En iyi parçalar ruhumda

Güncelleme Tarihi:

En iyi parçalar ruhumda
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 1999 00:00

Haberin Devamı

Raffi Portakal müzayede yapmayı sahneye çıkmaya benzetiyor. Müzayedeyi yöneten, son derece formda, uçan kuştan haberdar, uyanık ve karizmatik bir oyuncu gibi olmalı. Antikacı ise iyi bir avukat ya da doktor gibi olmalı diyor. Dükkanda olup bitenleri dükkanda tutmasını bilen, sır saklayan, etik kurallara sıkı sıkıya bağlı. Yılda iki kere düzenlediği büyük müzayedeleri, bereketine inandığı tuzluk olmadan açmıyor. Müzayedede içki yok; müşteri alkolün etkisi ile pişman olacağı kararlar vermesin diye. Müzayedede güzel kadın da yok: ‘‘Biz eserleri sunmak için hanım kullanmayız. Çünkü katılanların çoğu erkek. Güzel bir kızın sunduğu bir şeyi almak için bir erkeğin fazla fiyat vermesi doğaldır. Ama biz eseri ön plana almak istiyoruz.’’

‘‘28 Aralık 1946'da doğdum. Ben de bütün çocuklar gibi ana dilimi öğrendim. Ama 7-8 yaşlarımdan itibaren bir dili daha öğrendim: Baba dilimi. Bu da bildiğiniz gibi antikacılıktı.’’ Baba dili, Raffi Portakal'ın hayattaki duruşuna ve ruh haline de sinmiş. Ama onun, önceden çizilmiş bir hayatın sorgusuz sualsiz parçası olduğunu düşünürseniz yanılırsınız.

Ermeni cemaatinin önde gelen ailelerinden olan Portakallar'dan, yalnızca babası Aret Bey değil, onun babası da antika işinin içindeydi. Soyu Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde üst düzey bürokrat olan Mikail Paşa Portakal'a kadar giden ailenin genlerinde antikacılık vardı. Raffi de üniversite yıllarına kadar babasının çırağı oldu. Bu yıllarda antikanın dilini çözdü; anladıkça hem sevdi hem de tepki duydu: ‘‘Bir süre sonra baba mesleğini yapmak istemediğimi farkettim. Çünkü o günkü ekonomik koşullar içinde babamın çok sıkıntı çektiğini, hırpalandığını gördüm. Ticaret adamı değil, his adamıydı.’’

Keyfine düşkün insanların başına gelenler gelmiş Aret Bey'in başına. Sözün senet sayıldığı yılların geçip gittiğini farkedemediği için, maddi olarak zor durumlara düşmüş. Ama genç Raffi'nin baba mesleğine tepki duymasının tek sebebi bu değil. 70'lerde fırtınaya dönüşen ‘‘sol rüzgarların’’ tatlı tatlı estiği 60'larda, Raffi de yaşıtları gibi sosyal adalet, eşitlik gibi kavramların cazibesine kapılmış: ‘‘Ailemin geleneğinde, zenginlere hizmet eden ve o kültürü yansıtmaya çalışan bir iş vardı. Ben de daha sosyal adaletçi bir tavırla, neredeyse bunlara karşı olan günün moda fikirlerini -demode olduğunu söylemiyorum o fikirlerin- taşıyan biriydim. Aslında biriyim de diyebilirim. Orada hayatımın başka dilimlerinde de olduğu gibi, bir paradoks vardı. Hep o paradoksun olmamasına gayret ettim, ama şimdi anlıyorum ki, paradoks da insanı başka açılımlara götürebiliyor. O yüzden çok fazla pişman değilim. Onlar yaşanmadan olmazdı.’’

Raffi Portakal bu duygularla ilk dükkanını açıp bir nevi ‘‘bağımsızlığını ilan etmesi’’ 1973 yılına rastlıyor. Kendine ait ilk dükkanı, bugün hala çalıştığı Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi'nin 19 numarası:

‘‘Babamın işleri kötü gitti. Bir müzayede yaptık. Ben buradaki karı alıp bir dükkan açmak istedim. Babam itiraz etti. O zaman müzeyedeler evlerde yapılırdı. Müzayede şu andaki dükkanımın üst katındaki evde yapıldı. Ben müzayede sırasında ev sahibi ile tanıştım ve aşağıdaki dükkanı kiraladım. Delikanlılığın verdiği cesaretle tek başıma iş hayatına atıldım. Elbette ki benim yaptığım bir çok şeyi babam beğenmedi ilk başta. Davranışlarımı, dükkanın dekorasyon stilini... Bir taraftan da babamla mücadele ettim. Ama sonuçta babam benim doğru yolda olduğumu gördü. Bir ustanın, bir virtüözün oğlu olmanın zorluğunu o zaman daha iyi anladım.’’

4’ÜNCÜ KUŞAK DEVAM EDECEK Mİ?

Raffi Portakal, 70'lerin ortalarına kadar Türkiye'de ‘‘moda’’ olan antikaların daha çok batı kaynaklı eserler olduğunu söylüyor: ‘‘Okuduklarım, sezgilerim ve en başında Mesut Hakgüden'in bulunduğu değerli hocalarım sayesinde Türk ve Osmanlı eserlerinin önemini kavramaya başladım. Birdenbire çıkıp diyorsunuz ki, sizin el üstünde tuttuğunuz ‘‘moda antikalar’’ aslında pek de birinci sınıf şeyler değil. Esas birinci sınıf şeyler sizin bugüne kadar hiç yüzüne bakmadığınız Osmanlı eserleri. Bunu söylemenin çok kolay olduğunu zannetmeyiniz. O zaman çok ucuzdu Türk Osmanlı eserleri. İnsanlar ucuz şeylere de pek kıymet vermiyorlar. Benim anlattığım Milat'tan önce değil, 25 yıl önce. 1974'te Nazmi Ziyalar birkaç yüz dolardı. Şimdi bir kaç yüzbin dolar. Hatlar on dolardı. Siz 10 dolarlık hatlar çok kıymetli diyorsunuz. Adam sizin deli olduğunuzu düşünüyor haliyle.’’

İşte bu yüzden Raffi Portakal'a göre 1998'in en önemli sanat olayı, kendisinin derlediği Sakıp Sabancı'ya ait hat koleksiyonunun, burnundan kıl aldırmayan New York Metropolitan Müzesi'nde sergilenmesi.

Portakal Ailesi'nin üç kuşaktır sürdürdüğü antika işi dördüncü kuşakta da devam edecek mi? Buna, 1974 yılında evlendiği Zuhal Portakal'dan dünyaya gelen 15 yaşındaki kızı Maya karar verecek. Hep bir oğlunun olacağına inanan Portakal, kızı olduğunda şaşırdığını saklamıyor. Ona göre, daha eşitlikçi bir dünyaya doğru giderken, tabii ki kadın antikacılar da iyi işler yapabilir. Ama bunun için mücadele etmesini bilmek gerekiyor:

‘‘Kızım da zorluklar çekecekse varsın çeksin. Doğrusunu isterseniz zorlukların, genç yaşta yaşanacak zorlukların insanı çok şekillendirdiğine inanıyorum. Ama yine dürüst olmak gerekirse Maya zorluk çekmiyor. Ama zorluk çekmesi için suni ortam yaratamam ki.’’

Raffi Portakal evini ve işini birbirinden ayırmış. Öyle ki, ‘‘30 yıllık iş hayatımda, eve işle ilgili 30 tane telefon gelmemiştir’’ diyor. Deneyimlerinden edindiği prensipler arasında ‘‘evini dükkan haline getirmemek’’ var. İşte bu yüzden en iyi parçalar onda değil, müşterilerde:

‘‘İşinizdeki en süzme şeylere sahip olmak isteyebilirsiniz, ama bunun çok kolay olduğunu zannetmeyin. Çünkü en iyi şeyleri evime götürseydim buna madden imkanım olmazdı, bir de ben Raffi olmazdım. Siz de gelip benimle röportaj yapmazdınız. İyi şeyleri sezip alıp o kültürü o zevki başkalarına yansıttığım, aktardığım için siz buradasınız. Zaten en iyi şeyler benim belleğimde, beynimde, ruhumda.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!