HAYDİ YALLAH HOP HOP HOP! Vikingler diye bi çizgi
film vardi ya, hani hepsi bir araya gelip bir iş yaparken "Haydi Yallah Hop Hop Hop" diye bağırırlardı (acaba orijinalinde ne diyorlardi? Çevirmendeki yaratıcı zekaya da bakı, nasıl da millileştirmiş elin İsveçli Vikingini, helal olsun). İşte ben de şu "pazartesi günü sendromunu" Haydi Yallah Hop Hop Hop diye kovalamaya çalışıyorum. Gerçi yallah olduğu falan yok, öyle durup duruyor. Zaten yallah olsa da "Haftaya aynı gün ve aynı saatte buluşmak dileğiyle, esen kalın" diye gidecek, ve mutlaka sözünü tutup, haftaya aynı gün ve aynı saatte geri gelecek; hatta ben öleceğim, o, çocuklarımla, torunlarımla buluşmaya devam edecek. Of ki ne of (Bu kısmı hepbir ağızdan söylersek daha etkili olacaktır, Vikingler misali, hadi biiir, kii, üüüççç: OOOF! OF!).Hadi sen pazartesi sendromusun, e peki pazar gününe ne bulaşıyosun be kadın! (Pazartesi benim gözümde cadaloz kadının tekidir, isteyen onu erkek olarak da görebilir, ben karışmam, siz de bana karışıp asabımı bozmayın pazartesi, pazartesi). Daha pazar günü öğle saatlerinde başlar "Of yaa, yarın pazartesi" hayıflanmaları. Yapılan her aktivite insanın içinde bir burukluk bırakır, hani "Şimdi eğleniyoz da nooluyo? Yarın nasılsa yine pazartesi, azap çekmeye devam edicez" gibisinden.Bu durumda, küçük bir hesap yaparsak pazartesi sendromunun haftamızın iki gününü çekilmez hale getirdiğini görürüz (e vallahi bravo Einstein, yine zehir gibisin). Eee insanın ömrünün yedide ikisini, yani 70 yaşına gelmiş birinin 20 senesini zehir eden herşeye, ben incelenmesi gereken bir fenomen olarak bakarım, o yüzden bu uzunca tutulmuş girizgahımıza son verip, incelememizi başlatalım.Aslına bakarsanız (bu lafa da bayılıyorum, sanki şu saate kadar palavra atmışsınız da doğruyu söylemeye yeni başlıyormuşsunuz gibi bir hava veriyor), bu sendromun sebebi hepimizin de bildiği gibi, % 97,5'imizin ("aslına bakarsanız" bu oranı ben uydurdum), sevmediği, hatta nefret ettiği işlerde çalışmasıdır. Bu durum da, ekonomik koşullar, yetiştirilme tarzımız ya da toplum baskısı gibi tamamen bizim dışımızda olan faktörlerden doğmuştur (di mi?). Yani hepimiz, en azından bir kere, her şeyi göze alıp, üzerimizdeki kravat, önlük, ceket ya da herneyse onu fırlatarak "Yok kardeşim yapmıyorum ben bu işi, evimde mantı açıp satıcam, televizyonda dublaj yapıcam, ressam olucam" tarzından bir çıkış yapmışızdır da, patronumuz ve çalışma arkadaşlarımız "Elini ayağını öpeyim gitme, bizi buralarda yetim koma!" diyerek bize mani olmuşlardır, degil mi? Değiiiil! Peki neden? Çünkü bu durumda olan hepimizin kaybedecek bir şeyleri vardır, bunları öyle pat diye riske atamayız, "Ya sonrası ne olacak? İşsiz kalırsam ne yaparım? Elalem ne der?" gibi sorular bizi kolumuzdan tuttukları gibi olduğumuz yere çiviler. Öyle ki halihazırda ne kadar sıkıntılı ve mutsuz olduğumuz gerçeği bile, bu sorular karşısında ezilip dümdüz olur. Zaten biz bu hafta için değil, tamamiyle uğruna yaşadığımız o yegane günden, yani cuma günlerinden müteşekkil olacağını umduğumuz ileriki haftalar için yaşarız (inceleme bitmiştir, cümleten geçmiş olsun). Burda durup bir de, her yazının halkın tamamı için doğru olması gerektiğini savunan populist tarafımıza kulak verelim:-Oğlum millet işsizlikten kıvranıyo, sen hala daha pazartesi sendromundan bahsediyon, millet işi bulsa bırak pazartesi, pazarları bile çalışmaya hazır, rahat batıyosa istifa et de yerine çalışmaya hevesli birini alsınlar, artist burjuva!Anlayacağı dilden cevaplayalım:-Ona bakarsan ("ona bakarsan" bu tür atışmaların mutlak giriş sözüdür), dünyada bu kadar açlık varken, hiç kimsenin restorana gidip
yemek seçmemesi lazım.(Naniik!).Bu küçük polemikten sonra, gelelim neticeye;Vallahi benim kendi adıma söyleyeceÄŸim ÅŸudur:Hiiç bana bakmayın kardeÅŸim; bana uymaz öyle kravat savurup gitmeler falan, neme lazım, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, zaten ÅŸurda cumaya ne kaldı ki. Haydi yallah hop hop hop!Can ÇELÄ°KBÄ°LEK - 04 Haziran 2001, Pazartesi Â
button