Hastalıklar bile yaşama sevincini kıramadı

Güncelleme Tarihi:

Hastalıklar bile yaşama sevincini kıramadı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 29, 2004 01:27

Doktorlar belfıtığı teşhisi koymuştu, ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyata girip, çıkamamak da vardı sonunda. Çevresindekiler endişeliydi, eşi Zühre’nin ağzını bıçak açmıyordu. Rolleri değiştiler, şaşırtıcı bir biçimde Orhan, onlara moral vermeye çalıştı.

(...)

Daha sonra idrarını yapamama sorunu başladı. Ardından kötü haber geldi. Kapalı prostat ameliyatı olması gerekiyordu. Orhan, insülin iğnesine, ağrıyan beline, sorun çıkarmaya devam eden mesanesine ve de by pass geçirmiş kalbine rağmen, yine de yaşama sevincini hiç kaybetmedi.

Evde yalnızdı. Mesanesinden yükselen sancı, kalbine vurmaya başlamıştı. Koltuğa yığılıp kaldı.

Giderek şiddetlenen sancıyla kıvranırken, öleceğini düşünüyordu. Mantığının her şeye rağmen ayakta kalan yanı, ‘İnsan idrarını yapamamaktan ölür mü?’ diye dirense de, ‘Ölümüm yaklaştı. İdrardan ölecek ilk kişi ben olsam da ölüyorum işte’ diyordu. Nasıl başardıysa cep telefonunu bulup kızı Şule’yi aradı; ‘Kızım hakkını helal et. Ben ölüyorum.’

On dakika sonra Şişli Eftal Hastanesi acil servisindeydi. Şule hemen ambulans göndermişti. Sondayla mesanesini boşaltmaları zor olmadı. Birkaç gün dinlenmesini tavsiye ederek eve gönderdi doktorlar.

‘Öldüm, ölüyorum’ diye düşünmesine neden olan sancıdan kurtulur kurtulmaz, akşam antrenman olduğunu hatırladı. Kesinlikle evde kalamazdı. Futbol, hayatının tadı tuzuydu onun.

Sonda torbası elinde gitti antrenman sahasına. Önce ev ahalisi, sonra da çalıştırdığı çocuklar şaşırdılar onu öyle görünce. Gülsünler mi, ağlasınlar mı bilemediler? Kısa bir tereddüt geçirdiler. Sonra hepsi birden gülmeye başladı.

Karşılarındaki herhangi bir kişi değil, Feriköy’ün ‘Didi Orhan’ıydı! Yıllardır peşini bırakmayan hastalıklara rağmen hayata dört eliyle birden sarılan, sondasına bile aldırmadan hayattan zevk almayı başaran bir insandı o. Birbirini izleyen ve bir türlü kurtulamadığı hastalıklar, neşesini yoketmeyi başaramamıştı.

HASTA ZİYARETİNDEN HASTALANARAK DÖNDÜ

Hastalıklar bedenini ilk yokladığında bacanağıyla birlikte Ordu’nun bir köyündeydi. Bacanağının hasta olan babasını ziyarete gitmişlerdi. 1982 baharının ilk aylarıydı. İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak dağ havasına ve sürekli bulutlarla kaplı gökyüzüne alışık değildi. İçini tarif edilmez bir sıkıntı kaplamıştı.

Ziyaretinin üçüncü günü, tuvalette yığıldı kaldı. Beyni vücuduna hükmedemiyor, ayakları onu taşımıyordu. Çığlık çığlığa yardım istedi. Bacanağı şaşırmıştı. Ne olduğunu anlayamadılar. Sadece ellerini ve başını oynatabilen Orhan’ı, sırtlarına alıp bir yatağa taşıdılar. Düzeleceğini umarak ertesi güne kadar beklediler. Orhan, felç olmuşa benziyordu.

Gün ışığında hala hareketsizdi. Önce Ordu’da bir doktora götürdüler onu. Sonra da doktorun tavsiyesiyle İstanbul’a doğru yola çıktılar.

Station tipi bir aracın arkasına yaptıkları yatağa uzatmışlardı haraketsiz bedenini. Hasta ziyaretine gidip hastalanarak dönen Orhan’ı evde ailesi, dostları, komşuları kalabalık bir grup halinde karşıladı. Evden sonraki durak, Şişli Eftal Hastanesi Beyin Cerrahisi bölümüydü. Yaşamında yeni bir sayfa açılmıştı. Farkındaydı bunun. Sekiz kişilik koğuştaki hastalarla tanıştıktan sonra kendi kendisiyle yalnız kalınca, sonraki yıllarda da uygulamaktan asla vazgeçmeyeceği bir karar verdi:

- Buradan sağlığıma kavuşarak çıkmak için kendimi bırakmamalıyım. Güçlü olmam lazım.

Doktorlar belfıtığı teşhisi koymuştu, ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyata girip, çıkamamak da vardı sonunda. Çevresindekiler endişeliydi, eşi Zühre’nin ağzını bıçak açmıyordu. Rolleri değiştiler, şaşırtıcı bir biçimde Orhan onlara moral vermeye çalıştı.

Ameliyatı başarılı geçti. Ama Orhan’ın vücudunda en ufak bir hareket yoktu. Hala kıpırdatamıyordu bedenini.

Fizik Tedavi bölümüne götürülmesine karar verildi. Bölüm başkanı Feyza Hanım kabul etmek istemedi onu:

- Yürüyemez. Biz uğraşamayız, alsınlar evlerine götürsünler.

Orhan, konuşulanları duymuştu. Yattığı yerden itiraz etti:

- Doktor hanım inanın ben buradan yürüyerek çıkarım. Sonra da gider sizin muayenehanenizi boyarım.

Feyza Hanım güldü. Karşısında, umutsuz durumuna rağmen hayata sımsıkı sarılmış bir hasta vardı. Yumuşadı o zaman.

Gerçekten de doktora söylediğini yaptı Orhan. Hastalıkla mücadeleden hiç vazgeçmedi. Hatta yatmaktan vücudunda yaralar açılması bile moralini bozmaya yetmedi.

Altı ay sonra hastaneden çıkarken koltuk değneği, ortopedik ayakkabı ve korse yardımıyla da olsa ayağa kalkabiliyordu.

HASTANE ÖNÜNDEKİ KADIN ORHAN’I DİLENCİ SANDI

Evine döndüğünde onu bekleyen mali sorunlarla yüzyüze geldi bu kez. İşlettiği Zafer taksi durağı kapanmak üzereydi, elde avuçta olan ne varsa hastalık süresince tükenmişti. Eskiden boya badana yapıp ek gelir elde ediyordu. Ama bu mümkün değildi artık. 36 yaşında, değil boyacılık yapmak, ayakta bile zor durabilen yarı sakat bir adam olmuştu.

Şişli Eftal Hastanesi, ikinci eviydi. Aylar, hatta yıllarca fizik tedaviye gidip gelmesi gerekiyordu. Aslında ev ile hastane arası beş dakikalık bir mesafeydi. Ancak Orhan, eşinin ve koltuk değneklerinin de yardımıyla neredeyse bir saatte güçlükle katedebiliyordu o yolu.

Birgün hastane önündeki ışıkta beklerken, bir kadın nasıl olduysa dilenci sandı onu. Bozuk para uzattı. Orhan gülerek, ‘Hanım ver bakalım ama beni zengin edecek kadar ver’ dedi. Kadın bozuldu, yürüdü gitti. Büyük ihtimalle, parayı beğenmediğini sanmıştı.

Kadının davranışı üzdü Orhan’ı. Ne hastalıklar, ne de parasızlık moralini bozamıyordu. Sadece insanların bakışı, anlayışsızlığı üzüyordu onu. ‘Ooo sen hala yaşıyor musun?’ esprilerinden, acıyan bakışlardan bunalıyordu.

Feriköy sahasına gidince bütün üzüntülerinden kurtuluyor, sıkıntılarını unutuyordu. Arkadaşlarının yardımıyla gidip geliyordu maçlara.

Ancak çok geçmeden hastalık yeniden çaldı kapısını. 1983 yılının ocak ayında bu kez mesanesinde taş çıktı. Ameliyat için tekrar yattı hastaneye. Sorunu o ameliyat da çözemedi. Ertesi yıl bir daha ameliyat olması gerekti. Üstelik yine mesanede taş probleminden dolayı.

Bereket Bağ-Kur karşılıyordu hastane masraflarını. Evdeki ekonomik sıkıntı artmış, hayli yoksullaşmışlardı. Orhan hala koltuk değnekleriyle güçlükle yürüyebiliyor, çalışamıyordu. İşe başlayan eşinin aldığı maaş, evin tek geliriydi. İki çocuk okutuyorlardı bir yandan da.

Bir süre sonra Orhan, baktı geçinemiyorlar; boya badana işine çıkmaya başladı. İlk hastalandığı günün üzerinden üç dört yıla yakın zaman geçmişti. Kendini eskisine göre daha iyi hissediyordu.

Boyanacak bir ev için telefonla anlaştı. Ev sahibi kadınla konuşmak için gittiğinde koltuk değneklerini sakladı. Kadın, anahtarı bırakıp çıktıktan sonra, koltuk değneklerine dayana dayana boyadı evi.

İş bitip parayı verirken gördü kadın koltuk değneklerini. Şaşırdı. ‘Sana helal olsun Orhan Usta’ diyerek takdir etti onu. Halbuki önceden görseydi koltuk değneklerini, büyük ihtimalle işi vermezdi.

Bir yandan belfıtığı ve mesane rahatsızlığı devam ediyordu. İdrarını yapamama sorununu işte tam bugünlerde, 2000 yılı Mayıs ayında yaşadı. O gün Feriköy maçına gidip gündüz yaşadığı sıkıntıyı unuttu. Ancak doktorlar birkaç gün sonra kötü bir haber verdiler. Kapalı prostat ameliyatı olması gerekiyordu.

HASTALIKLAR YAKASINI

BİR TÜRLÜ BIRAKMADI

Yine ameliyat olacaktı. O, hastalığa takmak yerine yeni insanlarla dostluk kuracağına sevindi. Hastane arkadaşlıkları da asker arkadaşlığı gibiydi. Derin dostluklar oluşuyordu koğuşlarda. Bir hafta sonra hastaneden çıktığında geride yine ‘tatlı ve unutulmaz’ anılar kalmıştı.

Nekahat dönemini evde geçirdi. Kırk gün kadar sonra bir akşam, kızı, damadı, oğlu ve eşiyle ailece yemek yiyorlardı. Göğsüne bir ağrı girdi. Çıkmak bilmiyordu bir türlü.

Orhan önemsemedi ama ev halkının zoruyla yine ‘yuvası’nın, yani Şişli Eftal’ın yolunu tuttular. Acilde nöbetçi doktor Gülseren Hanım’dı. Görür görmez tanıdı Orhan’ı. Teşhisi koymakta da gecikmedi. ‘Orhan Bey, kalp krizi geçiriyorsunuz.’

Hemen sedyeye yatırıp Kroner Yoğun Bakım Servisi’ne götürdüler. Orayı sevmedi Orhan. Tam bir tecrit uygulanıyor, tek başına kalıyordu bu serviste. Oysa o kalabalık koğuşlarda kalmaya alışkındı.

Yetmemiş gibi bir de idrar problemi çıktı. Gece boyunca sancı çekti. Dolu mesanenin verdiği acı, başka acılara benzemiyordu. Ertesi gün ürolog gelip, sondayla müdahale edince rahatladı. ‘Buraya kalpten yattım, sidikten gidecektim’ deyince güldü doktor.

10 gün kadar sonra özel bir hastaneye sevkedildi. Orada anjiyo yapıldı. Dört damarı tıkanmıştı! Derhal by pass olması gerekiyordu. Bir gün içinde ameliyata hazırlandı.

Ertesi sabah ameliyathaneye götürülürken, eşi ve çocukları, tedirgin gözlerle izliyorlardı onu. Aslında Orhan da korkmuyor değildi. Ama onları öyle görünce yine iş başa düştü; ‘Merak etmeyin, bu kadar ameliyata girip çıktım’ diye teselli etti ailesini.

Ameliyat masasına yatırıldığında da rahattı. En ufak bir tedirginlik hissetmiyordu. Doktorlardan biri sordu, ‘Ameliyatı hocamızın yapmasını ister misiniz?’ diye. Henüz narkoz verilmemişti. Doktorun sözlerinin anlamını kavramakta gecikmedi. Ameliyatı hoca yaparsa, açıktan para ödemesi gerekecekti. Bu mümkün değildi. Gülerek yanıtladı doktoru:

- Doktor bey, içinizde en acemi hanginiz ise, ameliyatımı o yapsın.

Böyle dedi ama yine de şef yaptı ameliyatını. Ayrıca para da istemedi. Başarılı geçmişti by pass ameliyatı. Orhan, bir hafta kadar sonra evindeydi.

İlk ziyaretçileri, Feriköy’den ayrıldıktan sonra çalıştırdığı Nişantaşı Alt Yapısı’ndan küçük öğrencileriydi. Hepsi çok seviyordu onu. İyileşip sahaya dönmesini bekliyor, yolunu gözlüyorlardı.

Orhan da onları çok bekletmedi, dikişleri bile alınmadan gitti sahaya. Çocuklardan enerji alıyor, onlarla birlikteyken bütün sıkıntılarını, hastalıklarını unutuyordu.

İnsülin iğnesine, ağrıyan beline, sorun çıkarmaya devam eden mesanesine ve de by pass geçirmiş kalbine rağmen antrenmanlarını aksatmadı. Her cumartesi pazar onlarla top başı yaptı.

Çocuklarla evin kömürlüğünde duran topları alıp, birlikte gidiyorlardı çalışmaya. ‘Didi Orhan’ topları asla çocuklara taşıtmıyor, yardım edecek bir genç gelmemişse kendisi sırtlıyordu.

Yine böyle file içindeki topları yüklenip, koltuk değneğine dayanarak çocuklarla birlikte ağır ağır ilerlediği günlerden biriydi. Şişli Motor Meslek Lisesi’nin bahçesine gideceklerdi.

Birden yanında bir polis aracı durdu. Bir başkomiser arabadan inerek yanına geldi. ‘Baba Türk milletine çok büyük bir iyilik yapıyorsun’ deyip, hararetle tebrik etti onu.

Orhan, kalakaldı olduğu yerde. Çok sevinmişti. Bu aslında onca hastalığa rağmen hayattan kopmamasının, hayatı sevmesinin ödülüydü.

EŞİ DE BY PASS OLDU

M.Orhan Budak, asla hastalıklarından, zorluklardan yakınmayan, hayata hep dört elle sarılan bir insan. Hala hastalıklarla boğuşuyor, ama hayata gülerek bakmaya da devam ediyor. Kendi deyimiyle, ‘Görenler sarhoş zannediyor.’ Yani her daim neşeli. M.Orhan Budak’ın yedi sayfalık mektubunu aldıktan sonra hem kendisiyle, hem de eşi Zühre Hanım’la konuştum. Hastalıklar onu da bir kez yoklamış, Haziran 2001’de de o by pass ameliyatı olmuş. Şimdi sağlığı yerinde.

Yaşam öykünüzü bekliyoruz

Fax: (312) 428 53 18

e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr

Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur

Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/Ankara

Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam

SONRAKİ ÖYKÜ: ATEŞ ALTINDA YOLCULUK
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!