Depresyonumdan utanmıyorum

Güncelleme Tarihi:

Depresyonumdan utanmıyorum
Oluşturulma Tarihi: Mart 15, 1999 00:00

Haberin Devamı

BAŞLARKEN

Tanrı'nın lanetlediğine, ‘‘sapık’’, ‘‘anormal’’ olduklarına inanılan ‘‘deli’’lerin, normal insanlara zarar vermeyecekleri hapishaneden farksız yerlere tıkıldığı yıllardan, orman içinde ya da deniz kıyısındaki ‘‘Psikiyatri Klinikleri’’ne geçeli çok zaman olmadı. Belki de bu yüzden psikiyatriyle uğraşan uzmanların adı hala ‘‘Deli Doktoru.’’ Ama psikiyatri bilimi de tüm bilim dalları gibi gelişti, değişti, kendi içinde devrimler yarattı. Ve hastalar değişti; deli doktoruna gitmekten daha az utanır, sorunlarını daha rahat ifade eder oldu. Ve ilaçlar değişti; uyutan, uyuşturan, hayattan uzaklaştıran atalarından farklı olarak insanlara hayat enerjisi vermeye, hasta gibi hissettirmemeye başladı.

Akıl hastaneciliği anlayışı, tımarhaneye kapatmaktan, hastayı mümkün olduğu kadar az yatırarak, daha çok ‘‘toplum içinde’’ tedavi etmeye doğru evrilirken, psikiyatri kendi içinde branşlara ayrılmaya, uzmanlaşmaya yöneldi. Çok değil 25-30 yıl önce, ‘‘belden yukarı asprin, belden aşağı müshil’’ misali, kabaca yatacak kadar ağır hastalara Psikoz, daha hafif durumda olanlara Nöroz teşhisi koyan psikiyatri, bugün 10-15 ayrı birim olarak hizmet veriyor; yeme bozukluklarından şizofreniye, depresyondan travmatik stres bozukluklarına, sosyal psikiyatriden cinsel kimlik bunalımlarına kadar pek çok sorunu aşmak konusunda hayli iddialı. Psikiyatrinin kollarının son yıllarda bunca çoğalıp çeşitlenmesi ve hasta sayısının katlanarak artması da boşuna değil; organik ve genetik hastalıkların yanında, giderek ‘‘bunalım’’ yaratmaya daha da müsait hale gelen bir dünyada yaşayan insanlar, bu ‘‘bunalım’’larını daha rahat dile getiriyor doğal olarak.

İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği, Türkiye'nin üniversite bünyesi içinde kurulan ilk psikiyatri kliniği. 1954 yılında Ordinaryus Profesör Mazhar Osman tarafından kurulan klinik, araştırma ve eğitim çalışmalarının yanısıra, pek çok farklı birimde, yılda yaklaşık 20 bin kişinin tedavisini üstleniyor. Her biri Mazhar Osman kadar mesleğine inanan ve önem veren öğretim üyelerinin çabasıyla. Onlar daha fazla hastaya yardımcı olmak, daha çok bilimsel çalışma yapmak, daha kaliteli hizmet vermek istiyorlar. Ancak genel olarak Türkiye ekonomisi, özel olarak da üniversite hastanesi koşullarından paylarını alıyorlar. Buna bir de psikiyatrinin öncelik verilen, acil bir hizmet birimi olarak görülmemesi anlayışı eklenince, kadro ve finans sorunları kapıya yığılıyor. Sonuç, ağır psikiyatrik vakaların hafif durumda olanlarla aynı koğuşta kalması; personelin sadece bir hemşire ve bir hastabakıcıdan ibaret olması; batıdan farklı olarak bir türlü kurtulunamayan demir parmaklıklar; tüm birimin sorumluluğunu sadece bir öğretim üyesinin götürmeye çalışması; kadrosuzluktan dolayı kapanmak zorunda kalan ya da açılamayan servisler, yürütülemeyen araştırmalar, bilimsel çalışmalar, tedavi programları...

Oysa sadece iki örnek verilirse, her beş kişiden biri depresif, her yüz kişiden biri de şizofren. Araştırmalar her ne kadar kesin çizgileri koymasa da yaşadığımız çağın bu hastalıkları oluşturmadaki etkisi de açık. Yani bizi biraz da bu hayat deli yapıyor! Bu yazı dizisinde, ‘‘İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği şahsında'', psikiyatrideki yüz güldüren değişimi, hala değişemeyenleri, Türkiye'ye özgü aksaklıkları ve umut veren gelişmeleri okuyacaksınız.

Yılda 20 bin hasta

Psikiyatrideki branşlaşma son yıllarda iyice kendini gösterdi. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği, bu branşların çoğunu biraraya toplayan ender kliniklerden: Genel Poliklinik'te günde 40-50, yılda 15 bin hastanın tedavisi yapılıyor. Konsültasyon-Liyazon Psikiyatrisi Bilim Dalı'nda, tıbbi nedenlere bağlı olarak gelişen psikiyatrik sorunlarla ilgili teşhis, tedavi, araştırma ve eğitim hizmeti veriliyor. Psikonevroz-Psikoterapi Birimi'nde, ağırlıklı olarak nevrotik problemli hastaların tedavileri yapılıyor, travmaya bağlı ruhsal sorunları, cinsel işlev bozukluğu, cinsel yönelim sorunları olanlara bakılıyor. Duygudurum Bozuklukları Birimi, yaklaşık bin kadar depresyonlu hastayı izliyor ve bu hastalıklarla ilgili araştırmalar yapıyor. Sosyal Psikiyatri Servisi, daha çok kişilik bozukluklarının terapisiyle ilgileniyor, yılda yaklaşık yüz kişiye terapi, bin kişiye poliklinik hizmeti veriyor. Klinik Psikoterapi Birimi, dissosiyatif bozukluklarla ilgili hizmet ve araştırma yapıyor. Klinikte ayrıca, Psikososyal Travma, Dissosiyatif Bozukluklar, Psikoz, Anksiyete Bozuklukları araştırma programları, teşhis, tedavi, araştırma ve eğitim hizmeti veriyor. Bir de Uğraşı Tedavisi ünitesi ve Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı var. Buralarda hastalar yeni uğraşlar ediniyor, sanatla ilgilenerek rehabilite ediliyor.

1950'li yılların sonlarında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Kısım Amiri olan Osman Sulhi Aksu anlatmıştı: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin bahçesinde doktorlarla birlikte teftişe çıkmışken, boş bir tenekeye bağladığı ipi çekip çekip bırakan bir hastaya rastlarlar.

Aksu sorar; ‘‘Ne yapıyorsun?’’

Hasta, ‘‘İnsan önce bir selam sabah etmez mi?’’ diye çıkışır. Aksu'nun selamını aldıktan sonra da ‘‘Ver bakalım bir sigara’’ der. Paketten beş altı sigara alıp kulak arkalarına, gömlek ceplerine doldurduktan sonra, ‘‘Şimdi sor bakalım’’ buyurur. Ve yinelenen ‘‘Ne yapıyorsun?’’ sorusuna şöyle cevap verir: ‘‘Görmüyor musun, enayi avlıyorum!’’

Hasta aynı zamanda o gün hastaneye kaç giriş, kaç çıkış yapıldığını, kimlerin taburcu olup kimlerin yattığını tam tamına bilmektedir. ‘‘Peki bugün kaç kişisiniz burada?’’ sorusunu da şöyle cevaplar:

‘‘Biz bugün burada 5642 kişiyiz. Ya siz dışarıda kaç kişisiniz?’’

DIŞARIDAKİLER ÇOĞALDI

Bu hikaye ve benzerlerinin yaşandığı günlerden bugüne psikiyatrinin kurduğu köprülerin sayısı çok arttı, o köprülerin altından çok sular aktı ama hala içeridekilerin sayısı belli de, dışarıdakilerin pek değil. Çünkü ‘‘delilik’’ eskisi kadar net çizgilerle tanımlanmıyor artık ve tıp ‘‘ruhu hasta olanları’’ içeriye tıkma anlayışından çoktan vazgeçti. Yeni ilaçlar, sürekli gelişen tedavi yöntemleri, başka başka anlayışlar tüm bilim dallarına olduğu gibi psikiyatriye de yeni bir görünüm kazandırdı, toplumun bu hastalıklara ve hastalara bakışı da değişmeye yüz tuttu.

İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Profesör Şahika Yüksel, son yıllarda en çok karşılaştıkları sorunun şu olduğunu söylüyor: ‘‘İnsanlar ruhsal sorunum var diye hastaneye geliyor mu?’’ Sorunun cevabı artık evet! Kişilerin kendilerini ve kendilerine yapılan haksızlıkları artık daha rahat ifade ediyorlar. ‘‘25 yıl önce hiçbir kadının dövülüyorum, diye polikliniğe geldiğini hatırlamıyorum. Başım ağrıyor, uykusuzum, sıkıntım var, çarpıntım var, çünkü eşim bana kötü muamele ediyor dedikleri vaki değil. Çünkü bu doktora söylenecek birşey değildi, bunun bir hastalık vesilesi olabileceği düşünülmezdi.’’

Bugün ise polikliniğe gelen insanlar, ilk kez o gün tanıştığı bir doktora, ‘‘Benim sıkıntım var, beş yıldır uyku uyuyamıyorum, çünkü sekiz yıllık evliyim ve beş yıldır ilişkim kötü’’ diyebiliyor. Eskiden çok az hastanın ‘‘Cinsel ilişkide bulunamıyorum’’ diyebildiğini, özellikle hiçbir kadının bu şikayetle gelmediğini anlatan Yüksel, bugün birçok erkeğin, iktidarsızlık, erken boşalma, bir çok kadının da orgazm olamama nedeniyle geldiğini söylüyor. Ve artık ‘‘midem ağrıyor, uykularım bozuk’’ yerine, ‘‘Mutsuzum, hayattan zevk almıyorum’’ şikayetiyle gelenlerin sayısı da hiç az değil. ‘‘Poliklinikte günde 40-50 hastaya bakabiliyoruz, ama hergün 200 kişilik poliklinik yapsak, dolacağından eminim’’ diyor.

Çünkü psikiyatri de artık bu tür rahatsızlıkların ‘‘organik’’ olduğunu düşünmüyor. Psikolojik ve sosyal nedenleri de gözönüne alıyor. ‘‘Bugün biz, baş ağrısı şikayetiyle gelen bir insanın ağrısının bir maddeye bağlı zehirlenmeden mi, yoksa beynindeki bir tümörden mi kaynaklandığına baktığımız gibi, ruhsal durumuna, ailesiyle ilişkisinin nasıl olduğuna da bakıyoruz. İstediği işte çalışabiliyor mu, maddi durumu iyi mi, gibi soruları da soruyoruz. Bunların hepsinin etkileşimi sonucunda ruhsal sorunlar oluştuğunu düşünüyoruz. Buna göre bir teşhis ve tedavi belirleniyor’’ diyor.

TEDAVİ SÜRESİ KISALDI

Bundan 25 yıl önce psikiyatri alanında çalışmaya başlayan Prof. Şahika Yüksel, uzun bekleme sıralarını hatırlıyor. ‘‘Ağır hastaları yatırıyorduk ve neredeyse ömür boyu verdiğimiz ilaçlar onları sersemletiyor, uyutuyordu. Ayaktan tedaviler de uzun süreli analitik psikoterapilerle yapılırdı. Yani hem ilaç tedavileri, hem de terapilerde bir yavaşlık sözkonusuydu.’’ O zamanlar, mesela unutkanlıklarla kendini gösteren dissosiyatif hastalıklar grubuna yanlışlıkla psikoz tanısı konabildiğini, cinsel sorunlar konusunda hemen hemen hiçbir şey yapılamadığını, cinsel kimlikle ilgili sorunların ya da travmanın zaten ruhsal hastalık olarak bile tanımlanmadığını anlatıyor. ‘‘Bugün hastalarımızın çok önemli bir bölümünü yatırmadan ayaktan tedavi edebileceğimiz, onları sersemletmeyen, tersine yaşama enerjisi veren ilaçlara sahibiz. Kişinin günlük hayatını, işini, sosyalliğini sürdürerek ve zaman zaman hastaneye gelerek tedavi olması önemli bir başarı. Ayrıca, uzun süreli ve zor olan analitik tedaviler önemlidir, insanın kendini tanımasını sağlar ama son yıllarda, Davranışsal Bilişsel Tedaviler de üç beş ay gibi kısa bir süre içinde etki edebilen bir tedavi türü olarak varlığını ve etkinliğini ispat etti. Özellikle fobisi, obsesyonları olan, kendini ifade etmekte güçlük çeken hastalarda çok işe yarayan bir psikoterapi türü. Bu aynı zamanda cinsel fonksiyon bozuklukları olan hastaların tedavisinde de kullanılıyor.’’



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!