‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’

Güncelleme Tarihi:

‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2023 07:00

Altın Portakal’da iki filmiyle birden yarıştı. Rol aldığı filmlerden ‘Karanlık Gece’ En İyi Film seçilirken, diğer filmi ‘LCV’ ile En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kucakladı. Bir yandan ‘Sırça’ oyunuyla tiyatro izleyicisinin de kalbini çaldı. Cem Yiğit Üzümoğlu şimdi ‘Loners In Wilderness’ isimli fotoğraf sergisiyle karşımızda. Oyunculuğu, hayatındaki seçimleri, aşkı ve teması yalnızlık olan sergisini konuştuk. Üzümoğlu “Genel olarak yalnızım. Sevdiğim, özlediğim şeyler de yalnızlıkla ilgili. Yalnızlığın insana çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum” diyor.

Haberin Devamı

Genç, yetenekli, kıvırcık saçları ve renkli gözleriyle oldukça yakışıklı... Hayatını da kariyerini de, ne şöhret, ne para ne de popülerlik üzerine kuranlardan. Yaptığı işin hazzıyla mutlu olanlardan. Dertleri fiziğine dair falan değil, “Saçıma, yüzüme, kıyafetime dikkat edene kadar; ben daha şu kitabı okumadım, daha şu filmi seyretmedim, şöyle bir sergi var. Bunları bilmiyor olmak delirtiyor, güzel olmamak, hafif göbek bağlamak değil” diyor. Cem Yiğit Üzümoğlu’yla 25 Nisan tarihine kadar Bant Mag. Havuz / Bina’da gezilebilecek sergisi öncesinde buluşuyor, fotoğrafla başlıyoruz sohbete.

‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’

Fotoğraf çekmeye nasıl başladın?

Haberin Devamı

Ortaokul, lise yılları, dedem vefat etmişti. Ondan analog bir fotoğraf makinesi kalmıştı. Her şey öyle başladı.

* Sana mı verdiler makineyi?

Eskiye dair şeylere çok değer veririm, ailem de bilir, o yüzden bana verdiler. O zamanlar film fiyatları uygundu. Çekip banyo yaptırıyordum. Sonra yavaş yavaş daha çok hoşuma gitmeye, zevk vermeye başladı. “Bunu nasıl geliştirebilirim, film banyosunu kendim yapsam ya” dedim. Derken siyah beyaz fotoğraf çekmeye başladım. Sırf kendim film banyosu yapıp, fotoğrafçılığı daha iyi öğrenebilmek için... Yani fotoğrafçı olmak hayaliyle değil, fotoğrafı çok sevmek ve daha çok öğrenme hayaliyle başladım. Sonra oyuncu kimliğimin dışında, bu işe yeni başlamış biri olarak bir sergi yapsam nasıl olur diye düşündüm.

* Ve ilk fotoğraf sergin ‘Loners In Wilderness’ bugün açılıyor. Tanıtımlarında serginin teması olarak yalnızlıktan bahsetmişsin. Neden yalnızlığı seçtin?

Pozitif biri olmakla beraber, hayatı alımladığım hali çok pozitif değil. İnsanlara ve kendime gerçekçi yaklaştıkça gördüklerim ve göstermek istediklerim o kadar pozitif kalamıyor. Bir de yalnızlık, insan varlığının bir gerçeği, temeli ve asla değiştiremeyeceği bir gerçek. Yalnız doğmak, yalnız ölmek ve yalnız kalmak. Şiirsel bir tarafı da var, fotoğraflarıma baktığımda da kendiliğinden ortaya çıkan bir temaydı. Tabii bunları söyledikten sonra her fotoğrafın çok depresif olduğunu düşünme, gülen çocukların da yalnızlığı var, yaşlı insanların da...

Haberin Devamı

* Sen yalnız bir adam mısın?

Yalnız bir adamım, gerçi şu an yalnız değilim, hayatımda biri var (gülüyor) ama genel olarak yalnızım. Hayatta sevdiğim, özlediğim şeyler de yalnızlıkla ilgili. Yalnızlığın insana çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Aslında bunun etrafının kalabalık olmasıyla ilgisi yok, insanın hissettiği ve yaşadığı bir hal. Bir de bunun varoluşsal bir tarafı var. Çok gençken felsefe okumaya başladım, o zaman beni çok etkilemişti varoluşçuluk felsefesi, Fransız ekolleri. O zamandan beri oldukça yalnız hissettiğimi söyleyebilirim.

* Peki, yalnız kaldığında neler yapıyorsun?

Kitap okuyor, düşünüyor, çay içiyor, müzik dinliyorum. Müzik dinliyorum derken, gerçekten oturup müzik dinliyorum. Plağımı koyup başka hiçbir şey yapmıyorum. Yalnızlıksa sonuna kadar yalnız kalıp düşünüyorum.

Haberin Devamı

* Etrafta cep telefonları ve sosyal medya gibi birçok uyarıcı varken bu zor olmuyor mu?

Her şey o kadar dikkat dağıtıcı ki, benim de bunun içine düştüğüm oluyor. Tabii mükemmel yalıtılmış biri olarak yaşamıyorum. Sosyal medya denilen şey, hepimizin hayatında. Ama insanın kendinde sorgulayabileceği şeyleri sorgulatmadığını düşündüğüm için hayatımda büyük yer etmemesi için ekstra bir direnç gösteriyorum.

* Fotoğraf çekmek hayatında nelere şifa oluyor?

Bana şifası herhalde fotoğrafladığım insanlarla tanışmak. Hayatta hissettiğim duyguların, tek başıma, benim tarafımdan hissedilmiyor olduğunu bilmek, o anlamda aslında yalnız kalarak bir yandan da yalnız hissetmemek.

Haberin Devamı

‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’

‘Loners In Wilderness’ sergisinden... 25 Nisan’a kadar görülebilir.

Aşk, açlık gibi bir şey

* Çapkın mısın?

Eskiden çapkındım, artık değil.

* Tanınmanın ekmeğini yemedin yani…

Yok, aksine ilişki insanı olduğum için gerçekten çok ilgimi çekmedi. Aktörlüğümü hiç çapkınlık olarak kullanmadım hayatımda.

* ‘LCV’ filminde canlandırdığın Mert sevdiğinin peşinden gidiyor, sen de gider misin?

Giderim, hatta gittim.

* Kız arkadaşın Yunanistan’da yaşıyor...

Evet, ben de pek çok şeyi arkamda bırakarak gittim.

* Aşk üzerine hikâyeler anlatıyor, okuyorsun. Nedir bu aşk? Çözdün mü ucundan?

Aşk, açlık gibi bir şey. Bu hiç doymayan bir açlıksa, o zaman zaten aşk oluyor herhalde. Mesela aşk, hissettiğin şeyden yorulmamak, onun bütün zorluklarına katlanmak değil, bütün her şeyinden zevk almak ve onun aslında seni güçlendiriyor olması ve hayatında feda edebileceğin şeyleri göze alarak devam etme cesareti olabilir. İpek Bilgin bu konuda çok güzel bir şey söylemişti.

* Ne dedi?

Haberin Devamı

“Eğer bir şeylerden fedakârlık yapmaya başlıyorsan o şey bitmiştir.” Çok doğru. Bir ilişkide fedakârlık yapabilirsin, kendiliğinden oluyorsa bunda sorun yok.

‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’

Yaptığım büyük bir vazgeçişti

* ‘Sırça’ oyununda temalardan biri ötekileştirme. Seçtiğin hikâyelerde genelde ‘öteki’ olmayı ve dertlerini anlatıyorsun. Bu tercih mi tesadüf mü?

Sanat çok önemli bir kavram. Biz bu işi neden yapıyoruz çünkü bu gibi sorunlar var ve bizim anlatımımız bununla beraber kuvvetleniyor. Biraz denk geliş bu, ama o denk gelişi de aslında biz destekliyoruz herhalde.

* Oyundaki Tom karakteri istediği hayat için birçok şeyden vazgeçiyor, sana ne kadar benziyor?

Çok. Üniversite sonrasında mesleğimi iyi yapabilmek için yaptığım her şey aslında çok büyük bir vazgeçişti. Bugün olabileceğim konumun dışında olabilmek, bazı imkânlar varken o imkânları kulanmamak… Bu bir tercih ve belki fedakârlık. Bunlar dışında Tom gibi gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var. Kendimden ödün vererek yaptığım pek çok şey de olmuştur. Ama günün sonunda bunlar, beni ben yapan şeyler.

* Fatih Sultan Mehmet’i canlandırdın,  Fatih’i canlandırmak nasıl bir duyguydu?

Çok keyifliydi. Her yaptığımız işte, işin kendisinden aldığım bir şey var, cebime, kalbime attığım. Fatih Sultan Mehmet’i canlandırırken işin boyutları çok değişmeye başladı. Ama duygular ve durumlar üzerine çalışırken ölçekler o kadar büyüdü ki... Bir de set ortamı  çok başkaydı. Figüranlar, atlar, alevler, kılıçlar… Kim olsa çok gaza gelirdi, ben de gaza geldim.

Yakışıklılığımı bir değer olarak görmedim

* Geçen aylarda IMDB’nin star listesinde Türk oyuncular arasında üst sıralara çıktığına dair haberler çıktı…

Evet. Tom Cruise’u geçmişliğim var. Helikopter kullanmayı bilmiyoruz ama olsun, ne yapalım (gülüyor).

* Seviyor musun popülariteyi?

Bu birazcık mesleğin kendi getirisi ama bir işi ne kadar iyi yaptığınla ilgili bir şey pek değil. Bir şeyi popüler hale getiren pek çok faktör var. Kanallar, platformlar, yapımcılar… Şöhret olmak gerçekten çok arzu ettiğim: “Ah ah” dediğim bir şey değil. Tanınır olmak güzel bir şey ama nasıl tanındığın da önemli. Kendimi, dünyadan, insanlardan ve güzel metrolarımızdan, otobüslerimizden yalıtmak gibi bir niyetim yok.

* Sence popüler olan kötü müdür?

Yok ama eğer bir şey fazlasıyla ticarileşiyorsa iyi değildir diyebilirim. ‘Ben bundan ne koparabilirim’cilik, meseleyi çok değersiz bir hale getiriyor sonunda. Ama popüler olması o kadar kötü gelmiyor bana.

* 28 yaşındasın. Öyle bir sektörün içindesin ki sürekli alttan yeni isimler geliyor. Bu sirkülasyon korkutuyor mu seni?

Yok korkutmuyor, beni yeni başlayan insanların işi yaparken kaliteye önem vermemeleri korkutuyor. Çünkü bu aynı zamanda seyreden insanın da algısını ve kriterini değiştiriyor. Her şeye sirayet ediyor. Mesele kalitesizleşiyor. Yani benden genç ya da benden büyük fark etmez, bir oyuncunun şunu demesi benim için daha iyi olur, “Ya işte bu Cem de oynamış ama buraları kötü oynamış, ben oynarken böyle yapmayayım.” Bu onu da geliştirir, beni de geliştirir. Sadece oyuncuları da suçlamamak gerekiyor. Yazılan işlerin kalitesi de önemli. Mesela öncesinde kötü oynadığını gördüğümüz aktörler başka işlerde çok iyi şeyler çıkardılar. Bu da demek ki bu iş sadece aktörde bitmiyor.

* Sen yakışıklı adamsın, niye bunun ekmeğini yemiyorsun? Sen de çok rahat bir yalının yakışıklı çapkını olabilirsin…

Yakışıklılığımı bir değer olarak görmedim. Mesela ben güzelliğime dert yanıyor olursam, saçım beyazladığında çok üzülebilirim. Kırışığım olduğunda çok mutsuz olabilirim. Derdim bu olacağına zihnimi, sanatsal yönümü, aklımı, fikrimi, düşüncelerimi, oyunculuk tekniğimi geliştiririm.

* Para kazanmaya daha odaklansaydım diye ileride kafanı duvarlara vurur musun?

Vurmam. Kazanacak olsaydım herhalde o kazanma yollarında olurdum. Derdim yalnızca para kazanmak olsaydı, o zaman muhtemelen seninle fotoğraf sergisi ya da Altın Portakal değil, başka şeyler konuşuyor olurduk. Diğer şeylere  önemsiz demiyorum ama benim dert ettiğim o kadar çok, başka şey var ki. Saçıma, yüzüme, kıyafetime dikkat edene kadar; ben daha şu kitabı okumadım, daha şu filmi seyretmedim, şöyle bir sergi var… Bunları bilmiyor olmak delirtiyor, hafif göbek bağlamak değil.

‘Gidişlerim, kaçışlarım, kırdığım çok kalp var’

Beklentinle kavruluyorsun

* Geçen sene ‘Altın Portakal’da rol aldığın iki film vardı. ‘Karanlık Gece’ En İyi Film Ödülü’nü kazandı. ‘LCV’ ile de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldın ve Selahattin Paşalı ile paylaştınız. Ödül çok önemli midir senin için?

Ödül almak tabii çok değerli, insanı mutlu eden bir şey ama ödül için bir işi yapmak başka bir şey gibi geliyor. Öyle bir durumda, bir işi yapmaktan aldığın zevkin ötesinde, o işi yaparkenki beklentinle kavruluyorsun. Çünkü en nihayetinde sanatsal etkinlik bir öğrenme, paylaşma hazzı; bu takdiri beklemek paylaşmanın ötesine geçiyor.

* Sana ödülü kazandıran ‘LCV’de nasıl bir karakteri canlandırıyorsun?

Bir kabin amiri, sevdiği bir insanın düğününe şahit olarak gidiyor. Sevdiği insanın aslında evleneceği kişiyi sevmediğini düşünerek, buna engel olmak için elinden geleni yapıyor.

* Kuir bir film... Daha önce ‘Kalp’ isimli oyunda da eşcinselleri anlatan bir hikâyedeydin. İzleyiciler ekranda ya da sahnede izledikleri karakterlerle oyuncuları çoğunluk bağdaştırabiliyor. Bu açıdan hiç tereddüt ettin mi?

Hayır. Başkasının gözünde heteroseksüel ya da homoseksüel olarak görünmek gibi bir problemim yok. Ben yaptığım işi doğru yapmak istiyorum. Bugünlerde de kuir anlatıların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanların bunu olağandışı bir şey olarak görmemeleri gerekiyor. Meselenin birisini sevmek kadar basit olduğunu, herkesin anlaması lazım. Bizim bu işlerde temel olarak ilgilendiğimiz şey de buydu, sevmek, istemek, onsuz yapamamak. Bu kadar, kimi sevdiğinin bir önemi yok. O yüzden hiç tereddüt etmedim, çekinmedim. Aksine, sorumluluk hissederek buna dört elle sarıldım.

 

 

 

BAKMADAN GEÇME!