Eşkıya buz dağlarını basınca sarayda pişen yemekler koktu

Güncelleme Tarihi:

Eşkıya buz dağlarını basınca sarayda pişen yemekler koktu
Oluşturulma Tarihi: Ekim 08, 2005 00:00

Meselá 1768 Eylül’ünde Gemlik’in Katırlı Dağı’na çıkan buzcular, eşkıyanın eline düşmüş, eşkıya padişaha haber göndererek fidye istemiş ve ‘Eğer bu parayı vermezseniz, bundan böyle dağlardan buz alamaz ve şerbetlerinizi buzsuz, sıcak sıcak içersiniz’ demişti.

BUZDOLABININ várolmadığı zamanlarda, yiyecekler ve içecekler buz kalıplarının içerisine konur, İstanbul sarayında da bu işi ‘Karcıbaşı’ yapardı. Karcıbaşı’nın adamları dağlardan İstanbul’a buz taşırlardı ama 1768 Eylül’ünde yaşanan bir kaçırma olayı yüzünden saray buzdan mahrum kalmıştı.

Sadece saray değil, İstanbul halkı da buza meraklıydı ve kar ile buz o kadar çok talep edilirdi ki, şehirde büyük bir ‘buz sektörü’ doğmuştu. 16. yüzyılın ortalarında İstanbul’a gelen Pedro adındaki bir İspanyol, anılarında ‘kar ve buz satan dükkánların sayılarının kasaplar kadar olduğunu’ yazacaktı.

Meyve satıcıları, yaz aylarında ‘karlık’ denilen buz depolarından buz ve kar alır, meyveleri müşterilerine buzlarla beraber verirlerdi. Buz kalıpları bugünün çeyrek ekmeği büyüklüğünde olur, su ve şerbet satıcıları da sattıkları içeceklerin içerisine bu kalıplardan atarlardı.

İstanbul’un birçok yerinde ‘karlık’ denilen buz depoları vardı ve kıştan kalan veya Bursa civarındaki dağlardan getirilen karlarla buzlar, bu karlıklarda muhafaza edilirdi. ‘Karlık’, kuyudan daha geniş olan çukurlar ve suyu çekilmiş derelerdi. Eyüp, Okmeydanı ve Hasköy gibi yerlerdeki karlıkların sayısı 17. yüzyılın ortalarında 70 kadardı, bu karlıkların önemli bir kısmı da devlete aitti ve ‘hassa karlığı’ denirdi.

Hassa karlıklarında ‘karcıbaşı’ya bağlı olan 400 kadar ‘karcı’ çalışır, İstanbul’a az kar yağdığı zamanlarda Yalova’daki diğer hassa karlıklarından şehre buz taşırlar ve bu buzların da yetmediği senelerde, özel karlıklardan satın alıp saraya götürürlerdi. Arif Bilgin, arşiv kaynaklarına dayanan ‘Osmanlı Mutfağı’ isimli eserinde, İstanbul’un kar ve buz ihtiyacının ne şekilde temin edildiğini geniş bir şekilde anlatır. İstanbul’da 1578 ile 1581 yılları arasında yaşayan Alman papazı Salomon Schweigger, yazdığı hatıralarında padişahın ve paşaların kar ve buz satışından önemli gelirler elde ettiğini söyler. Schweigger, o dönemin meşhur sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’nın buz satışından yılda 80 bin altın kazandığını anlattıktan sonra ‘Bu mal soğuk ve dondurucudur ama sağladığı bol kár, yürekleri ısıtır’ diye yazar.

Buzu en fazla tüketen merkez olan Topkapı Sarayı’nın ihtiyacının bir kısmı, Uludağ’dan ve Gemlik’teki Katırlı Dağı’ndan karşılanırdı.

Sarayın Bursa’daki alım memurunun görevlerinden biri de, İstanbul’a düzenli olarak buz yollamaktı. İlkbaharda başlayan talepler, yaz ortalarında iyice artar ve ‘buz kethüdası’nın emrindeki yüzlerce işçi, Uludağ’daki depolardan kestikleri buzları keçelere koyup İstanbul’a taşırlardı.

Tarihçi Ahmed Refik Altınay tarafından bundan senelerce önce yayınlanan bir arşiv belgesinde, saraya buz getirmek için dağa çıkan buzcuların başlarına gelen ilginç bir hadiseye rastlıyoruz.

Tahtta Üçüncü Mustafa’nın bulunduğu 1768 Eylül’ünde, saray buzcuları buz kesmek için Gemlik’teki Katırlı Dağı’na çıkmışlar ama burada eşkıyanın saldırısına uğramışlardı. Buzcuları ve hayvanlarını rehin alan eşkıya, karcıbaşıya haber göndererek adamlarını serbest bırakmak karşılığında 5 bin kuruş fidye istemiş, fidye ödenmediği takdirde hem rehineleri, hem de hayvanları öldürme tehdidinde bulunmuştu. Tehdit bu kadarla da kalmıyordu: Eşkıya, saraya ‘Bu parayı vermezseniz, Katırlı Dağı’ndan bundan böyle buz nakline izin vermeyeceğiz’ demişti.

Zamanın Osmanlı hükümeti, derhal harekete geçerek Gemlik Kadısı’na devlet karcılarının kurtarılması ve eşkıyanın cezalandırılması emrini verdi ama o günlerden kalma belgeler burada son buluyor, yani rehinelerin akıbetinin ne olduğu ve sarayın buzsuz kalıp kalmadığı konusunda elimizde bir bilgi bulunmuyor.

Tanburi Cemil Bey’in ruhunu çağırıp tanbur çaldırmaya çalıştılar

RUŞEN Ferid Kam,
klasik kemençenin son büyük üstadlarından biriydi ve bu sazdan en iyi sesi çıkartan çok önemli bir hocaydı. Ruşen Bey’i, 1980’lerde kaybettik.

1960’lı yıllarda bir gün, Ruşen Bey ile Ankara’daki evinde sohbet ediyorduk. Nasıl olduğunu pek hatırlamıyorum ama konu birdenbire ruh çağırma işine gitti. O günlerde ruhçulukla ben de çok yakından meşguldüm. Üstadın da bu işlere meraklı ve meraktan da öte bilgi ve tecrübe sahibi olması beni hem şaşırttı, hem sevindirdi.

Türk Müziği’nin büyük ismi Tanburi Cemil Bey’in, Ruşen Hoca’nın hayatında ve sanatında çok önemli bir yeri vardı. Merak ettim ve katıldığı ruh çağırma celselerinde Cemil Bey’in ruhunu davet edip etmediklerini sordum. Ruşen Bey tatlı tatlı güldü ve bir hatırasını anlattı:

‘Bu konularda usta olan bir hipnozcu dostum, İstanbul’dan bana misafirliğe gelmişti. Aynı akşam, tanbur çalan genç bir öğrencim de bende olacaktı.

Tanburi genç sazına senelerden beri çalışıyor ama icrasını bana bir türlü beğendiremiyordu. Yani, çalmayı becerememişti. O akşam hipnozcu misafirime Tanburi Cemil Bey’in ruhunu çağırıp genç tanburinin bedenine girmesini sağlamasının mümkün olup olmadığını sordum. Büyük üstadın ruhu hakikaten gelir de gence tanburu iyi bir şekilde çaldırabilirse hem önemli bir hadiseye şahit oluruz, hem de hevesli gence faydası dokunur diye düşünüyordum.

Misafirim genci bir koltuğa oturttu, kendisi bir sandalye alıp tam karşısına geçti ve çeşitli telkinlerle genci uyuttu. Sonra, ruhlar áleminden araya araya ve zorla Cemil Bey’in ruhunu bulup davet etti ve gencin bedenine girmesini sağladı. Tanbur ve mızrap zaten hazırdı, hemen uykudaki gencin eline tutuşturduk ve hipnozcu, delikanlıya Cemil Bey’in Şedáraban makamındaki meşhur eserini çalmasını emretti. Çocuk çalmaya başladı ama uyanık hálinden daha da berbat şekilde! Misafirime ‘Doktor’ dedim, hiç uğraşmayalım, zira bu çocuğa Cemil Bey’in ruhu bile tanbur çaldıramayacak!’

Ruşen Bey’
in hipnotize ettirip tanburu iyi bir şekilde çaldırmaya çalıştığı genç, ismini sonraki senelerde besteci olarak duyuracaktı.

Sorular ve Cevaplar (Mehmet Nuri YILMAZ)

Grip aşısı yaptırmak orucu bozar mı?

Nemci ERSEVER/GAZİANTEP

- Orucu yemek, içmek ve cinsi ilişkide bulunmak bozar. Grip veya herhangi bir aşı yaptırmak orucu bozmaz.

Fitil kullanan kişinin boy abdesti alması gerekir mi?

F.T/İSTANBUL

- Fitil kullanmak boy abdesti almayı gerektirmez.

Aleviye Tarikatı diye bir tarikat var mıdır?

Müfit YILDIZ/İSTANBUL

- Alevi terimi tasavvuf tarihinde bazı tarikatların ortak adı olarak kullanılmıştır. Hemen bütün tarikatlar, silsilelerini sahabeden birine bağlarlar. Örneğin, Nakşiler ve Mevleviler, tarikat silsilelerini Hz. Ebubekir’e dayandırdıklarından ‘Bekri’, Anadolu’da yaygın olan Kadirilik ve Rufailik gibi tarikatlar ise silsilelerini Hz. Ali’ye dayandırdıklarından ‘Aleviye’ adını almışlardır.

Kadınlar ezan okuyabilir mi?

Fatma GÜVEN/AKSARAY

- Ezan, sünnet-i müekked olup İslam’ın şiarlarından biridir. Ezan aracılığıyla hem halka namaz vaktinin girdiği duyurulmakta, hem de Allah’ın varlığı, birliği, yüceliği, Peygamberimizin onun kulu ve elçisi, namazın kurtuluş vesilesi olduğu bildirilmektedir. Müezzinlerin erkek olması, ilk yıllardan itibaren günümüze kadar devam edegelmiş bir uygulamadır. Peygamberimizin 4 müezzini vardı, bunların hepsi de erkekti. Dolayısıyla ezanların erkekler tarafından okunması uygundur.

Erkek ve kızların evlenme yaşı kaçtır?

Selvi TARTAN/İZMİR

- Bu sorunun cevabı, evlenme ehliyeti ve ergenlik yaşıyla ilgilidir. Geçerli bir evlilik yapabilmek için hukuken sahip olması gereken yeterliliğe evlenme ehliyeti denir. Evlenme ehliyetinin iki şartı vardır: Akıllı (temyiz gücüne sahip) ve baliğ (ergenlik çağına ulaşmış) olmak. Hanefi fıkıh ekolünde kadın olsun, erkek olsun bu iki şartı kendisinde toplamış bulunan her şahıs, başka bir kimseden izin almaksızın evlenme sözleşmesi yapabilir. Ergenlik, biyolojik bir olgunluğu ifade eder. Bu da insandan insana, bölgeden bölgeye değişir. Herkes için sabit bir ergenlik yaşı belirlemek mümkün değildir. Bu sebeple İslam hukukçuları, ergenlik için genel duruma bakarak bir alt, bir de üst sınır belirlemişlerdir. Bu iki sınır arasında kişi, ne zaman biyolojik olarak ergen olursa o andan itibaren baliğ sayılır. Alt sınırdan önce ergenlik iddiası kabul edilemez. Üst sınıra ulaşan kimse de ergenliğe ulaşmasa bile baliğ kabul edilir. Alt sınır kızlarda 9, erkeklerde 12’dir. Üst sınır ise Hanefi fıkıh ekolünde kızlarda 17, erkeklerde 18’dir. Devlet evlenme yaşı için neyi öngörmüşse ona uymak daha doğru bir davranıştır.

Kaza namazlarında ezan ve kamet gerekir mi?

Burhan POLAT/ANKARA

- Ezan ve kamet vaktin değil, namazın sünneti olduğu için kaza namazı kılarken de ezan ve kamet getirmek sünnettir. Kamet getirilmeden kılınan namaz sahih olmakla birlikte terk etmek uygun değildir. Birden fazla kaza namazı kılınacak ise hepsi için bir ezan, her biri için de ayrı ayrı kamet getirilmesi uygun olur.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!