Burjuvazi bizi çalışarak ve áşık olarak mutluluğu bulabileceğimize inandırdı

Güncelleme Tarihi:

Burjuvazi bizi çalışarak ve áşık olarak mutluluğu bulabileceğimize inandırdı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 23, 2008 00:00

Dünyaca ünlü İsviçre kökenli İngiliz yazar Alain de Botton basit ve anlaşılır yazıyor. Kurgu ve deneme tarzının bir karışımı kitapları. Bugüne kadar aşk, statü, seyahat, mimari ve Marcel Proust üstüne yazdığı kitapları dünyada milyonlarca sattı. Modern bir cep filozofu diyebiliriz. Türkiye’de de, dünyada da her kitabını takip eden bir hayran kitlesi var. Son kitabı dünyada ilk kez Türkiye’de basılan "Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı"nda çalışmanın felsefesine iniyor, okuyucularına iş sizin için nedir, ne olmalıdır diye soruyor. Botton’la "mutluluğun önündeki iki büyük engelden biri" dediği çalışma kavramını konuştuk.

Kafanıza takılan şeyler hakkında yazdığınızı biliyoruz. Neden şimdi konumuz çalışmak?

-Freud der ki; "Mutluluğun önünde iki büyük engel vardır: Aşk ve İş." Ben aşk konusuna çok kafa yordum, şimdi sıra iş kavramına gelmişti. Hem zaten ekonomist ve yöneticilerin çıkardığı kitapların dışında kimse bu konuya eğilmiyor. Bu konu ayrımcılığını aştım bu kitapla. Bir yazar olarak çok izole bir çalışma ortamım var. Klasik anlamıyla çalışan dünyanın yabancısıydım ve tertemiz bir kafayla iş kavramına baktım. Bir Marslı dünyaya inse yarattığımız teknolojik medeniyet karşısında şaşkına döner bence.

Sizce biz niye çalışıyoruz, para kazanmak dışında nedir amaç?

-Kendimizden daha mükemmel bir şey yaratmak. Bu bir tablo, bir uçak ya da bir kap yemek bile olabilir. Akşam vakti midesi kazınanlar için mükemmel bisküviler yapmak da. Çalışırken bilinçaltımızda dünyayı düzeltme motivasyonumuz var aslında. İlla amansız bir hastalığa çare bulmak değil. Bir odayı güzel bir renge boyamak, bir merdiven yapmak, bir apartmanın elektrik tesisatını tamir etmek de aynı motivasyonla yapılır.

BALIKÇILAR YÜZÜNDEN TON BALIĞINA BAKIŞIM DEĞİŞTİ

Bu kitap için farklı mesleklerden bir yığın insanla röportajlar yaptınız. Neye göre seçtiniz onları?

-Yeterince doktor, avukat, sanatçı tanıdığım var. O yüzden muhasebecilerle, bisküvi fabrikasındakilerle, elektrik direği üreticileriyle, roket mühendisleriyle konuştum, aralarına karıştım. Sizleri her bölümde başka bir çalışma ortamına götürüyorum. Bu kitap çalışmakla ilgili bir gezi kitabı, bir meditasyon seansı gibi.

Röportajlar sırasında başınıza acayip olaylar geldi mi?

-Hem de nasıl. Mesela muhasebecilerin bir motivasyon toplantısındaydım. Birden dediler ki "Herkes niye muhasebeci olduğunu anlatan bir şarkı söylemek zorunda!" Bana da söylettiler! Sonra ton balığı avcılarını görmek için Hint Okyanusu’na gittim. O balıkçıların yaşadığı yoklukları gördüm. Artık ton balığı benim için ton balığı değil!

Balıkçılar dışında hangi meslekten insanlara "Bravo be!" dediniz?

-Uydu anteni üreticileri. Ne cool ve sakin adamlar! Güney Amerika’da bir ormana kurdukları araştırma merkezinde telefonlarımız veya bilgisayarlarımızla bağlantıya geçecek uydu antenleri inşa ediyorlar. Dünyanın en fakir bölgesinde en yüksek teknolojiyle uğraşıyorlar. Egolarını bir kenara bırakmışlar.

FAYDALI OLMA İSTEĞİMİZ PARA İŞTAHI KADAR İNATÇIDIR

Anlamlı işin tanımı nedir size göre?

-Başka insanlara yardım edebildiğin ölçüde anlamlıdır iş. Bize hep içten içe bencil olduğumuz öğretildi. Halbuki statüye ve para olan iştahımız kadar inatçıdır içimizdeki anlamlı işler yapma isteği. Bizler materyalist değil, anlam odaklı hayvanlar olduğumuz içindir ki Malawi’nin köylerine içme suyu götürmek ya da kalp hastalarına hemşirelik yapmak için büyük bir şirketteki işinden istifa eden kimseler var.

İşinde mutsuz olan biri hayatta mutsuz mudur?

-Günümüzde "işimde mutlu olmalıyım" baskısı yüzünden mutsusuz. Çünkü burjuvazi bize herkesin çalışarak ve áşık olarak mutluluğu bulabileceğine inandırdı. Oysa aşk ve işin bizi tatmin etme ihtimali hemen hemen hiç yok. Evet istisnalar olabilir ama bu istisnaların bir kuralmış gibi kabul görmesi hepimizin üstüne bir lanet olarak çöküyor.

İşten atılmak hayatta başarısızsın mı demek?

-Hayatınıza soğukkanlılıkla bakarsanız, olduğundan daha az gururlanmanız veya daha az utanmanız gerektiğini görürsünüz. Montaigne diyor ki ne fakir ve başarısız olanı yargıla ne de güçlü ve zengin olana gıpta et. Diyelim ki bir adam çok para kazanıyor, bir sarayda yaşıyor. Bu güzellikler o adamın içinde mi? O adamı çıplak bir şekilde yatırın, ruhunu görmeye çalışın. Bütün zenginliklerin sadece bir süreliğine ödünç alındığını, adamın şansının yaver gittiğini göreceksiniz. Sizin şansınız yaver gitmemiş olabilir ama bu yüzden başarısız sayılmazsınız.

Hayatın sunduğu fırsatlarla yeteneklerimiz arasındaki uyumu nasıl bulacağız?

-Çok zor. Çok yetenekli olanları küçük bir parçası eksik olduğu için havalanamayan hızlı uçaklara benzetirim. Yolun kenarında beklerler, bir bisiklet ya da traktör bile yanlarından geçip gider. Ben yazarlık yapıyorum işimi seviyorum ama her üç günden birinde eve kendimi salak hissederek dönüyorum. Yazarlığı bırakmalı ve düzgün bir iş yapmalıyım diyorum. Mesela fırıncı olabilirim, o zaman en azından ne iş yaptığımı ve insanlara faydalı olduğumu bilirim.

SADECE İŞİMDEN ZEVK ALAYIM DERSENİZ İNSANLIĞINIZ GİDER

İnsanların büyük bölümü o kadar büyük şirketlerde çalışıyor ki artık neyi neden ve kimin için yaptığının hesabını kaybetmiş vaziyette. Büyük bir motorun içinde minik çarklar gibiyiz, arabanın nereye gittiğini bile bilmiyoruz. Aristo’ya göre para için çalışmak, ticaret, köleler ve hayvanların itibar edeceği bir şeydi. İnsanın özel bir geliri olmalı, müzik ve felsefeyle ilgilenmeliydi. 18. yüzyılın burjuva düşünürleri Aristo’nun formülünü tepetaklak etti. Çalışmak iyidir, çalışarak hayattan zevk alınır dediler. Oysa Aristo’ya göre insan keyif almayı işle sınırlarsa insanlığından kaybeder.

AİLEM 300 YIL TÜRKİYE’DE YAŞAMIŞ

Türkiye’nin müdavimlerindenim, çok seviyorum. Geçenlerde bir de bilgi edindim ki Türkiye’ye hissettiğim yakınlığı açıklayabiliyorum: Köklerim Türkiye’deymiş meğer. Ailemin bir kolu 15’inci yüzyıldan başlayarak 300 yıl boyunca Türkiye’de yaşamış.

TÜRK YAYINCIM BÜTÜN DÜNYAYI ATLATTI

Kitabınız neden orijinal dilinden bile önce ilk kez Türkiye’de çıkıyor?

-Bu planlanmış değildi. Coşkulu Türk yayıncımın dünyadaki bütün yayınevlerini atlattı. Hepsinden, İngilizlerden bile hızlı davrandı ve kitabı en erken o hazırladı. Üç yıl bu kitap üstünde çalıştım. Yapayalnız, yazdıklarımın iyi ya da kötü olduğunu bilmeden. Sanki yan odada misafirler bekliyor ve ben yemeği karıştırıyorum. Acaba beğenecekler mi? Her kitap, yazarın kafasındaki bu soruyla biter. Şimdi ilk kez farklı bir dilde yayınlanıyor olması benim için gerilimi artırıyor. Garip hissediyorum.

Çok satan yazar illa yoz değildir

Felsefeyi fazla basitleştirdiğiniz ve sığlaştırdığınız söyleniyor?

-Ben kolay okuyabildiğim ve anlayabildiğim kitapları seviyorum, böyle yazarları da takdir ediyorum. Düşmanlarım olduğunu biliyorum ama hayatta herkesi memnun edemezsiniz.

Size pop-filozof denmesine sinir oluyor musunuz?

-Bugünün entelektüellerinin anlamadığı bir şey var: Çok kitap satan bir yazar illa yoz değildir. Popülerlik ne iyi olduğunun garantisidir ne de kötü olduğunun kanıtı.

Alain de Botton’un günlük rutini nedir?

-Londra’ya bayılmasam da burada sessiz sakin yaşıyorum. Bir yazıhanem var. Oraya gidiyorum. Karım yaşları 2 ve 4 olan iki oğlumuzun peşinden koşuyor. 70 yaşına gelmiş ve "Annem babam hayatımı mahvetti" diyen o kadar çok kişiyle karşılaştım ki. O yüzden tam bir aile adamıyım, hayatımı onlara göre planlıyorum.

MÜKEMMEL YEMEK DAVETİMDE NIETZSCHE’NİN YANINA NATALIE PORTMAN OTURUR

Önce mönüden başlayalım: Başlangıç olarak avokado ve domatesli mozarella peyniri, sonra yengeçli linguine servis ederim. Tatlı olarak da mango ve passion fruit. Davetli listemdeki 5 ünlü: Charlotte Gainsbourg, Anna Karenina, Madame Bovary, Keira Knightley ve Natalie Portman. 5 politikacı: Barack Obama, Atatürk, Abraham Lincoln, Perikles ve Marcus Aurelius. 5 düşünür: Montaigne, Stendhal, Nietzsche, Proust ve Schopenhauer. Nietzsche’yi Natalie Portman’ın yanına oturturum. Perikles’i de Keira Knightley’nin yanına. Böylece erdemini Knightley gibi bir kadının yanında sınayabilir.

HAYAT OKULU KURDUM

Hayat Okulu (The School of Life) diye mini bir üniversite kurulmasına önayak oldum. Bir açığı kapattığımı düşünüyorum bu okulla. 19. yüzyıl üniversiteleri kanıtlara, bilimsel gerçeklere takıntılı biçimde bağlı. Bilgelik kazanmak için filozoflardan fikir alayım deseniz ergenlik dönemini atlatamamış ya da fazla idealist olmakla suçlanırsınız. Kurucusu olduğum bu okulda insanların hayatta yollarını bulmasına yardımcı olacak kurslar verilecek. Ben de haftanın belli günleri hep oradayım. Hayat Okulu’ndan New York’ta ve İstanbul’da şube açmak istiyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!