Berlin’e yerleştiğinizi biliyoruz, nasıl geldi size?
10 yıldır gidip geliyordum. Bir keresinde bir oyuna bilet almıştım ve arkadaşlarımın tanıştırdığı, şu an eşim olan Esra’yı davet ettim, yüz yüze ilk öyle tanıştık. Esra, Berlin’de çok mutlu, ben de onunla...

Barış Gönenen:

‘Arkadaşlarım çok şaşırdı’

‘Mahalle baskısı hissetmiyorum  demek mümkün değil’

* Karakterler film sürecinde lisedeki yıllarından bahsediyorlar, siz nasıl bir öğrenciydiniz?
Korkunç ezik bir öğrenciydim, sesimi kimse duymazdı okulda. Hatta ben liseden mezun olduktan sonra bazı arkadaşlar oyuncu olmama çok şaşırıp “İnanmıyorum oyuncu olduğuna” diye mesaj attılar.

* Neydi hayaliniz?
Ben aslında dansçı olmayı düşünüyordum çünkü dans ediyordum eskiden, konuşarak bir şey yapmak gibi bir hayalim yoktu. Konservatuvar okuyan arkadaşlarıma özendim bence. Sınava girdim, kazandım, oyuncu oldum.

* Sinemada bundan sonra var olur musunuz?
Evet. Çok zevkli, çok istiyorum.

BAKMADAN GEÇME!