Bir ‘dokunulmaz’ müfettişin tehlikeli yolculuğu

Güncelleme Tarihi:

Bir ‘dokunulmaz’ müfettişin  tehlikeli yolculuğu
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2014 01:36

Ömrünü ‘hesap sormaya’ adamış bir devlet memuru… İntikamcı bakanlar, naylon faturacılar, Anadolu’da köylüye korku salan çete reislerini aşarak 36 yıl kesintisiz maliye müfettişliği yaptı Hüsamettin Kılıç. Kendi ifadesiyle okyanusu kayıkla geçti. Artık aramızda değil ama hayat hikâyesi ilham vermeye devam ediyor .

Haberin Devamı

Standart bir ilan... Bizlere, Erzurum Pasinler eşrafından Hüsamettin Kılıç’ın vefat ettiğini haber veriyor. Eşi, evlatları ve torunlarının gazeteye verdiği ilanın anlattığına göre Mekteb-i Mülkiye’nin 1943 mezunlarından, Mülkiyeliler Birliği kurucu üyesi, ‘maliye müfettişlerinin duayeni’, ‘Türkiye ve Cumhuriyet sevdalısı’ Kılıç, şubat ayında bu dünyadan göçüp gitmiş. Ardında koca bir hikâye bırakarak...
Bu hikâyenin renkli bir özeti için doğrudan kendi sözlerine başvuralım. Beyin cerrahı oğlu Kaya Kılıç’ın onunla bizzat yaptığı bir görüşmenin notlarından okuyoruz: “1947-1983 yılları arasında, 36 yıl kesintisiz Maliye müfettişliğini, fırtınalı, dalgalı Atlas Okyanusu’nu bir kayıkla geçmeye benzetirim. Her an tehlikelerle karşı karşıyasınız”.

Haberin Devamı

Çete reisine karşı
Chicago’nun efsanevi gangsteri Al Capone’un yakalanmasını konu edinen ‘Untouchables – Dokunulmazlar’ isimli filmi hatırlayın. Capone işlediği sayısız cinayetten değil, gangsteri kelle koltukta takip eden ve bu uğurda defalarca saldırıya uğrayan vergi memurları sayesinde kaçakçılıktan hapse girmişti.
Kılıç’ın bahsettiği tehlikeler biraz da böyle. Bir bürokratın, vaktini masasının başında evrak imzalayarak geçirdiğini düşünürüz. Aksini görmek için 1960’ların Giresun’una gidelim. Kılıç oraya göreve gönderildikten sonra eline bir yazı ulaşır: “Bu bölgeyi faizcilikle kasıp kavuran bir çete var ve vergilendirilemiyor.”
Atmosfer fena... Vergi kontrol memurları yılıp bırakmış, hesap uzmanları uğraşmıyor, herkes korkudan tir tir titriyor. Kılıç eğilip bükülmemiş, çetenin reisine haber salmış: “Ben sizi iyi tanıdım, siz beni kolayca ortadan kaldırabilirsiniz, benim yerime gelen müfettişi de ortadan kaldırabilirsiniz ama bir üçüncü, bir dördüncü müfettiş gelir sizin verginizi uygular.”
Tedirgin geçen günler gecelerden sonra nihayet sona ermiş tehlike. Biraz da Anadolu’ya özgü bir biçimde. Vergilerini ödemeyi kabul eden reisten gelen cevap şöyle: “Biz müfettişin kılına dokunmak şöyle dursun ona dokunanı asla yaşatmayız. Selamlarımızı müfettişe götürün.” Vergiler toplanmış.
Madalyonun bir de öteki yüzü var. Geride bıraktığı notlarda Kılıç, yakaladığı naylon faturacılardan nasıl hesap sorulmadığını anlatıyor. 1970’lerde görev yapan bir bakanın diş bilediği maliyecilerden kurtulmak için nasıl bir plan yaptığını da.

Haberin Devamı

İstihbaratın naylon faturaları
MİT’ten (o dönem Milli Emniyet) ajanların bizzat naylon fatura işine girdiği, ardından da diğer nayloncuları ihbar ederek ikramiye peşinde koştuklarından da bahsediyor Kılıç. Bunlara set çektiği-hatta yargılanmalarını istediği için- dönemin başbakanı Menderes’e şikâyet edilmiş ama tutumundan dönmemiş.
Bir de ulusal bir katkı... Kılıç, taşradaki, merkezdeki sayısız görevden sonra, incelemelerde bulunmak üzere Avrupa’ya gönderilmiş. Boş durmamış. Koltuğunun altında, günlerce çalışarak Türkiye’ye adapte ettiği Katma Değer Vergisi’yle dönmüş. Kendi sözleriyle bitirelim: “Peki bu tehlikeli yolculuğa niçin çıkarsınız? Tanrı seni bir ana ile bir babadan meydana getirdi. Sonra da sana bir vatan hediye etti, işte bu anavatana senin vereceklerin var. Bunu unutur veya gerekli önemi vermezsen ne mutlu olabilir, ne de görevlerini hakkıyla yerine getirebilirsin.”
İşte bir gazete ilanının arkasında göremediğimiz koca bir hikâye. Bir ömür... Bir idealist bürokratın, Türkiye’yle sarılıp sarmalanan ömrü...

Haberin Devamı

Galata Köprüsü’nde ayaklarımız dolaşırdı

Teftiş Kurulu’nda çalışırken mayıs geldiğinde biz mutlaka altı aylık teftişe çıkmış olurduk. Yanımıza bir kat yatak, bir portatif karyola, bir radyo cihazı, bir lüks feneri ve gerekli kap kacak alırdık. Her ilçede otel bulunmazdı. Bazen ilkokulda, bazen maliye binasında, bazen jandarma komutanı ile birlikte kalırdık. Bazı yerlerde lokanta da olmazdı. İstanbul’u mayısta yağmurlu bırakırdık, dönüşte sonbaharda yine yağmurlu bulurduk. Galata Köprüsü’ne çıktığımız zaman ayaklarımız dolaşırdı; çünkü o kadar Anadolu’da gezmiştik. Ama bundan şikâyetçi değildik. Türkiye’yi baştan başa görüyorduk.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!