Ermeni sanatçı konuşuyor, Azeri meslektaşı tercüme ediyor

Güncelleme Tarihi:

Ermeni sanatçı konuşuyor, Azeri meslektaşı tercüme ediyor
Oluşturulma Tarihi: Haziran 24, 2006 00:00

Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın lakabının "Üç Denizin Sesi" olduğunu biliyor muydunuz? 1998 yılında, "İki Denizin Öyküsü Enerji Konferansı" vesilesiyle orkestraya Hazar Denizi Bölgesi’nden 5 ülkenin daha sanatçıları katıldı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, "Neden iki deniz? Bir de Doğu Akdeniz var" sözü üzerine ertesi yıl enerji konferansının adı "Üç Denizin Öyküsü" olurken, orkestranın ’lakabı’ da "Üç Denizin Sesi" oldu.

Orkestranın kurucusu Nihat Gökyiğit o gün bugündür "Üç Denizin Senfonisi" adlı bir eserin hayalini kuruyor. Hayalleri Azeri besteci İlyas Mirzayev gerçekleştirdi. Eserin dünya prömiyeri 22 Haziran’da Aya İrini’de yapıldı. İkinci konser bugün Çeşme Alaçatı’da, üçüncüsü ise 25 Haziran’da Finike’de... 45 dakikalık eserin bestecisi İlyas Mirzayev bu tip besteler yapmak için bir süreliğine hayattan vazgeçmek gerektiğini düşünüyor.

Gözlerinizi kapatın ve çocukluğunuza dönün lütfen... Kendinizi ilk hatırladığınızda neredesiniz ve ne yapıyorsunuz?

- Deniz kenarındayım. Hiçbir şey düşünmüyorum, önümde uzanan şahane maviliği seyrediyorum. Huzurluyum.

Babanız gibi ünlü bir müzik adamı olacağınızın sinyallerini kaç yaşında, ne yaparak vermişsiniz?

- Biliyor musunuz ben küçükken müziği pek sevmezdim. Yedi yaşında beni özel bir müzik okuluna kayıt ettirdiler. Nota bilgim vardı ama piyano çalmayı sevmiyordum. Çünkü saatler süren çalışmalar beni çok sıkıyordu. Bir de o zamanlar ressam olmak istiyordum. Tenisi de çok güzel oynardım. Belki çok iyi bir spor kariyerim olabilirdi. Ne olduysa birden oldu. 13 yaşıma yeni bastığım günlerde babamdan bir nota kağıdı aldım ve bir anda bir şeyler yazmaya başladım. Büyüyünce ne olacağım o gün belli olmuştu.

Babası Musa Mirzayev olan bir çocuğun müzisyen olması kaçınılmaz mıdır?

- Ben de pek zannetmiyorum başka bir şey olacağını.

1984’te Bakü Konservatuvarı kompozisyon bölümünü birincilikle bitirdiniz. Çok mu yeteneklisiniz, içinizdeki müzik aşkı çok mu fazla?

- Çok çalışıyordum. İyi bir müzisyen olmak için çok çalışmak gerektiğini daha çocukken öğrenmiştim. Orkestrasyon, form bilgisi, başka müziklerle ilgili bilgilere hakim olmak gerekiyor. Bence ne kadar yetenekli olursan ol, eğer çalışmıyorsan o iş asla olamaz. Bir zahmet çalışman lazım.

Hiç unutamadığınız ve çok sevdiğiniz üç hocanızı sıralar mısınız?

-
Birincisi 20. yy’ın dahi bestecisi Dimitri Şostakoviç’in öğrencisi olan Cevdet Hacıyev. Çok büyük bir müzik adamıdır. Bana çok şey öğretti. Söylediklerini hemen anlayamıyordum. Bazı şeylerin farkına seneler sonra varabildim. İkinci en büyük şansım Alfred Schnittke... Ondan bir ay boyunca ders aldım. Gayet ciddi bir adamdı. Dali’nin bir kitabı vardır. İsmi: ’Genç Ressama 10 Tavsiye’. Birinci sırada "Önce eski ressamlar gibi çizmeyi öğren. Ondan sonra kendi stilini oluşturursun ve kendi stilini bulursun" diyor. Schnittke de müzik insanları için buna benzer bir şey söylüyordu. Üçüncü isim ise Edison Denisov’dur.

İyi bir müzisyen olmak için iyi bir insan olmak ne kadar önemlidir?

- Tekfen Filarmoni Orkestrası’nda birlikte konser verdiğim bir arkadaşımı anmak istiyorum. Azeri kemençe üstadı Adalet Vezirof. Maalesef 2002 yılında İstanbul’a turneye gelirken vefat etti. Benim çok yakın bir arkadaşımdı ve çok iyi bir müzisyendi. Onun hiç unutamadığım bir sözü vardır: "Önce insan olman lazım, ondan sonra kim olursan ol." Yani biraz da Mevlana’ya gönderme yapıyor aslında... Bence de önce insan olmak gerekiyor. Bu sadece müzisyenler için değil, herkes için geçerli bence.

Caz müziği ile nasıl tanıştınız? Ona nasıl aşık oldunuz?

- 15-16 yaşındayken tanıştım. Azerbaycanlı büyük cazcı Vagif Mustafa Zadeh sayesinde... Herkes şimdi onun kızı Aziza Mustafa Zadeh’i tanıyor. Ama aslında babası çok daha büyüktür. Öyle şanslıyım ki ben iki sene Vagif Mustafa Zadeh ile iç içe yaşadım. Her gün görüşüyorduk, hep provaya geliyordum. Bana bir ağabey gibi davranıyordu. Babamın da çok iyi arkadaşıydı.

Türkiye’ye ilk kaç yaşında gelmiştiniz. İlk gelişinizde neler hissettiniz?

- İlk olarak 1992 yılında geldim. O tarihten bu yana Türkiye’de de yaşıyorum. Şu anda 41 yaşındayım. İstanbul’a sevgim başkadır. Hatta bir ’İstanbul Senfonisi’ de yazdım. İnşallah gelecek sene çalınacak.

Türkiye’de bir grup kurmaya nasıl karar verdiniz?

- Türkiye’ye geldikten sonra birçok müzisyenle tanıştım. Kısa zamanda bir grup kurduk. Hálá devam ediyoruz. Grubun adı International Jazz Project. Neden? Çünkü farklı ülkelerden farklı müzisyenlerle çalışmak benim en büyük hayalimdi.

45 DAKİKALIK BESTE

Türkiye ve Türk müziği, Türk müzisyenleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

- Türk müziği inanılmaz. Arkadaşım ve ortağım Neyzen Ercan Irmak ile 1996 yılında tanıştık. O zaman çok önemli bir karar verdik. Dünyaya klasik Türk müziğini tanıtmayı amaçladık. Batı müziği ile doğu müziğini harmanladık. Çok iyi bir karar vermişiz. Çok iyi oldu. Örneğin ’Ney Konçertosu’ yazdım.

Tekfen Flarmoni Orkestrası size ne kattı, siz orkestraya neler kattınız?

- 2002’de ilk temaslar başladı ve ’Ney Konçertosu’ yazıldı. Ben Tekfen Filarmoni Orkestrası’nı zaten önceden beri çok seviyordum. 23 ülkeden en iyi, en usta sanatçıları bir araya getiren bir orkestra. Bu orkestranın bir parçası olmak bir besteci için çok büyük bir zevk.

"Ney Konçertosu"ndan sonra ’Üç Denizin Senfonisi’ni bestelediniz. Bu eserin hikayesini anlatır mısınız?

- Üç Denizin Senfonisi Nihat Bey’in daha doğrusu bizim babamız Nihat Gökyiğit’in bir hayaliydi. Barış ve suyun etkisi. Tabii ki çok zor bir şey. Çünkü 45 dakikalık bir beste. Uzun metrajlı bir müzik yapmak gerçekten çok zor. Tamamlamam altı ayımı aldı.

Yeni bir eser var etmek için nasıl bir ortama, nasıl bir ruh haline ihtiyacınız var?

- Bazı insanlar bu dönemde bana ruh hastasına benziyorsun diyor. Allah’a şükür çok güzel bir Boğaz manzaram var. Kış dönemiydi. Yağmur ve kar vardı, Boğaz muhteşemdi.

Duygu ve düşünceleri kelimelerle değil seslerle aktarıyorsunuz... Saçma bir soru olacak ama bunu nasıl yapıyorsunuz? Konuşmadan çok şey söylemek için bir tür ermiş olmak mı gerekiyor?

-Eski çağlarda insanlar hiç konuşmadan iletişim kuruyorlardı. Daha da ileri gittiğimizde müzik aslında bir lisan. İngilizce, Fransızcası yok. Bu Allah’a yakın olmak demek. Bir tür ermişlik de gerekiyor evet.

Bir röportajınızda "Dünya vatandaşı olarak felsefemizi ve müziğimizi tüm dünyaya anlatmamın Tanrı’ya karşı borcumuz olduğuna inanıyorum" demişsiniz. Hayat felsefenizin ne olduğunu sorabilir miyim?

- Aslında bu cümle iyi özetliyor beni. Ben barışçıl bir insanım. Ve şu andaki dünyadaki ortamdan son derece rahatsız oluyorum. Tekfen Filarmoni Orkestrası da barışçıl. Ermeni ile Azeri sanatçılarımız aynı odada kalıyor. Filistinli ve İsrailli sanatçılarımız birbirine çok yakın. Biri diğerinin tercümanlığını bile yapıyor. Demek ki istendiğinde olabiliyor. En güzel cevabı benceTekfen Filarmoni Orkestrası veriyor.

Bu gece Çeşme’de sahneye çıkacaksınız? Nasıl bir gece olacak?

- Piyanonun başındayım. Çok büyük bir heyecanla bekliyorum 6 aylık çabamın sonucunu.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!