Filmimi İstanbul’da çekeceğim

“Peace After Mariage” filminde Amani rolünde izleyeceğiz sizi. Amani nasıl biri, anlatır mısınız biraz?�

- Filistin’den Amerika’ya taşınmış bir anne. İlk çocuğunu Ürdün’de dünyaya getirmiş, yani Brooklyn’e gelmeden önce. Modern hayata ayak uydurmaya çalışıyor. Ama kocası da geleneklerine bağlı olduğundan kendi vatanından bir eş istemiş. Bu anlamda Amani, hem modern hayat hem de gelenekler arasına sıkışıp kalıyor.

Film aslında komedi türünde ama arka planda da politik konular işleniyor...            �

- Komedi, bu tarz konuları kolayca örtüyor. Film aslında tamamen komedi ve kişisel bir yolculuğun hikayesi. Ama konu ne zaman göçmenlik olsa, arkada daha önce yaşadıkları yerin politik unsurlarını da görmek mümkün oluyor. Kimlikleri, hisleri, a’dan z’ye tüm yolculuklarını izleyebiliyorsunuz. Cinsel kimliğini anlamaya çalışan bir erkek, yaşadığı yerden ayrılıp yeni bir dünyaya gelen bir kadın ve onların yaşamlarındaki diğer faktörleri bu filmde izleme şansını buluyoruz.

NE KADAR PARA ALACAĞIM UMURUMDA BİLE DEĞİLDİ

Siz ilk kez bir komedi filminde rol alıyorsunuz, değil mi?

- Evet, o nedenle “Peace After Mariage” benim için çok özel bir film. İlk kez bir senaryoyu okudum ve ekibi tanımadan teklifi kabul ettim. Ne kadar para alacağımı bile bilmiyordum. Umurumda da değildi.

Sizce bu filmde izleyiciyi ne etkileyecek?

- Senaristimiz Ghazi Albuliwi öyle karakterler yazmış ki, izleyiciyi hangi milletten olursa olsun etkiler. Amerika’da da, Türkiye’de de, Ürdün’de de tüm insanlara yakın gelecek bir film yaptık.

Farklı ülkelerde çalışmanın sizin için en keyifli yanı neydi?

- New York en sevdiğim şehir. Uzun yıllardan bu yana Fransa’da yaşıyorum. Ürdün’de de çekimlerimiz oldu. Bu film, özellikle benim kendi karakterimi ve gittiğim noktayı daha iyi belirlememe yardımcı oldu. Çünkü ülkemden yıllardır uzağım. Amani’yi şekillendirirken kendi köklerime döndüm. Bu yapımın çok kültürlü oluşu da beni etkiledi. Faruk Özerten de başarılı bir göçmen olarak farklı bir bakış açısı kazandırdı.

ÇILGIN, ROMANTİK VE MUHTEŞEM BİR ŞEHİR

İstanbul’a neden geldiniz?

- Ürdün ve Amerika’daki çekimlerin ardından post prodüksiyon aşamasını burada yapmaya karar verdiler. Ben de yapımcı Faruk Özerten’in peşinden ekiple birlikte buraya kadar geldim. Biz bu ekiple bir aile gibi olduk.

Peki şehrimizi nasıl buldunuz?

- İstanbul, çılgın, romantik ve muhteşem bir şehir. Buranın eğlencelerinden de nasiplendik. Filmi bütçenin altında tamamladığımızdan, hepimizi burada bir araya getirecek miktarda para kaldı. İstanbul’daki çalışmalarda da gördük ki, buradaki insanlar filmin her aşaması konusunda oldukça tecrübeli. Dört yıl önce “Beni Unutma İstanbul” adında kısa bir film çekmek için buraya gelmiştim. Yine de bu ilk gelişim sayılır, çünkü hâlâ şehri keşfetmeye devam ediyorum. Burada olmak bana ileride Türk yapımcılarla ortak yapımlara imza atmak için ilham veriyor. Faruk Özerten’le bu konuyu uzun uzadıya konuştuk. Senaryosunu yazdığım ve yönetmenliğini de yapacağım
“Inheritance” (Miras) isimli filmin bir bölümünü burada çekmek istiyorum. Bu konuda yapımcılarla da görüşmeler yapmak amacındayım.

Filmin bir bölümünü burada çekmek isteyecek kadar etkileyen neydi sizi İstanbul’da?

- Öncelikle iki kıtayı birbirine bağlayan bir kent burası. Bunun yanında daha derin anlamları da var. Çok modern ama bir yandan da oryantalizmi bozulmamış. Birçok ülke gezdim ama burası öyle bir yer ki, bana “Keşke Türkçe konuşabilseydim” dedirtti.

ANNEM, BENDEN BİR TÜRK AKTÖRÜ ÖPMEMİ İSTEDİ

Daha önce hiç bir Türk filmi izlemiş miydiniz?

- Yılmaz Güney’in “Yol” filmini izlemiştim.

Birçok ülkenin televizyonlarında artık Türk dizileri de yayınlanıyor. Siz hiç izleyebildiniz mi?

- Ben pek televizyon izlemem ama annemden bildiğim kadarıyla ülkemde Türk dizileri çokça izleniyor. Hatta annem İstanbul’a geleceğimi duyunca, benden bir Türk aktörü öpmemi istedi. Gerçek adını bilmiyorum ama ekiptekiler Kıvanç Tatlıtuğ olduğunu düşünüyor.