Bu gazeteye de bir 28 Şubat lazım

Güncelleme Tarihi:

Bu gazeteye de bir 28 Şubat lazım
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2001 02:02

Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök'le röportajımızın sonuna geldik. Bu 3 güne sığdırabildiğimiz soruların yanıtını aldık. Türkiye’de bir ilk olarak yayınlanan bu röportajı bugün bitiriyoruz. Keyif aldığınızı umuyor, iyi bayramlar diliyoruz.

Elinizi vicdanınıza koyup cevap verin, kayırdığınız çalışanınız var mı?

Yeryüzünde hangi patron ya da yönetici bu soruya ‘‘Hayır yok’’ cevabı veriyorsa, yalan söylüyordur. Elbette kayırdığım insanlar vardır. Ama bir başka kural daha vardır: Bir insan hak etmediği bir yere kayırmalarla gelebilir ama orada uzun süre kalamaz!

Küfretmeyen, hatta sesini bile yükseltmeyen bir yönetici olduğunuz söyleniyor. Hiç sinirlenmez misiniz siz? Yoksa sinirlerinizi mi aldırdınız?

Benim için insan onuru herşeyin üzerindedir. Küçükken hiç küfür edemezdim. Ama küfür eden arkadaşlarıma karşı da gizli bir hayranlığım vardı. O nedenle tuvalete girer duvarlara küfür ederek prova yapardım. Şimdi birine çok sinirlendiğim zaman odama çıkıp, duvarları yumrukluyorum.

MARKSİZM'DEN KALMA ALIŞKANLIK

Yazılarınızda sürekli özeleştiri yapma gereği hissediyorsunuz. Neden? Bu, bir tür psikolojik rahatsızlık olabilir mi?

Ne de olsa hayatımızın bir döneminde Marksizm'e bulaştık. Herhalde o günlerden kaldı! Espri bir yana, özeleştiri yapmanın kime ne zararı var? Bu soruyu tersine çevirip hiç özeleştiri yapmayan, kendinden başka herkesi namussuz, hırsız, hortumcu olarak görenlere sormak lazım. Hangisi daha masum? Ben mi onlar mı?

Hem kışkırtıcı olmak istediğinizi söylüyorsunuz, hem de zaman zaman yaptığınız gazetede insana ‘‘Pes!’’ dedirtecek bir muhafazakarlık içinde haberler veriyorsunuz. Bu bir çelişki değil mi?

Hayır, bu Türkiye...


O biraz benim


Press Bey siz misiniz?

İftiharla söylüyorum. Evet biraz benim... Veya bu benim kuruntum.

Ortaokul kompozisyonuna benzediğini düşündüğünüz ve hafif rahatsız olduğunuz yazılarınız var mı?

Bu soruda hafif bir sarakaya alma hissediyorum. Ne de olsa paranoyağım ya! Cevabım ancak şu olabilir: Siz öyle düşünüyorsanız öyledir.

Tam şu anda içinizdeki ‘‘serseri’’ ne yapmak istiyor?

Ne yazık ki, Pazar yazılarım dışında içimdeki serseriye volta attırabileceğim bir mekan yok! Tebdili kıyafet, serseri bir delikanlılığa yakışmaz...


Normal Serdar sıkıcı


Serdar Turgut bir sapık mı, yoksa sapığı oynayan bir aktör mü?

Benim kanaatim ikincisi. Yani rol yapıyor gibi geliyor. Normal konuşmalarında çok sıkıcı bir insan. Tipik bir seri katil profili çiziyor.

Hürriyet Gazetesi içinden kaç kişi çıkar ‘‘Gerçekten dostum’’ diyebileceğiniz...

Ne desem sübjektif olur. Ben herkes için bunu söyleyebilirim. Ama bunun imtihanı var mı? O yüzden diyorum ki, Allah kimseyi ‘‘samimi dost’’ imtihanına sokmasın. Yani biz öyle bilelim yeter!


Büyük paranoyak, küçük paranoyağı yer


Hayatta en çok sezgilerinize mi, bilginize mi güvenirsiniz?

Sanki sezgilerim daha önemliymiş gibi geliyor.

Uzun ya da kısa vadede intikama inanır mısınız?

Bütün içtenliğimle söylüyorum. İntikam denen duyguyu hayatımın hiç bir döneminde hissetmedim.

Paranoyak felsefeye inanır mısınız?

Kesinlikle! Bu çağın en büyük ilkesinin şu olduğuna ben de inanıyorum: ‘‘Büyük paranoyak, küçük paranoyağı yer.’’

İzmir fanatiği misiniz?

Hayır. İzmir doğum yerim. Ana rahmim. Belki de döneceğim yer!

Muhacir çocuğu olmak nasıl bir şey? İnsanı nasıl etkiliyor?

Rahmetli babamın şu sözü ile büyüdüm: ‘‘Oğlum, burası bizim son durağımız. Son vatanımız.’’ Bu sözler bana müthiş bir milliyetçilik duygusu verdi. En Marksist yıllarımda dahi hiç kaybetmediğim bir milliyetçilik.

Gerçekten hiç rakı içmediniz mi? Eşiniz size hiç çilingir sofrası hazırlamadı mı?

Rakı, iki üç defa içtim. Hepsi de mutsuz bitti!

‘‘Keşke’’ dediğiniz bir şey...

Var ama müsaadenizle burada söylemeyeyim!


Biraz Demirel gibi, ‘idare etme’lisiniz


2050 yılında da Ertuğrul Özkök'ten bu kadar söz edilecek mi?

2030'dan sonra bana güvenmeyin, ben yokum diye çoktan ilan ettim! Şaka bir tarafa, bu sorudan genel yayın yönetmenliği görevinde fazlasıyla kaldığım izlenimini çıkarıyorum. Cevabım açık: Kesinlikle haklısınız...

Hürriyet Gazetesi'nin en uzun süreli genel yayın yönetmeni olarak tarihe geçeceksiniz. Bunun sırrı nedir? Nasıl becerdiniz?

Sebebini bana değil, patronuma sormalısınız! Beni burada oturtan irade o. Bir de şuna inanıyorum tabii: Hürriyet, Türkiye gibi bir gazete. Yani onu sadece ‘‘rasyonel’’ prensiplerle yönetemezsiniz. Biraz da Süleyman Demirel gibi ‘‘idare etme’’ kabiliyetiniz olmalı.


Yazarlığı yönetmenliğe tercih etmiştim


Sizin için ‘‘Hürriyet'in gece muhabiri’’ deniyor. Durmadan, geceleri gazeteyi değiştiriyormuşsunuz. Genel yayın yönetmeni olup aynı zamanda muhabir olmak nasıl bir şey?

Benim arkadaşlara söylediğim bir kural var: Yöneticilik geçici, gazetecilik kalıcı! Full time gazeteciyim ben. Kimse de bu gerçeği değiştiremez!

Köşe yazarlığınız mı, genel yayın müdürlüğünüz mü önde geliyor? Hangisi daha fazla güç içeriyor? Hangisi daha kalıcı?

Yazarlık elbette daha uzun süreli bir iş. Gerçi ikisi de çok zevk aldığım işler. Ama geçmişte Erol Aksoy, Hürriyet'e hissedar olduğunda bana ‘‘Ya genel yayın yönetmenliği yap, ya da yazarlık’’ demişti. Ben o gün yazarlığı seçmiştim.


Aydın Bey’e hep ‘Efendim’ dedim


Hiyerarşi önemli mi sizin için?

Patronluk konusunda evet. Hayatım boyunca Aydın Bey'e hep, ‘‘Efendim’’ diye hitap ettim. Yönetim konusunda hiyerarşiye pek önem vermem. Ama mesleki açıdan çok muhafazakar bir hiyerarşi anlayışım var. Kapıda, Oktay Ekşi'nin önünden yürüyüp girmem. Meslekte saygı duyduğum insanlara karşı, protokol kitaplarında yazmayan çok katı bir ahlakım vardır.

Dinlemesini bilen bir yönetici misiniz?

İtiraf ediyorum, dinlemek en zor yaptığım şey. Arkadaşlarım gözlerime bakıp dinlemediğimi anlıyorlar. Biraz çocuk gibiyim. Aynı konu üzerinde üç beş dakikadan sonra konsantre olamıyorum. Ama yaratıcı bir fikri, sorun çözen bir öneriyi, sonuna kadar dinlerim.


Önyargısızmış gibi yapıyorum


Yaptığınız hiçbir hatada ısrarcı olmadığınız söyleniyor. İyi de nasıl bu kadar kolay değişebiliyorsunuz?

Ben hatada ısrar etmenin insana ne kadar pahalıya malolduğunu tecrübeyle öğrendim. O yüzden de kendimi enayi yerine düşürecek olsam bile hatadan geri dönerim.

Önyargısız olmayı nasıl beceriyorsunuz?

Bir sır vereyim mi? Benim de bazı önyargılarım var. Ama onları işime karıştırmamaya çalışıyorum. Yani önyargısızmışım gibi yapıyorum!


Kızımın seçtiği benim de seçimim


Kızınızın bir popçu yerine bir akademisyenle evlenmesini tercih edermiydiniz?

Kızım kimle evliyse onu tercih ederim. Bu çok samimi cevabımdır.

Eşiniz size nasıl tahammül ediyor?

Büyük fedakarlıklarla.


Kadınlarla çalışmayı seviyorum


Kadın değerleri size bir şey ifade ediyor mu?

Çok şey ifade ediyor. Kadınlarla çalışmayı çok seviyorum. Medya mesleğinde geleceğin onların olduğunu biliyorum. En büyük korkum kadınca duygularını kaybetmeleri. Çünkü bazı çok iddialı kadın yöneticiler bunları kaybedebiliyorlar. Tavsiyem sakın kaybetmesinler.


Gazete yapmak zamanımın % 15'i


Gazete yapmak, bir genel yayın yönetmeninin zamanının yüzde 15'idir. Geriye kalan bölümü ise ‘‘müthiş egoların managementı’’dır. Benim asıl işadamlığım, bu menajerlik kabiliyetimde diye düşünüyorum...


Tavşan kardeş olurum


Hani ‘‘Tavşan kardeş’’ kılığında gazeteye gelecektiniz...

Evet gelecektim. Ama ben de insanım ve herşeye yetişemiyorum. Bir gün inşallah...


İtiraf edin, bu ülkede kedi sevme modası sizinle başladı, öyle değil mi?

Öyle bir şey varsa ne mutlu bana. Ama yine de Nurullah Ataç'a haksızlık etmiş olursunuz. O benden fanatik. ‘‘Ben kedi sevmeyenleri sevmem’’ diyordu. Ben o kadar iddialı değilim.

KEDİ BİR BAŞKA

Kedinizi severken dünyayla ilişkinizin kesildiği söyleniyor.

Başka hangi eylemde dünyayla ilişkiniz kesiliyor?

Mesela çok güzel bir şarabın ilk yudumunu aldığım zaman. Çok güzel bir müzik dinlerken. Şiir okurken. Hürriyet'in birinci sayfası çok güzel olduğu zaman. Bir de özel bazı şeyler...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!