Bahara, renklere, kokulara kavuşma

Güncelleme Tarihi:

Bahara, renklere, kokulara kavuşma
Oluşturulma Tarihi: Mart 03, 2014 01:26

Geçen hafta bahara gittim. Her ne kadar tüm kış, bahar gibi geçtiyse de ben yine de özlemiştim.

Haberin Devamı

Aslında bu mevsimi İstanbul’da yaşamasını çok severim. Erguvanların Boğaziçi yamaçlarını boyamasını seyretmeye doyamam. Ama İstanbul’a eflatun renkli bahar ancak mayısta gelir. Onun için baharla erkenden buluşmak için güneye, Marmaris civarına gittim.

Bahar beni Turunç’da bekliyordu. Turunç nerede, derseniz. Marmaris’ten Bozburun’a doğru iki dağ, iki koy uzaklıkta. Virajlı bir tırmanışı ve virajlı bir inişi olan bir yoldan gidiliyor. Yolu çam ormanları gölgeliyor. Kışın bulutlar yolu sarmalayıp, saklamaya çalışıyor.
İnişin orta yerinde birden masmavi koy “pat” diye karşınıza çıkıveriyor ki, görüntü nefesinizi kesiyor. Turunç işte bu koyun etrafında. Karşısında Sazlık, Köyceğiz, Dalaman, Fethiye var ama göremiyorsunuz, sadece orada olduklarını biliyorsunuz. Turunç kendi halinde bir yazlık belde olsa da ben kışını da çok seviyorum. Kışın çıt bile çıkmıyor. Köpekler, kedileri sokaklarda rahatça kovalıyor. Deniz, yaz çığlıkları olmadan dalgalarının sesini kumsalla buluşturuyor.

Haberin Devamı

BAHARIN TADINI EMEKLİ İNGİLİZLER ÇIKARIYOR

O çok soğuk olmayan kış aylarında Turunç’ta bir avuç İngilizle, yine bir avuç yerlisi kalıyor. Turistik eşya satan dükkanların tümü kepenk indiriyor. Manav da perdelerini çekip gidiyor. Marketler karanlığa bürünüyor. Şükür ki, deniz kıyısındaki kahvede hâlâ demli çay bulmak mümkün. Bir de koyun ucundaki Çatıcı Sezgin’in Yalı Restoranı’nda balıkla, rakı.
Turunç’un bu yalnızlığını seviyorum ben. Kışın sesler kısılıyor, kimsesizleşiyor ama doğa güzelliklerini sunmaya devam ediyor. Sezgin’in yerinde, kıyıdaki bir masada, şömine ateşinde kızarmış Lağos balığı eşliğinde rakımı yudumlarken işte bu güzellikleri seyrediyorum. Bulutların karşı tepelerle oynaşması, dalgaların alıp götürdüğü taşların tıkırtısı, açıktaki kayalıkta mercan arayan balıkçı, masmavi deniz, akşamsa batan güneşin kızarttığı beyaz bulutlar… Tüm bu görüntüler bir tablo kadar sessiz. Yaz olsa, çerçeveye istenmeyen sesler girebilir.

ÇİÇEĞİ BALCI BİLİR

Geçen hafta, baharı erkenden yaşayabilmek için işte bu Turunç’a gittim. Bahar burada ıslak olur, çam kokar, saka kuşları, meşe kargalarının çirkin seslerini bastırabilmek için şakıyıp durur. Ormanda, çayırlarda balcı dostlarımla bahar yürüyüşlerine çıktım. Balcılar da çobanlar gibi yalnızdır. Kovanlarının başında, arılarla başbaşa bir yaşam sürerler. Çiçekleri onlara sorup, öğrenmek gerekir. Onlar hangi çiçeğin, ne zaman, nerede açacağını çok iyi bilir. Çünkü arılarına o çiçeklerden bal toplatırlar.
Yürürken ben sordum onlar söyledi: “Şu beyaz çiçeklisi çoban tarağıdır. Dikenleri tarak gibi olduğu için bu adı takmışlardır zaar. Şu beyaz çanları görüyor musun, sesi çıkmayan çanları. Onlar Süpürge fundasıdır. Ortasında sarı işlemeleri olan beyaz çiçekler hatmidir…”
Bu bahar çiçeklerinin ne güzel isimleri vardır! Nasıl yakıştırırlar, nasıl bulurlar bu isimleri bilemem. Bunlar güzel çiçeklerdir ama baharın sonuna doğru yerlerini yapraklara terk ederler. Onun için baharın başını yakalamak gerekir doğadaki bu şöleni izlemek için.
Çimenlerin arasında, taşların dibinde, ağaçların gölgesinde o kadar çok çiçek vardı ki, bir gün önce isimlerini öğrendiklerimi ertesi gün unutup, hayıflanıyordum. Çiçeklerin hepsi yabancım değildi. Mesela yabancı siklamenleri tanıyordum. Yeşil, damarlı yapraklarının altında büyüttükleri rengarenk çiçeklerini, güneşe doğru uzatmak için nazlanırlardı. Kır menekşelerine basmamak için yolumu değiştirdiğim çok olmuştur. Anemonların nazlı nazlı sallanışlarını gördükçe, bahar rüzgarını kıskanmışımdır. İncitmeden, ne güzel okşarlar onları.

Haberin Devamı

DAMAĞIMDAKİ TATLAR

Baharın gözdesi beyazlı, sarılı çayır papatyalarıdır. Çimenlerin üstüne halı gibi yayılırlar. Eve giderken, en güzellerinden bir demet yapmayı ihmal etmem. Kocayemiş, çadır çiçeği, emzik otu, hayıtlar, beyaz çiğdemler… Bu civarda çiçeklerin bir sırası vardır. Biri yaprak dökerken, diğeri yaprak açmaya başlar. Doğa hiç renksiz kalmaz. Ta ki insafsız temmuz güneşi etrafı kavuruncaya kadar. O zaman hepsi, tekrar toprağın serinliğine saklanır, bir sonraki bahar için hazırlık yapmayı başlar.
Baharın kokusu da, renkleri de, görüntüsü de insanın başını döndürür. Onun için baharı mart başında güneyde yakalarım, mayısta İstanbul’dan yolcu ederim. Bu yıl birinci bölümü gerçekleştirdim, bakalım veda törenini de görebilecek miyim?
Son söz: Dönerken kekik toplamayı, reçel yapmak için ağaçtan turunç toplamayı, Sezgin’in restoranında balık yemeyi ihmal etmedim. Hepsinin tadı damağımda kaldı.

Haberin Devamı

Köylü kadından ot dersi aldım

Arıların bile henüz uçmaya başlamadığı bu mevsimde, ıssız orman yollarında yürümeyi çok severim.
Yine bir yürüyüşüm sırasında, iki büklüm olmuş, yaşı olmayan bir kadına rastladım. Ot topluyordu. Yanaşıp, selamımı verdim, “otları, çiçekleri bana da öğretir misin” dedim. “Olur” dedi. İşe torbasına doldurduğu körmen otuyla başladı. Onca otun arasından körmeni bulup çıkarmasına şaşırdım. “Haydi başla bakalım” dedi, öğretmen edasıyla ve kendi aksanıyla. Emir hoşuma gitti, başladım. Önce şaşırdım, sonra doğru otları kesmeyi becerdim.
İkinci dersimizin konusu gevrekti. O biraz zahmetliydi. Düzlükte azdı, kayalara tırmanmak lazımdı. Benim nefesim yetmedi, o bir koşu kayaya vardı. Şehirlilik işte böyle bir şeydi, insanda iki gram soluk bırakmıyordu. Oturdum bekledim. Yanıma indiğinde torbası dolmuştu. Bir demet körmen, bir demet de gevrek otu, biraz ebegümeci verdi. “Bunu haşla, limonla, sarmısakla, zeytinyağıyla karıştırıp ye. Ya da biraz kavur, üstüne yumurta kır. Bununla börek yap. Çökelekle karıştırırsan daha lezzetli olur. Hadi hoşçakal” dedi ve gitti.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!